Amerikalı çizer Konopacki’nin 28 Nisan İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenler için Yas ve Mücadele Günü olarak Türkçeye çevirdiğimiz Workers Memorial Day çizimlerinden birinde, kırmızı fon üzerinde “Refahınızın bedeli kan ise, yüce Tanrım, biz bu bedeli fazlasıyla ödedik!” yazar. Baret ve miğfer. İşyerlerinin cengaverleri, savaş meydanlarının askerleri. İşyerlerinde olağanlaştırılan gündelik savaş ve işyerleri kapitalist işletmeler olmaya devam etsin, petrol bazlı sermaye döngüsü durmasın, kâr marjları risk sermayeleriyle yükselsin diye ilan edilen olağanüstü hal altındaki savaş. Aynı kırmızı fon üzerinde. “‘Refah’ ve bedeli. Kalkınma ve Kıyım.” *
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin 2017 raporuna göre, 2017’de çalışma ekonomistlerinin “çalışma barışı” dediği olağan çalışma ilişkileri içinde, en az 2006 insan hayatını kazanırken canını verdi. İSİG esas olarak basın taraması ile –az bir oranda kendi ağından ulaşabildiği basına yansımayanlarla birlikte– ölümlü iş kazalarını belgeliyor. Dünya Sağlık ve Uluslararası Çalışma Örgütleri “Bir ülkede iş cinayetinden ölen her bir işçiye karşılık, en az altı çalışan da meslek hastalıkları sonucu zamana yayılan ölüme maruz kalıyor, bu rakamı altı ile çarpmalı” diyor.
Çarpıyoruz, ölen canın muhasebesini, sisteme otopsi yapıyoruz: En az 12 bin can da zamana yayılmış iş cinayeti anlamına gelen meslek hastalıklarından ölmüş demek ki. Bu, 2017’de en az 14-15 bin kişi ekmeğini canı pahasına kazandı, günde en az 40 iş cinayeti yaşandı demek. “Psikososyal riskler” diyerek teknikleştirilen çalışma acısının en uç noktasındaki işyeri intiharları, kayda geçirilmeyen iş kazaları, deneğe dönüştürülen işçinin bedeni üzerinde biriken binbir çeşit kimyasal, radyoaktivite yüzünden çıkarımların üzerinde seyreden meslek hastalıkları bu tabloya dahil değil.
2017 İş Cinayetleri Raporu’nda 2006 sayısını görüp de irkilenler bunun genel ahvalin sadece bir boyutu olduğunu bilmeli. Çalışma yerlerinin nasıl bir savaş, kitlesel cinayet mahalline döndüğüne dair bazı mekânsal, sektörel, toplumsal cinsiyete, yaşa dair nedensel yönelim gösterebiliyor bu raporlar. Sınıf eliyle üretilen eşitsizliklerin büyük ölçekte soyut bir haritası sadece. Peki, bu harita bize bu sene ne diyor?
En çok can alanlar: İnşaat, tarım, taşımacılık
Hem coğrafi bakımdan en yaygın ve dağınık, hem de güvenceli, kadrolu, sigortalı işçilik oranı en düşük olan inşaat işkolu bu sene de basına yansıyan iş cinayetlerinin dörtte birini oluşturuyor. Eğer iş cinayetlerine karşı bir politika üretmek gibi bir amaç olsaydı, öncelikle kamu faydası için planlamayı hiçe sayan proje odaklı kentsel politikalar alanından başlamak gerekecekti.
İnşaat işkolundaki ölümlerin sebepleri sürekli tekrar ediyor, en başta yüksekten düşme: Müteahhit firmaların hızlı üretim / hızlı satış hedefine uygun sakat iskeleler sistematik olarak insanları ölümüne üzerinden silkeliyor. Can koruyan iskele yapmak hâlâ cana kıymaktan daha pahalı Türkiye kapitalizminde.
İkinci sırada, Türkiye ekonomisindeki payı inşaatın tersi yönde giden “deregüle edilmiş” tarım var. Bu alandaki ölümlerin çoğu hasat mevsimlerinde dayıbaşları eşliğinde tarlalara ailecek taşınan tarım işçilerinin ulaşım ve barınma koşulları nedeniyle meydana geliyor. Oysa burada geliştirilecek politikanın “teknik olarak” zaman ve mekân çerçevesini çizmek çok kolay. Anadolu’nun ürün paleti belli, hasat zamanları belli, gereken işgücü, kaç kişinin yollara düşeceği, barınma ihtiyacı belli. Devlet dev bir şirket gibi değil de, kamu yararına göre işleseydi, “pilot bir iş cinayetleriyle mücadele alanı” olabilirdi.
