Selahattin Demirtaş’ın Romancılığı – Efsun’da Empati

Selahattin Demirtaş’ın Efsun‘u zekâ, mizah ve duyarlık dolu olduğu gibi bir kuşatıcı tema etrafında yenilikçi bir anlatım tarzını denemesiyle de kaydadeğer bir roman.

Efsun‘un kuşatıcı teması “empati” ve Demirtaş “empati”ye yönelik özgün yaklaşımıyla yenilikçi bir anlatım sunuyor.

Empati, yaygın tanımıyla, insanın kendini bir başkasının yerine koyma, başkalarıyla duygudaşlık kurabilme yetisidir. Ancak Demirtaş bu tanımı kabul etmeyip Efsun‘da Mercan Hanım’ın ağzından yeni bir tanım yapıyor: “Empati kendini başkasının yerine koymak değildir bence. Kendini asla başkasının yerine koyamayacağının farkında olmaktır. Ateşin düştüğü yeri yaktığını bilmektir, herkesin hikâyesinin özgün ve değerli olduğuna inanmaktır.” (s. 184)

Hikâyelerin biricikliğine, özgünlüğüne ilişkin farkındalığa dayanan bu empati tanımı Efsun‘un anlatım tarzını iki biçimde belirliyor: İlk olarak, romanda birden fazla anlatıcı var ve anlatıcıların her biri çok benzer hikâyeleri farklı ayrıntılarla, bir nevi kişiselleştirerek anlatıyor. Örneğin Feyzi Gonca’nın Kenan’a annesi Sinem hakkında -içine yalanlar (Tayfur vb.) katarak- anlattığı hikâyeyle Kenan’ın kendi annesine ilişkin deneyimi arasında belirgin farklar var. Kenan annesine “hikâyeler anlatmaya” bayılıyor, hem sağlığında hem de mezarı başında annesine foto-roman okuyor. Aynı insan çok dar bir mekânda biyolojik baba, üvey baba ve oğul için bambaşka anlamlar taşıyabiliyor.

Efsun‘da deneyimlerin farklılaşması dışında somut olayların anlatımı da bir karakterden öbürüne değişebiliyor. Bakır Ağa, Kenan’a göre deniz kıyısında oturduğu masadan kaçırılıp öldürülürken Feyzi’ye göre Kenan tarafından yatağında bıçaklanarak öldürülüyor. Bunlardan hangisi doğru? Yahut Kenan, Esma’yla seviştikleri sırada basıldığı için mi yoksa Esma, Kenan’dan hamile kaldığını Mercan’a açıkladığı için mi Mercan’dan ayrılmak zorunda kalıyor? Bakır Ağa’nın birinci senaryoya göre öldürülüp denize atılmasıyla Efsun’un babasının Girit’te öldürülüşü arasındaki benzerlik neyin nesi?

Efsun yoğun duygularla yaşanan bireysel deneyimler sözkonusu olduğunda şu veya bu anlatımın “nesnel” doğruluğundan ziyade deneyimin biricikliği ve özgünlüğüne odaklanmanın önemini hatırlatıyor. Demirtaş bunun için tek anlatıcı yerine bir çoklu anlatım deniyor, her bölümde mikrofonu farklı bir karaktere uzatıyor: Mercan, Caner, Kenan, Efsun aynı olayları tekrar tekrar anlatırken bu herhangi bir sıkıcılığa yol açmıyor. Aynı olay karşısında bireysel deneyimlerin ne denli farklılaşıp zenginleşebileceği “empati ilkesi”ne sadakatla gösteriliyor. Caner’in hiç bitmeyen “gerek yok”ları da bir nihilist kayıtsızlıktan ziyade bu farklılıkları sorgulamanın manasızlığına gönderme yapıyor.

