Türkiye’de Toplumsal Ahlakın Çöküşü: Egemen Sınıfların Ahlaksızlığının Somutlaşması ve Kültürel Hegemonya

Toplumsal ahlak, bireylerin bir arada yaşamlarını sürdürebilmesi için ortak değerler ve normlara dayanan bir çerçevedir. Ancak son yıllarda Türkiye’de bu değerlerin aşındığı, toplumsal bağların zayıfladığı ve sosyal sorumlulukların unutulduğu bir durumla karşı karşıyayız. Ahlaki çöküşten söz edilirken, ahlakın hepten yok olduğu algısı güçleniyor. Oysa burada bir ahlaki çöküşten çok, egemen güçlerin ve iktidarın kendi ahlakını (ya da ahlaksızlığını) topluma dayatmasından söz etmek gerekmektedir.

Antonio Gramsci’nin kültürel hegemonya teorisi, bu bağlamda çok kritik bir perspektif sunar. Gramsci, egemen sınıfların ideolojik gücünü sadece ekonomik ve siyasi yönetimle değil, aynı zamanda toplumsal değerleri ve normları manipüle ederek kurduklarını ifade eder. Türkiye’deki mevcut durumda toplumsal ahlaki çöküş, doğrudan bu hegemonik güçlerin ve iktidarın ahlaksızlıklarının halk üzerinde kabul ettirilmesi sürecidir. Buradaki asıl mesele, ahlaki çöküşün toplumsal değerlerin erozyona uğraması değil, egemen sınıfların ve iktidarın kendi ahlaki anlayışlarını topluma empoze etmesidir.

Kültürel Hegemonya ve Egemen Ahlakının Dayatılması

Gramsci’nin kültürel hegemonya kavramı, Türkiye’deki toplumsal ahlaki çöküşün derinliklerini anlamamıza yardımcı olur. Gramsci’ye göre, egemen sınıflar toplumu sadece ekonomik ve siyasi yollarla yönlendirmez, aynı zamanda kültürel normlar, değerler ve ahlaki ölçütler üzerinden de toplumu şekillendirirler. Türkiye’de son yıllarda derinleşen ekonomik eşitsizlikler, hukukun işlevsizleşmesi ve medya üzerindeki denetim, egemen sınıfların ve iktidarın kültürel hegemonyalarını pekiştiren faktörler arasında yer almaktadır.

Türkiye’deki toplumsal ahlaki çöküş, aslında sadece bireylerin değer yargılarının kaybolmasından kaynaklanmamaktadır. Buradaki asıl mesele, egemen sınıfların ve iktidarın kendi çıkarlarını ve ideolojik yapısını topluma kabul ettirmek için kendi ahlaki anlayışlarını dayatmasıdır. Gramsci’nin bakış açısıyla, bu durum halkın egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eden ve onların ideolojik yapısını yansıtan ahlaki ölçütleri içselleştirmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu noktada, ahlaki çöküşten bahsedildiğinde, bir sistemin değerlerinin aşındığı değil, aksine egemen sınıfların ve iktidarın ahlaksızlıklarının halk üzerinde kabul ettirilmesi söz konusudur.

Son yıllarda Türkiye’deki hükümetin uygulamaları, bu hegemonik sürecin somut örneklerini sunmaktadır. Ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesi, adaletsizce dağıtılan kaynaklar ve devletin tüm kurumlarını kendi denetimine alması, halkın ahlaki değerlerinin zayıflamasına ve çıkar odaklı düşünmelerine neden olmaktadır. Bu tür uygulamalar, toplumu sadece bireysel çıkarlar ve faydalar üzerinden şekillendirirken, kolektif sorumluluk ve dayanışma duygusunu erozyona uğratmaktadır. Egemen sınıfların bu değerleri topluma empoze etmeleri, halkın kolektif ahlaki değerlerden uzaklaşmasına ve yalnızca bireysel çıkarları düşünmesine yol açmaktadır.

Hukukun İşlevsizleşmesi ve Egemen Ahlaksızlık

Hukuk, toplumsal değerlerin korunması ve bireylerin güvenliğini sağlamak için önemli bir araçtır. Ancak Türkiye’de son yıllarda hukukun işlevsizleşmesi, toplumsal ahlaki çöküşün temel dinamiklerinden biri haline gelmiştir. Gramsci’nin kültürel hegemonya teorisine göre, hukukun işlevi yalnızca adaleti sağlamakla sınırlı değildir. Aynı zamanda toplumsal değerlerin korunmasında, bireyler arasındaki eşitlik ve adaletin sağlanmasında da önemli bir rol oynar. Ancak Türkiye’deki mevcut durumda hukukun sadece egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eden bir araca dönüşmesi, toplumsal ahlakın çöküşünü hızlandırmaktadır.

