“Gri alan” ifadesi 90’ların askeri, şimdilerin gazetecisi Mete Yarar’a ait. BBC Türkiye için Rengin Arslan’a verdiği mükalatta (2 Eylül 2015) söylemiş bu sözleri. 90’ların Türkiye’sinin %80’nin bu gri alana yani hukuk, toplum, basın, uluslararası kuruluşların denetiminin olmadığı bir siyasal alana dahil olduğunu söylüyor Yarar: “Her ülkenin gri alanı vardır. O günlerin en büyük sıkıntısı şu, normalde bir ülkenin gri alanı yüzde beşi, yüzde altıyı geçmez. O zaman ülkenin neredeyse yüzde 80’i gri alandı. O bölgede yaşananların yüzde 80’i gri alandı. Onu oluşturanları engelleyemediğiniz müddetçe yapacağınız hiçbir şey yok.”
1990’ların faili meçhul cinayetleri, suikastları, adam kaçırmaları, Madımak’tan, Başbağlar’a kitlesel katliamları gazetecilerin ilgisini çekse de akademinin henüz (ve ne yazık ki) ilgisini çekmedi. Doğrudan doğruya bu konuyu irdeleyen bir doktora tezi okumadım. Hiç değilse kendi arşivimde böyle bir doktora tezi yok. Elbette 90’ların siyasi tarihinden bahsederken bu konuya da değinen çalışmalar var lakin bu konuyu araştırmasının merkezine yerleştiren çalışmalar çok nadir.
1990’larda Ahmet Türk’e göre 17.000 faili meçhul cinayet yaşanmış. İçişleri Bakanlığına göre 1992-1994 yılları arasında 664 cinayet olmuş. İnsan Hakları Derneğine göre sayı 5.000 civarında. TBMMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu’na göre 1992’de 316, 1993’te 314 faili meçhul cinayet işlenmiş. Siyasi cinayetlerin sayısındaki bu farklılıklar konusunda “öküz altında buzağı” aramanın alemi yok, dönemin Türkiye’sindeki gri alanın genişliği neyin faili meçhul neyin adli vaka vb. olduğu konusunda net bir tanım yapmayı bile zorlaştırdığını unutmamak gerekiyor. Demem o ki “bir trafik kazası” ya da bir “yangın” bazen sadece bir trafik kazası ya da yangın olmayabiliyor; tıpkı 3 Ekim 1993’te bir evde çıkan yangında Mehmet Nasır Öğüt ile hamile eşi Eşref ve yaşları 3 ile 13 arasında değişen 7 çocuğun cesetlerinin bulunması gibi. Tıpkı 18 Mart 1994’te gözaltına alınan 4 Nisan’da serbest bırakılan ama Adliye’nin dışında nöbet tutan yakınlarının hiçbir zaman onun ön kapıdan çıktığını görmedikleri ve 10 gün sonra Diyarbakır’a 40 kilometre uzaklıkta cesedi bulunan Necati Aydın gibi. Aslında rakamlardaki farklılıklar bile bize bu konulardaki akademik araştırmaların önemini hatırlatıyor. Faili meçhulün ne olduğu konusunda bile akademik süzgeçten geçmiş bir “siyaset bilimi” tanımımızın olmadığını aklımızdan çıkarmayalım. Akademi bu konulara girdiği, kıyısından köşesinden değindiği ender çalışmalarda bile askeri yetkililerin ya da sadece hukukun kavramlarını tekrarlamaktan ötesine geçemiyor.