Demirtaş’ın kendine özgü empati tanımının Efsun‘daki birinci etkisi çoklu anlatımın zenginliği iken ikincisi karakterlerin rol ve kılık değiştirmekte tökezleyip başarısız olmalarının bir negatif bilgelik olarak altının çizilmesi. Holding patronu, çapkın ve hovarda Kenan Kaya, yıllardır görmediği oğlu Caner’le eski sevgilisi Mercan’ın kızı Efsun’u tanıştırmak için kendince bir plan yapıyor ve plan dahilinde Caner için tekerlekli sandalyeye mahkûm amatör romancı Dilaver Bey, Efsun içinse bir sol kültür dergisinin patronu Şevket Bey kılığına giriyor. Bu yeni rolleri için peruk, takma kaş, tekerlekli sandalye ediniyor. Ancak Kenan yeni rolünde başarısız olup bir aşamada gerçek kimliğini ele veriyor. Feyzi Kâhya da romanın başından sonuna kadar birçok farklı role girse de (kâhya, Kızıl Kaptan, fedai, şoför vb.) bir aşamada kendini açık ediyor. Bu rol değişimi Efsun‘da hemen her karakterde gözlenen bir özellik: Caner’in yazar asistanı, Efsun’un dergi editörü olarak yeni rollerini fazlasıyla garipsemeleri, annelerine yalan söylemekten duydukları rahatsızlık hep aynı negatif bilgeliğin ifadeleri. Bu başarısızlık hikâyeleri, empatinin “role çıkmak”la mümkün olabilecek bir şey olmadığını anlatıyor.

Efsun‘da deneyimin özgünlüğü ve benzemezliğini daha yakıcı biçimde hatırlatan bir bölüm Kenan Kaya’nın yıllar önce gebe haliyle Esma’yı kapattığı ve kadının ölümüne sebebiyet verdiği bodrum katındaki hücreye babası Feyzi’yle birlikte kapatıldığı sahne. Gayet nezih görünen bir konağın/ailenin gözlerden ırak “bodrum katı”nda neler döndüğünü anlatmasıyla hem bir Türkiye metaforu hem de psikanalitik bir bastırma hikâyesi olarak okunabilecek bu kısım bana kalırsa Esma’nın hapsedilme deneyimiyle Kenan Kaya ve Feyzi’nin deneyimlerinin birbirine pek benzemediğini, hapsedilmek diye bir genel deneyimden ziyade herkesin kendi hapis deneyimi olduğunu; kimsesiz ve köylü bir kadının yaşadığı kapatılma deneyimiyle muktedir bir erkeğin hücrede geçirdiği üç-beş günün bambaşka olduğunu anlatmasıyla romanın empati yorumuna sadık kalıyor: “Kendini başkasının yerine koymak değil… Kendini asla başkasının yerine koyamayacağının farkında olmak.”

*

Selahattin Demirtaş, romanın sonuna eklediği notta Efsun‘un geçtiği mekânları hiç gidip görmediği yerlerden (Beyrut, Girit, Gümüşhane, Çanakkale, Edremit vb.) seçtiğini, kızlarının onun için tüm bu yerleri araştırıp raporlar gönderdiğini anlatıyor. Bu kolektif çalışma takdire şayan. Ancak Efsun‘un empati yorumunun aksadığı tek yer de burası. Demirtaş’ın mekân tasvirleri, örneğin Girit-Kandiye anlatımları gayet başarılı. Ama bu mekânların sakinleriyle ilgili bazı gözlemleri her zaman isabetli değil. Örneğin Lapseki’nin bir köyünde Orta Anadolu şivesiyle konuşan bir Hatice teyzenin olması pek mümkün değil. Yine de bu tür kusurlar birkaç sayfayı aşmıyor ve romanın ana akımına herhangi bir zarar vermiyor.

Efsun, Selahattin Demirtaş’ın keskin zekâsı ve mizah duygusunun yalnız siyasetle sınırlı olmadığını gösteren oldukça başarılı bir roman. Demirtaş’ın edebi empati çabasının ve kabiliyetinin, siyasi bir empati çabası ve kabiliyetiyle alakası olduğunu, daha doğrusu bunların birbirini tamamladığını düşünüyorum. Böyle bir yazarın bugün hapiste olması Türkiye’nin, hepimizin utancı.

Kaynak: Birikim Haftalık