Can öğüten üçüncü iş kolu ise, trafik kazası kılığındaki iş cinayetlerinin has alanı: taşımacılık. Sermayenin hızlı akışına uyum sağlamayan insan akışı “trafik kazası” gibi bir kader başlığı altında ele alınıyor. Güvenli kamusal bir ulaşım politikası var mı? Yok. İşe, tarlaya giden insanlar da, ağır vasıtalar, tehlikeli atıklar da trafiğe emanet. İş cinayeti varolmayan tüm kamusal politika alanlarından beslenen bir bataklık.
Kayda geçen iş cinayetlerinin yüzde onuna yakını ise, en klasik mavi tulumlu erkek işçi ağırlıklı işkollarında: Metal ve maden. Bu alanlarda sendikalılık gittikçe azalsa da, taşeron ve kaçak ocak ve atölyelerle çalışma birimleri gittikçe bölünse de yan yana çalışma oranı hâlâ diğer işkollarından daha yüksek. Bu iki alanda da 2016’ya kıyasla ölümlerin yüzde 10 arttığını görüyoruz. Zaten yüksek olan aylık ölüm vakaları 152-155 ve 168-170 işçiye yükseldi. Bu ne mi demek? Tamamını OHAL altında geçirdiğimiz 2017’de, OHAL “milli güvenlik” adına klasik sanayi işçisinin iş güvencesine, güvenliğine ve canına dokunuyor demek. 2011’den beri tutulan raporlardaki en önemli iki eğilim dikkat çekiyor: Güvenceli sayılabilecek sanayi işçisi ile “altta kalanın canı çıksın” mantığıyla çalıştırılan mülteci işçilerdeki ölümler paralel olarak artıyor. İki ucundan gerilen bir hat bu. Çalışma hayatında birbirine hiç dokunmayanların kader birliği hattı.
İş cinayetleri ve kadın cinayetleri elele
15 yaşın altında çocuk işçiler hâlâ ölüyor. Şu soru akla geliyor: Masabaşından 18 yaş altı 60 çocuğun çalışırken öldüğü bilgisine ulaşıyorsak, kaç milyon çocuk zorla çalışmaktadır ve hangi şartlarda? Sokakta çiçek, selpak satarken Haliç’e düşüp ölmek, sanayide akıma kapılmak, mermer bloku altında kalmak… Çocuk işçiliğin varlığı, kapitalist “özgür iş sözleşmesi”nin bir riya olduğunu bağıra bağıra gösteriyor bize.
Rapora ilk bakışta, iş cinayetleri erkekleri vuruyor gibi görünüyor. Kadın çalışanların ölüm oranı “sadece” yüzde 6. Kadınların işçiliği de, emeği de görünmez olduğu için uğradıkları iş cinayetleri de görünmez oluyor. Resmi istihdama katılım oranları erkeklerin neredeyse yarısı kadar olan kadınların, ev içindeki, kayıtsız iş mahallerindeki, sokaklardaki emekleriyle beraber can ve sağlık kayıpları da hiçbir kayda geçmiyor. Bir yandan da kamunun sağlamadığı işçi sağlığı ve iş güvenliğini ataerkil aile sistemi içinde kadınların sağladığını görüyoruz. İşçinin ertesi gün işe gidebilmesi için kafasını koyacağı yastığı, sıcak yemeği, kaynak kıvılcımlarını az geçiren kot tulum üretimini, çocukların, yaşlıların bakımını, tarım ve hayvancılıkta ücretsiz işçiliği üstlenmek hep kadının görevi; işi değil. Ayrıca, işyerlerinde erkeklik rolünü oynayamayan aile reisi çalışanlar tüm sınıflarda hınçlarını yanlarındaki kadınlardan çıkartıyor. İş cinayetleri ve kadın cinayetleri aynı kaynaktan besleniyor. Homur homur homurdanan, yol olup akamayan, ateş olup ısıtamayan çalışma acısından, fark yarasından, bedene ve onura saldırıdan besleniyor ikisi de.