Sadece faili meçhul cinayetler mi? 1990’lı yıllar aynı zamanda kamuoyunda tanınan isimlere yönelik suikastların da gündelik hayatımızın bir parçası olduğu yıllardı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden yararlanarak 90’lı yılların sadece gazetecilere yönelik suiakstlerini şöyle listeleyebiliriz. Ahmet Taner Kışlalı cinayetinden sonraki ilk gazeteci cinayeti ise ne yazık ki 2007’deki Hrant Dink cinayeti olacak. Liste şöyle
Çetin Emeç / Hürriyet | İstanbul 7 Mart 1990 |
Turan Dursun / İkibine Doğru ve Yüzyıl Dergileri |
İstanbul 4 Eylül 1990 |
Gündüz Etil | 1991 |
Mehmet Sait Erten / Azadi | Denk Diyarbakır 1992 |
Halit Güngen / İkibine Doğru | Diyarbakır 18 Şubat1992 |
Cengiz Altun / Yeni Ülke | Batman 25 Şubat 1992 |
İzzet Kezer / Sabah | Cizre 23 Mart 1992 |
Bülent Ülkü / Körfeze Bakış | Bursa 1 Nisan 1992 |
Mecit Akgün / Yeni Ülke | Nusaybin 2 Haziran 1992 |
Hafız Akdemir / Özgür Gündem | Diyarbakır 8 haziran 1992 |
Çetin Ababay / Özgür Halk | Batman 29 Temmuz 1992 |
Yahya Orhan / Özgür Gündem | Ceylanpınar 9 Ağustos 1992 |
Hüseyin Deniz / Özgür Gündem | Ceylanpınar 9 Ağustos 1992 |
Musa Anter / Özgür Gündem | Diyarbakır 20 Eylül 1992 |
Yaşar Aktay / Serbest | Hani 9 Kasım 1992 |
Hatip Kapçak / Serbest | Mazıdağı 18 Kasım 1992 |
Namık Tarancı / Gerçek | Diyarbakır 20 Kasım 1992 |
Uğur Mumcu / Cumhuriyet | Ankara 24 Ocak 1993 |
Kemal Kılıç / Yeni Ülke | Şanlıurfa 18 şubat 1993 |
Mehmet İhsan Karakuş | Silvan 13 Mart 1993 |
Ercan Gürel / HHA | 20 Mayıs 1993 |
İhsan Uygur / Sabah | İstanbul 6 Temmuz 1993 |
Rıza Güneşer / Halkın Gücü | 14 Temmuz 1993 |
Ferhat Tepe / Özgür Gündem | Bitlis 28 Temmuz 1993 |
Muzaffer Akkuş / Milliyet | 20 Eylül 1993 |
Nazım Babaoğlu / Gündem | 12 Mart 1994 |
Erol Akgün / Devrimci Çözüm | 1994 |
Seyfettin Tepe / Yeni politika | 28 Ağustos 1995 |
Metin Göktepe / Evrensel | İstanbul 8 Ocak 1996 |
Kutlu Adalı / Yeni Düzen | Kıbrıs 8 Temmuz 1996 |
Selahattin Turgay Daloğlu | İstanbul 9 Eylül 1996 |
Reşat Aydın / AA, TRT | 20 Haziran 1997 |
Ayşe Sağlam Derince | 3 Eylül 1997 |
Abdullah Doğan / Candan Fm | Konya 13 Temmuz 1997 |
Ünal Mesutoğlu / TRT İzmir | 8 Kasım 1997 |
Mehmet Topaloğlu / Kurtuluş | Adana 1998 |
Ahmet Taner Kışlalı / Cumhuriyet | Ankara 21 Ekim 1999 |
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok cinayeti de bu iklimde gerçekleşti. Üçok siyasi ve medyatik bir kişilikti. 1971’de Cevdet Sunay’ın kontenjanından senatör seçilen Üçok 1977’de CHP’ye katılır. 12 Eylül’den sonra açılan Halkçı Partinin 1983’te kurucu üyesidir. 1983 seçimlerinde de bu partiden Ordu milletvekili olarak TBMM’ye girer 1986’dan itibaren Sosyaldemokrat Halkçı Parti üyesi olur. 90’larla birlikte hayatımıza giren özel televizyonların ilk popüler akademisyenler kuşağında yer alır Üçok. İslam, kadın başörtüsü konularında geleneksel İslamcı yorumların aksi değerlendirmeleri, muhafazakâr kesimleri “tahrik”(!) eder.
Üçok, 6 Ekim 1990 tarihinde Gaziosmanpaşa Köroğlu Caddesi 15 numaradaki evinin önünde gerçekleşir. Gazetelerde yer alan haberlere göre suikast şu şekilde gerçekleşmiştir. 5 Ekim’de Üçok’un evine gelen Expres Kargo şirketi görevlisi (Bu görevlinin daha sonra Demokratik Toplum Partisi Genel Başkan Yardımcılığına seçilen Gülay Calap olduu iddia edildi. Hürriyet gazetesi (25.11.2007) Kargocu Kız DTP’nin Kurmayı başlıklı haberinde Üçok’un katilinin PKK olduğunun altını çizmeye özen gösterdi.) Üçok adreste bulunamadığı için kargoyu firmadan teslim almaları gerektiğine dair bir kâğıt bırakarak gider. Ertesi gün 14.30 sularında İlmi
Araştırmalar Vakfı’ndan gönderilen kargoyu teslim alıp 16.30 sularında evine gelen Üçok, kargodan şüphelenir ve kargoyu açmak için kızı Kumru’dan yanından uzaklaşmasını söyler. Evinin kapısının önünde kargo paketini açan Üçok korktuğu ile karşılaşmadığını, kargonun bir bomba değil bir kitap olduğunu görür. Ancak bomba, kargo paketinde değil, kitabın içine yerleştirilmiştir. Kitabı incelemek için açan Bahriye Üçok orada öldürülür.
Keyifli Pazarlar
- Afife Jale’den İstanbul Sözleşmesi’ne Bakmak - 17 Ağustos 2020
- Patrimonyalizm, Ayasofya ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi - 17 Temmuz 2020
- Haziran’da Ölmek Zor - 28 Haziran 2020