Tansel Tufan
Cehaletten ya da bilgisizlikten mi ileri geliyor ülke solunun kimi ulusal konulara yaklaşımındaki tutarsızlıklar? Ya da bu ve benzeri konulardaki ‘tarafsızlık’ retoriğinin arkasına gizlenilerek ileri sürülen çelişkili ifadeler! Bu türden bir suçlamaya verilecek en masum savunmanın ‘bilgisizlik’ şeklinde olabiliyor olması, özrün kabahatten büyük olduğunu örneklemez mi?
Bu kısa bir ‘anımsatma’ yazısıdır; mütevazı bir not düşme çabasıdır. Önce Dağlık Karabağ ‘Sorunu’ olarak dile getirilen mevzu ile ilgili birkaç vargımı dile getirmek isterim. 1) Karabağ Ermeni toprağıdır. Gerek tarihsel gerekse demografik olarak yadsınmaz bir gerçektir. 2) Dağlık Karabağ’da irili ufaklı emperyalist ve emperyalist hezeyanları olan ülkelerin tanımladığının aksine bu konunun ‘sorun’ oluşturması 2020 yılında Azerbaycan’ın saldırısı ile başlamıştır. 3) Yaşanan süreci sol’da genel olarak gördüğümüz gibi, tarafsızlık ilan edip savaşı Azeri Ermeni gasp savaşı / gerici savaş olarak değerlendirmek olmamalıdır. İsrail’in teknolojik lojistik desteği ile Türkiye Ordusunun “silah”, ‘cihatçı militan’ ve “operasyonel kurmay” desteğini alan Azerbaycan’ın Ermenistan topraklarını işgalidir. Böylece Kafkasya’da emperyalist güçlerin manipülasyonuna açık yeni bir ‘sorun’ oluşturulmuştur.
Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak adlandırılan 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı, Osmanlının yenilgisi ve ardından imzalanan anlaşmalarla Kafkasya halklarının yakın çağ emperyalizminin net bir tahakkümü altına girdiğini görürüz. Bölgede Ermeni halkını diğer halklardan ayıran ve belki de 150 yıllık büyük acılarla yaşanan bir süreci başlatan temel unsurlardan birisi de Ermenilerde diasporanın çok yaygın olmasıdır. Diaspora durumunun anavatan toprağını hem zayıflatan hem de güçlendiren özellikleri ayrı bir yazı-tartışma konusudur. Bu bağlamda ele alınması gereken bir diğer sorunda gerek bölge gerekse dünya tarihinde coğrafi olarak iki büyük devlet (silahlı güç!) arasında kalan halkların/ülkelerin siyasi varoluşsal kadersizlikleridir.
Bölgede bu tarihten itibaren Rus hâkimiyeti pekişmiş, Kafkas halkları çar imparatorluğunun despotluğu altında ezilmişlerdir. Osmanlı, Rusya ve Erivan başta olmak üzere diasporanın yaygın olarak bulunduğu tüm ülkelerde başlayan kiliseden bağımsızlaşan Ermeni devrimci hareketlerinin başlangıcı da bu baskı yıllarına rastlar. Osmanlı özelinde bakarsak Meşrutiyet/1908 ve İttihatçı yaklaşımlarının genel olarak sonucu Ermeniler açısından derin bir hayal kırıklığı olmuştur. 1.Dünya/Paylaşım Savaşı ise felaket. Türkiye solunun geniş ölçüde ağzına almaktan korktuğu görüş bildirmekten çekindiği ‘soykırım’ dır bu felaketin adı. 1915’de Anadolu’daki Osmanlı toprakları Ermenilerden neredeyse tümüyle arındırılmıştır. Kaçabilen az sayıdaki Ermeni, Rus egemenliği altındaki Erivan’a ve doğal olarak Karabağ’a yerleşecektir. 1917 Devrimi bölgenin siyasi kurgusunu etkiler, yeniden şekillendirirken var olan otorite boşluğu bölgede halkların özgürlük hareketlerine uygun koşulları sağlamaktadır. Aynı otorite boşluğu yenilmiş-mahvolmuş-parçalanmış Osmanlı Devletinin yönetim gücündeki İttihatçı artıklarının Kızıl Elma hezeyanlarını da harekete geçirecek ve Kafkasya bu bağlamda da kısa süreli ancak çok sayıda insanın öldüğü savaşlara, kapışmalara şahit olacaktır.