Kalp krizi, işyerinde şiddet ve intiharlarda artış
İş cinayeti nedenlerinde trafik/servis kazası, ezilme/göçük ve yüksekten düşme ilk üç sırada. İş cinayetlerinin geleneksel nedenleri. Bunları kalp krizi, işyerinde şiddet ve intiharlar izliyor. İşyerinde veya işe bağlı olma ihtimali kuvvetle muhtemel (mesela ihraç, işten çıkarma, performans düşüklüğü gerekçesiyle iş statüsünü düşürme, iş yerini değiştirme akabinde) kalp krizi ve intiharlar haberlerin satır aralarından takip edilebiliyor. İSİG Meclisi Koordinatörü Murat Çakır, “Bu yıl çalışma yaşamında sorunların çözümünde diyalog ya da hukuksal yollar yerine şiddet kullanılmasından kaynaklı ölümlerde gözle görülür artış var. Örneğin, işyerinde birbirini bıçaklama, silahla vurma nedenli ölümler o kadar fazla ki!” diyor. Ceza hukukunun, kamu güvenliğinin tanımının radikal olarak dönüştüğü bu dönemde, işyerlerinde “yasal kapitalist şiddet kullanımı”nın dışına çıkmak gittikçe kolaylaşıyor.
İş cinayeti yaşanmayan il ise yok gibi. İstanbul başta olmak üzere, İzmir, Kocaeli, Bursa, Adana, Antalya, Manisa, yani büyük şehirler en önde.
SGK verilerinde gizli ipuçları
İSİG Meclisi, yangın kulesinden bakmanın getirdiği aciliyet refleksiyle 2017 verilerini açıklarken SSK da politikasızlık politikasının rehavetiyle 2016’ya ait İş Kazası Ve Meslek Hastalıkları İstatistikleri’ni açıklıyordu. Bu verilere göre, 2016’da 1396’sı erkek, 36’sı kadın 1405 sigortalı “iş kazası” sonucunda hayatını kaybetti. Adalet Arayana Destek Grubu’nun 2012’den beri basına yansıyan iş cinayetlerini tarayarak senelik olarak hazırladığı İş Cinayeti Almanağı’nın 2016 raporuna göreyse 1819’u erkek, 105’i kadın, en az 1924 işçi hayatını kaybetmişti. Aradaki en “hayati” fark sadece 519 can değil. SGK “iş kazalarını” işlemini tamamladığı dosya bazında veriyor; verilen can değil önemli olan, işlemi bitirilen dosyalar. Politika geliştirme kaygısı, cari veri tutan kurumlar yaratır; bugünkü sistemde tutulan en cari veriler gündelik para piyasalarının verileri. SGK’nın neresinden tutsanız dökülen verilerinde yine de işyeri gerçeklerine dair ipuçları görmek mümkün. Buna göre, ölenlerin 376’sı çalıştıkları yerdeki ilk yıllarında hayatını kaybetti. 266’sı üç aydır çalışan işçilerdi. İşteki ilk gününde 20 işçi hayatını kaybetti. Girdaba kapılmışçasına sürekli iş değiştirmek zorunda kalan bir çalışan kitlesinin işyerinde canını ve sağlığını koruyacak deneyimi biriktirmesi mümkün olmuyor. İşyerlerinde her anlamda güçlünün ayakta kaldığı, zayıfın en başta elendiği kurallar geçerli.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün değerlendirmesine göre, evvelki yıl Türkiye’de en az 100 bin meslek hastasının ve en az 20 bin meslek hastalığından ölümün kayıtlara geçmesi gerekiyordu. SGK’nın 2016 verilerine göre ise, 597 işçi meslek hastalığına tutuldu; meslek hastalığı tanısı konmuş hiçbir çalışan ölmedi. Meslek hastalığının tanınması bürokratik bir engelli koşu olarak tasarlandığından işçiler ve ailelerinden ancak 600’ü bu koşuyu tamamlayabildi; ölü ya da diri.
Çalışma barışında ve ilan edilen savaşta işçiliği, askerliği, vergiyi, suçu, cezayı, ölümü yeniden üreten sistemi sorgulamadan ne yas tutmak ne de adalet talep etmek mümkün. İş cinayetleri olağanlaştırılan OHAL’in şifrelerini de veriyor. Şifreleri çözmek için bakmamız gereken birleşik mücadele hattı burada duruyor.
Kaynak: politekin, 14/02/2018
- http://huckkonopackicartoons.com