Adalet Yürüyüşü’nden sonraki ikinci büyük ve dönüştürücü adım olabilir…

Kemal Kılıçdaroğlu cumartesi akşamı bir video yayınlamış ve bazı yurttaş kesimleriyle ‘helalleşme’ niyetinden söz etmişti. Oturup seyrettim, ancak belki grup toplantısında konuyu biraz açar umuduyla yazmak için bugünü bekledim. Bugün CHP grubunda konuştu ve yine pek açmadıysa da kastettiği toplum kesimlerinin adını vererek -muhtemelen tümünü sayma gereği duymadan- niyetini biraz daha somutlaştırdı.

Çok sevindiğimi, bu girişimi ya da girişim niyetini değerli bulduğumu söyleyerek başlamak istiyorum. Adalet Yürüyüşü’ne başlanacağını duyduğumda da heyecanlanıp hemen o gece oturmuştum bilgisayarın başına.

Uzun süredir siyasetin dönüştürücü bir işlevi olması gerektiği üzerine yazıyorum Diken’de. Yalnızca belli bir seçmen kitlesinin gönlünü hoş tutacak işler yapıp sözler sarf eden siyasetçilerin -ki ‘anket bağımlılığı’ olarak adlandırabiliriz bu durumu- ne kendilerine ne de ülkeye bir hayırları olduğu, olacağı kanısındayım. Partiler elbette oy oranlarını hesaba katar ancak ‘Anketten sonra da hayat var’ nihayetinde!

Adalet Yürüyüşü çağa ve koşullara en uygun, harika bir işti. Üç gün önce söylesen deli muamelesi yapılacak bir eylem biçimi, karayolunda yürümek; farklı, barışçıl, inatçı ve iktidarı çaresiz bırakan yordamıyla büyük bir etki yarattı. Ve sonra, durdu CHP. İYİ Parti’nin seçime girmesi için vekil katılımları da önemliydi tabii, ancak o bir anlık jest kabul edilebilir. İttifakı bir arada tutabilmek, başlı başına güç bir iş.

Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ programı, yürüyüşten sonraki en büyük yararı doğurmaya aday. Olur mu, olmaz mı, nasıl olur, iyi planlandı mı yoksa kervan yolda düzülür mü diyorlar, kim ne ölçüde samimi, dert tam olarak nedir, bunları bilmiyoruz. CHP ne kadarını biliyor, bunu da bilmiyoruz.

Şu aşamada şöyle bir iddiam olabilir yalnızca, iki-üç sayfa anayasa tarihi okuyup yazmış biri olarak: CHP genel başkanının, böyle bir ülkede, şu berbat koşullarda, yalnızca ve yalnızca bir ‘yüzleşme’nin gerekli olduğunu dile getirmesi, başka hiçbir şey yapamasa da yalnızca şuncacığı söyleyebilmiş olması dahi, tüm ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ gevezeliklerinden daha olumlu bir gelişmedir, anayasacılığımız için.

Hiç olmazsa günün birinde biri çıktı, bir CHP genel başkanı çıktı, anaakım siyasete dahil bir siyasetçi çıktı ve tarihimizde yüzleşilmesi gereken günahlar, hatalar, acılar olduğunu söyledi. Bu, iyi bir şeydir.

Neden helalleşme? CHP uzun süredir muhafazakâr kesimin seveceği (ya da öyle varsaydığı) terminolojiyi tercih ediyor, bilindiği üzere. Ancak, yolsuzluğa israf demeleri gibi bir anormallik olmadığı kanısındayım bu kez. Helallik, kültürün bir parçası ve işittiğimde bana herhangi bir inancı değil, yüzleşmeyi hatırlatıyor. Bu toplumda karşılığı olan bir sözcük ve o karşılık salt dindar kesimin heybesinde değil. Ayrıca, helalleşmeyle suçluların yargılanmayacağının vadedildiği kanısında da değilim. Velev ki muhalefetin niyeti bu olsun, eh ahali de koyun değil, kamuoyu baskısı diye bir şey var.

Cumartesi gününden itibaren tepkileri anlamaya çalışıyorum, çok beğenen de var eleştiren de. Anladığım kadarıyla en çok tepki, bir kesim ulusalcıdan ve AKP’lilerden geldi. Yani, ahı gitmiş vahı kalmış, ancak ahı gidip vahı kalan her ideoloji/dünya görüşü gibi bunun farkına varamayan siyasi eğilimler. Salt bu durum dahi Kılıçdaroğlu’nun iyi bir şey yaptığının kanıtı bana kalırsa.

Yıllar önce Mülkiye’de, gönül rahatlığıyla berbat biri diyebileceğim bir hukuk hocasının, asistanına haksızlık ettiğini duyunca tepki göstermiş ve haberleşme ağımızda epeyce yazışmıştık. Emekli bir hocamız da duyup bir mesaj yollamıştı. Demişti ki, “Ben asistanı tanımıyor ve olanları bilmiyorum ama hocasını tanırım, bu nedenle asistanın yanındayım”. Bence fena bir yaklaşım değildi!