Önce bağımsız cumhuriyetlerin ilanı, ardından Sovyet Sisteminin bölgede onay görmesi ve bu bağlamdaki modellenme sürecinde “ulusların kaderlerini tayin hakkın” ilkesine Sovyetlerin duruma özel pragmatik yaklaşımı bugünün de kaderini belirler. Dağlık Karabağ, Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olarak biçimlendirilir. Özetle Azerbaycan içindeki Ermenilerin özerkliğidir olacaktır bu. (Karabağ Ermenileri Artsah Cumhuriyeti sürecin bir diğer adı olarak karşımıza çıkar.)
Sovyetlerin çözülmesiyle yaşanan “yeni” otorite boşluğunda ise Azerbaycan Ermeni özerkliğini tanımayacağını ilan eder ve bu bağlamdaki tüm tartışmaları reddederek bölgenin Azeri toprağı olduğu iddiasını ileri sürer. Bu iddiaya Ermenistan tarihsel olarak Ermeni toprakları olan bölgeye girerek yanıt verecektir. Bu dönemde her iki halktan çok sayıda insan ölecektir. Her fırsatta Hocalı’yı dile getiren Türk milliyetçileri Ermeni yerleşim merkezlerindeki katliam ve ölümleri yok sayacaktır. Türkiye solunun da görmezden geldiği gibi!
30 yıllık çatışmalarla çözümsüzlükten çözüm üretmeye ve Azeri-Türk propagandasına teslim edilen Karabağ’da “sorun” 2020 yılının sonlarındaki Türk ordusu ile güçlendirilmiş İsrail destekli askeri bir operasyon ile, Azerbaycan işgali ile başlayacaktır. Bunun, Türkiye’nin onlarca yıldan bu yana hazırlandığı bir savaş olduğu göz ardı edilmemelidir. Birkaç ülke dışında tüm emperyalist güçler emperyalizmin doğası gereği Azerbaycan’ın yanında yer almıştır. Tabii petrol ve doğal gaz orada! Bu o kadar basittir ki, çünkü gerçektir! Sorun “sol” tarafından bu gerçeğin yok sayılması ve görmezden gelinmeye çalışılmasındadır. Sol’un tarafsızlık ya da “itidal” argümanlarını ve çağrılarını kullanırken dikkatli olması ve savaşın nedenleri hakkında en temel gerçekleri değerlendirerek bu çağrıları yapmaması gerekmez mi. Şimdilik ABD ve AB emperyalizmi durumu sakinlikle izliyor, Rusya Ermenistan aleyhine kararsız bir denge oluşturma çabaları içindeyken (böylece daha kolay kontrol edilebilir) Türkiye’ye düşen ise şimdilik milliyetçi hamaset duyguları ile “birlik bütünlük” naraları olmuş gibi. Kuşkusuz daha bitmedi…
Sol’un sessizliği –ki “itidal, tarafsızlık” vs. söylemlerde daha kötü ve niteliksiz bir sessizliği tanımlar- bu bağlamda emperyalist bir gücün –kendi hükümetinin- yanında yer almasından başka bir şey ifade etmemektedir. Bütünsel olarak bakıldığında bir petrol şeyhliğine dönüşmüş olan Azerbaycan’ın işgal-ilhakına da onay verme anlamı taşır. Bu onay Türkiye’nin yalnızca dışarıda değil içerideki sömürgenliğine de onay anlamına gelir.
Son söz olarak: geçtiğimiz günlerde Azerbaycan petrol emirinin binlerce ölümün üzerinde televizyonlarda yaptığı, bizdekine benze bir “Oh… Oh şovunun tiksindirici görüntüleri bile birçok şeyi açıklamıyor mu?