Avrupa genelinde hızla yaşlanan nüfus, sadece sosyal refah sistemlerini değil, aynı zamanda kıtanın kapitalist ekonomik modelini de derinden sarsıyor. Geçtiğimiz hafta Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de, Avrupa Birliği (AB) Ekonomi ve Maliye Bakanları ile Merkez Bankacıları, demografik yaşlanmanın sonuçlarını masaya yatırdı. Ancak, tartışılan mesele sadece nüfusun yaşlanması değil, bu durumun kapitalizmin derinleşen yapısal krizlerinin bir yansıması olarak ele alınmalı.
Belçika merkezli düşünce kuruluşu Bruegel’in yayımladığı rapor, Avrupa’daki çalışma çağındaki nüfusun, 2050 yılına kadar beşte bir oranında azalacağını ortaya koyuyor. Bugün 264 milyon olan bu sayı, göç olmasa 207 milyona düşecek. Ancak mesele sadece demografik bir dönüşüm değil; esas soru şu: Kapitalist sistemin büyüme, üretim ve tüketim modeli, bu tür demografik değişimlere nasıl yanıt verebilir?
Göç, Yetersiz Bir Çözüm mü?
Göç, Avrupa’nın yaşlanan iş gücü krizine kısa vadede önerilen çözümlerden biri. Ancak rapor, mevcut göç oranlarının yeterli olmayacağını ve çalışma çağındaki nüfustaki düşüşü dengeleyemeyeceğini vurguluyor. Bununla birlikte, birçok Avrupa ülkesi göç karşıtı politikalar izliyor. Macaristan, Polonya gibi ülkeler, göçü kültürel ve ekonomik bir tehdit olarak görerek sınırlarını kapatmaya çalışıyor.
Bu göç karşıtı politikalar, Avrupa’nın yaşadığı demografik krizin sadece iş gücü açısından değil, daha geniş bir sosyal ve ekonomik krizin de habercisi olduğunu gösteriyor. Kapitalist sistemin iş gücü hareketliliğine ve düşük maliyetli üretime dayalı yapısı, bu tür sınırlandırmalarla zora giriyor. Göç, kapitalizmin iş gücü açığını kapatmaya yönelik bir araç olarak görülse de, bu sistemin temel krizini çözmekten uzak kalıyor.
Sosyal Güvenlik Sistemleri ve Kapitalizmin Krizi
Yaşlanan nüfus, kapitalizmin sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki baskısını da artırıyor. Emekli olanların sayısının hızla artması, çalışan nüfusun azalmasıyla birleşince, Avrupa’daki emeklilik ve sağlık sistemlerinin sürdürülebilirliği büyük bir tehdit altına giriyor. Bruegel raporuna göre, bu demografik değişiklikler, sosyal güvenlik ve kamu maliyesinde büyük açıklar yaratacak.
Kapitalizmin temel çıkmazı burada ortaya çıkıyor: Sistem, sürekli büyüme ve genç, üretken bir iş gücüne dayanıyor. Ancak nüfusun yaşlanması ve çalışma çağındaki bireylerin azalması, bu yapıyı sürdürülemez kılıyor. Yaşlı nüfus, sağlık hizmetleri ve emeklilik maaşları için daha fazla harcama yaparken, daha az sayıda çalışan, daha az vergi ödeyebilecek. Bu durum, sadece ekonomik bir dengesizlik değil, aynı zamanda kapitalist sistemin sosyal refahı finanse etme kapasitesinin sınırlarına dayandığını gösteriyor.
Reformlar Yeterli mi?
Bruegel, Avrupa’nın sosyal güvenlik sistemlerini reforme etmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak burada dikkat çeken nokta, bu reformların kapitalizmin özündeki büyüme ve tüketim mantığını değiştirmeden yapılmaya çalışılmasıdır. Kapitalizm, daha fazla üretim ve daha fazla tüketim üzerine kurulu bir model olduğu için, bu reformların sadece geçici çözümler sunduğu aşikâr.
Emeklilik yaşının yükseltilmesi ya da sağlık harcamalarının kısılması gibi çözümler, yalnızca yüzeysel düzeltmeler olarak kalacak. Kapitalist sistem, bu tür reformlarla sadece krizin semptomlarını yönetmeye çalışırken, sorunun kökeni olan büyüme odaklı yapıyı değiştirmekten kaçınıyor. Oysa nüfusun yaşlanması, daha geniş bir perspektifte kapitalizmin sınırsız büyüme ve tüketim mantığının doğal bir sınırına geldiğini gösteriyor.
Kapitalizmin Sınıra Dayanması
Avrupa’nın yaşlanan nüfusu, kapitalizmin sürdürülebilirliğine dair temel bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor. Kapitalist ekonomi, daha fazla tüketim, daha fazla iş gücü ve daha fazla büyüme varsayımlarına dayanırken, demografik gerçekler bu modelin sınırlarına dayandığını gösteriyor. Yaşlanan nüfus, üretim kapasitesini düşürdüğü gibi, tüketim talebini de azaltacak. Bu, kapitalizmin işleyişine doğrudan bir meydan okuma anlamına geliyor.
Avrupa’nın demografik krizi, yalnızca nüfusun yaşlanmasıyla ilgili bir sorun değil; aynı zamanda kapitalizmin mevcut ekonomik ve sosyal yapılar üzerindeki uzun vadeli etkilerini gözler önüne seriyor. Daha az iş gücü ve daha fazla yaşlı nüfus, kapitalizmin sürekli büyüme üzerine kurulu modelinin işlevselliğini zora sokuyor. Bu noktada, kapitalist sistemin kendini yenileyip yenileyemeyeceği ya da daha köklü bir dönüşüm gerekip gerekmediği sorusu, Avrupa’nın geleceği için kritik önemde.
Yapısal Bir Çıkmaz
Avrupa’nın yaşlanan nüfus sorunu, göç politikaları, emeklilik reformları ve sosyal güvenlik sistemleri üzerine yapılan tartışmaların ötesinde, kapitalizmin kendi krizini de gözler önüne seriyor. Yaşlanan nüfus, bu krizi hızlandıran bir katalizör olarak işlev görüyor. Bu durum, sadece Avrupa için değil, küresel kapitalizmin de nasıl bir gelecekle karşı karşıya kalacağına dair önemli ipuçları sunuyor.
Avrupa’nın demografik yapısındaki bu dönüşüm, kapitalizmin daha fazla üretim ve daha fazla tüketim temelli mantığını sorgulatırken, mevcut sistemin sınırlarına geldiğini deD açıkça ortaya koyuyor. Yaşlanan nüfusun getirdiği sorunlar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi yapıları da zorlarken, Avrupa’nın bu yapısal krizle nasıl başa çıkacağı merak konusu.
Arya DEMİR