Hakikat komisyonları vs. gibi mekanizmalardan söz edilmeye başlandı örneğin. CHP’nin bu tip mekanizmalardan yana olduğunu, olsa da şu koşullarda yapabileceğini, bırakın yapmayı, tartışmanın bile altından kalkabileceğini zannetmiyorum. Anladığım kadarıyla kastedilen, daha çok dinleme, anlamaya çalışma, ses duyurma gibi daha insani düzeyde bir şeyler.

Ayrıca kısa-orta vadede Türkiye’de bu tip mekanizmaların zaten kurulamayacağı, diyelim Güney Afrika ya da İspanya usulü yüzleşmeler olmayacağı kanısındayım, eğer bu ülkeyi çok yanlış tanımadıysam. Yanılmak çok güzel olur kuşkusuz, buna mukabil şu yaşıma dek tanıdığım ahalinin çok ama çok büyük çoğunluğunun ‘en kötü huylarının çok iyi niyetli olmaları’ olduğuna inandığını düşününce…

İnsan hayattan, kurumlardan, insandan vs. beklentiyi düşük tutunca, fazla hayal kırıklığına uğramıyor. CHP sosyalist bir parti değil, hatta ne ölçüde sol olduğu, örneğin İskandinav soluyla karşılaştırınca sol olup olmadığı tartışılır. Zamanında, 1965’te İnönü’nün ‘ortanın solu‘ adlandırması da TİP’in (yani bir sosyalist partinin) var olduğu koşullarda mecburiyetten yapılmıştı.

Diğer yandan CHP, ulusalcısından solcusuna farklı isimleri barındırabilen ve ülkedeki her kesimle az ya da çok irtibat kurabilen tek siyasi parti. Hâlâ dört seçmenden en az birinin oyunu alıyor, alabiliyor. Amiyane tabirle “CHP’den bir cacık olmaz” diyenlerin, şu ana dek hayallerindeki o cacığı yapabildiği de yok. Ezcümle, eninde sonunda ihtiyaç olan bir parti. Hizipçilerin ve bir yerde olmak dışında hiçbir ideali bulunmayanların varlığı düşünüldüğünde, yönetilmesinin ne denli zor olduğunu tahmin etmek güç değil.

Geçtiğimiz yüz yılda, her ne kadar kıyafeti her zaman devlet kumaşından dokunmuş da olsa değişim geçirdi, olup bitene ayak uydurmaya çalıştı ve bir yüzyılı tamamlamak üzere. Çoğu partinin ömrünün on beş-yirmi yıl olduğu düşünülürse, demek ki bir hikmet var diye düşünüyor insan. Her neyse, bu bir CHP yazısı değil, size üç makale önermek isterim. Tarihçi Ali Yaycıoğlu, CHP’ye ilişkin kapsamlı ve çok güzel gazete yazıları kaleme aldı bu yıl. Bir CHP arkeolojisiTarihin penceresinden CHP ve CHP ve Türkiye’nin geleceği. Fırsatınız olursa okumanızı dilerim.

Kılıçdaroğlu ise ‘ilginç’ biri. Üstelik hiç ilginç görünmeyen ilginç biri. 2009’da belediye seçimlerinde konuşmalarını ve sinir bozucu derecede sakin üslubunu sevip takip etmiş, Taşlıtarla’da, zamanında rahmetli babamla mitingler seyrettiğimiz meydanda izlemiştim. Böylesine memur kılıklı (Ankara’da iltifattır bu) birinin yarattığı heyecan şaşırtıcıydı. Bunun üzerine Radikal İki’ye, Mehmet Bekaroğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi partilerinin başına geçmesinin çok iyi olacağına dair bir şeyler yazmıştım. Oldu hakikaten! Kılıçdaroğlu, insanı çileden çıkaran tutumları da heyecan verici olanları da peş peşe sergileyebiliyor. Karayolunda yürüdü, sonra ‘anayasaya aykırı anayasa değişikliğini’ göz göre göre destekleyip, bu inadıyla HDP’lilerin içeri girmesine yol açtı, sonra ittifaklar ve şimdi de ‘yüzleşme.

Nasıl olsa daha çokça yazılıp çizilir. Uzatmadan, beklentiyi düşük tutmaktan yana olduğumu yinelemek isterim. İnsan bir yaşa dek öğreniyor neyi ne ölçüde umut etmesi gerektiğini. Olsun, yine de her olumlu adımın, her dönüştürücü eylemin, her iyi niyetin, hele ki Türkiye gibi bir ülkede, hele ki şu boğucu atmosferde değerini bilmekten yanayım. Hani o kareli ceketli bıyıklı zât demişti ya, “Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oldu”, Kılıçdaroğlu’nun (CHP’nin) bu çıkışı da, nihai olarak çok iyi bir şey.

Kaynak: diken.com