İktidarın hukuku, kendi politikaları doğrultusunda kullanması, toplumsal değerlerin yok olmasına neden olmaktadır. Yolsuzluklar, adaletsiz yönetim uygulamaları ve hukukun keyfi bir şekilde kullanılması, toplumsal ahlaka dair ciddi bir boşluk yaratmaktadır. Gramsci’nin de belirttiği gibi, egemen sınıfların toplumsal düzeni korumak için kullandığı araçlardan biri de kültürel hegemonya ve ideolojik araçlardır. Hukukun yalnızca iktidar sahiplerinin çıkarlarını korumak için kullanılması, toplumda adaletin ve eşitliğin zayıflamasına, dolayısıyla ahlaki değerlerin de çökmesine yol açmaktadır.

Medya ve İktidarın İdeolojik Denetimi

Medya, Gramsci’nin kültürel hegemonya teorisinin en güçlü araçlarından biridir. Egemen sınıflar, ideolojik çıkarlarını halk üzerinde kabul ettirebilmek için medya ve kültürel araçları kullanarak toplumsal değerleri şekillendirirler. Türkiye’deki medya özgürlüğünün kısıtlanması, hükümetin ideolojik hegemonyasını pekiştiren bir unsurdur. Medyanın büyük bir kısmı, hükümetin görüşlerini ve çıkarlarını yansıtan bir yapıdadır ve bu durum, toplumsal ahlaki değerlerin zayıflamasına, halkın sadece bireysel çıkarlarına odaklanmasına neden olmaktadır.

Gramsci’nin teorisi ışığında, medya sadece haber sunma aracı değil, aynı zamanda egemen sınıfların halkın değerlerini şekillendirme, onların düşüncelerini ve tutumlarını kontrol etme aracıdır. Türkiye’deki medyanın büyük bir kısmının iktidarın kontrolünde olması, halkın toplumsal sorumluluklarını, ahlaki değerlerini ve adalet anlayışını sorgulamadan kabul etmesine yol açan bir yapıyı güçlendirmektedir. Bu durum, halkın yalnızca mevcut siyasi yapıya ve egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eden bir ahlaki anlayışı içselleştirmelerine neden olmaktadır.

Egemen Ahlaksızlığın Toplumsal Etkileri

Türkiye’deki toplumsal ahlakın çöküşü, aslında egemen sınıfların ve iktidarın kendi çıkarlarına hizmet eden ahlaki anlayışlarının topluma dayatılmasından başka bir şey değildir. Gramsci’nin kültürel hegemonya teorisi, bu durumu anlamamız için kritik bir araç sunmaktadır. Ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesi, hukukun işlevsizleşmesi ve medya üzerindeki denetim, toplumsal ahlakın çökmesinde önemli rol oynamaktadır. Ancak burada asıl sorun, toplumsal ahlaka dair yaşanan çözülmenin bir çöküş değil, egemen sınıfların ve iktidarın dayattığı ahlaksızlıkların halk üzerinde kabul ettirilmesidir.

Bu noktada, ahlaki değerlerin yeniden inşası, yalnızca toplumsal değerlerin güçlendirilmesi değil, aynı zamanda egemen sınıfların kültürel hegemonya süreçlerine karşı bir direnişin de temelini oluşturur. Bu direniş, halkın kendi değerleriyle şekillenen, kolektif sorumluluk bilinciyle donanmış bir toplum inşa etme çabasıdır. Türkiye’deki ahlaki çöküş, egemen sınıfların ve iktidarın dayattığı ahlaksızlıkların kabul edilmesinin bir sonucudur ve bu durum ancak toplumsal direniş ve kültürel dönüşümle aşılabilir.


Kaynakça:

1. Gramsci, A. (1971). Hapishane Defterleri. International Publishers.

2.Marx, K. (1867). Kapital.

3.Marcuse, H. (1964). Tek Boyutlu İnsan. Beacon Press.

4. Lukács, G. (1971). Tarihte Sınıf Bilinci ve Toplumsal Bilinç. Verso Books.