Türkiye belki de tüm dünya toplumsal olarak büyük bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün ileriye dönük hayalini kurduğumuz olumlu bir dönüşüm olmadığını da görerek, deneyimleyerek yaşıyoruz.
Toplumculuk, insanlık, kardeşlik, merhamet, ahlak, adalet, saygı gibi kavramların aşındığını belirtmeye gerek bile yok. Artık sadece kendi bireysel çıkarında olan, her durumda kendine nasıl bir pay çıkacağı üzerine pozisyon alan bir toplumsal yapıya geçtik.
Siyasette de bu bağlamda ideolojilerin bittiğini görüyoruz. Artık muhalefetten iktidara, iktidardan muhalefete, sağdan sola, soldan sağa, muhafazakar partiden laik partiye geçişlerin artık kanıksandığını, bir sene önce birbirlerine bölücü, faşist ithamlarında bulunan partilerin yollarının birleşebildiğini görüyoruz.
Çünkü her kurumda olduğu gibi siyasette de bireysel önceliklerin ön planda olduğunu görüyoruz. Kendi partisinden aday gösterilmeyen bir muhalefet belediye başkanı iktidar partisinden aday olabiliyor, iktidar partisinde adaylaştırılmayan bir belediye başkanı ise muhalefetten aday gösterilebiliyor.
İşin ironik yanı ise muhalefet belediye başkanı iken icraatları beğenilmese de iktidar adayı mı kazansın denilerek muhalif seçmen tarafından desteklenirken, belediye başkanı iktidar partisine geçtiğinde ise daha önce icraatlarını beğenmedikleri ve karşı tarafta olduğu için iktidar seçmeni tarafından eleştirilen başkan bu kez muhalefet adayı mı kazansın denilerek iktidar seçmeni tarafından destekleniyor. Bu ideolojik açıdan içi dolu olmayan tarafgirlik neticesinde her durumda kazanan bir kişi ve çevresi olurken kaybeden her taraftan vatandaşlar oluyor.
Siyasetten ideoloji çıkınca ister istemez kişisel menfaatler ön plana çıktı. Seçmenler de takım tutar gibi partileri tutmaya başladı. Her seçim bir şampiyonluk maçı. İktidarla muhalefetin karşı karşıya geldiği her olay da bir derbi maçına döndü. Futbolda taraftarların kendi lehlerine verilen yanlış bir penaltı kararının doğruluğunu savunması, kendi aleyhlerine verilen haklı bir kırmızı kartın yanlışlığını savunması gibi bir koşullanma içine girildi.
Siyasi partiler kendi içinde özeleştiri yapmıyor. Eleştirenler ise hedefe konuluyor. Partilerden uzaklaştırılıyor. Şimdi zamanı değil söylemi sadece seçim dönemlerini değil bir ömrü kapsar hale geliyor.
Siyasi taraftarlıkta artık belediyede, kamuda işe girme, çocuğunu işe sokturma, işini hallettirebilme, hastanede yatak buldurma, sosyal çevre edinme, ticaret yapıyorsa müşteri portföyünü genişletme, siyaset üzerinden şahsi işlerini büyütebilme gibi kişisel kazanım beklentileri var.
Siyaset tamamen kişisel sorunlara indirgenmiş. İnşaatı mühürlenen müteahhit, mekanına ruhsat isteyen işletmeci, simit tezgahı, büfe, iş isteyen, evine eşya, çocuğuna palto isteyen siyasi partilere koşuyor. Toplum için, ülke için fikrim var diye siyasi parti ziyaret eden yok.
Ve bunlar artık normal kabul edilir oldu. Ne talep eden, ne konumu gereği talepte bulunulan bu durumu hiç yadırgamıyor. Ve bütün işler, kadrolaşmalar bu doğrultuda sürüyor. Liyakat artık uzak bir hayal.
Aslında bu süreçte unutulan temel nokta; vatandaşın sorunlarını çözecek, hayatını kolaylaştıracak, daha iyi yaşam koşullarını sunacak olan bütün bir siyaset kurumudur. Ve artık siyaset ile vatandaş birbirinden bu bağlamda koptu. Siyasilerin konuştuğu gündemler vatandaşın pratik hayatında bir iyileşmeye yönelik değil. Yapılan tartışmaların sokaktaki vatandaşın hiçbir sorununa pratik çözüm sağlamaya dönük olmadığını görüyoruz.
Siyasetin her kademesinde yaşanan büyük bir mücadele var. Ama mücadele koltuğu yani yönetimi elde etme ya da koruma mücadelesine dönmüş durumda. İdeolojik bir tartışma kaybolduğu için de tartışılan sadece isimler. Bir taraf için o isim iyidir. Öbür taraf için o isim kötüdür. İyi ya da kötü olması bizim tarafta olup olmaması ile ilgilidir. Yine futbol örneğine dönersek bizim takımımızda olan futbolcu bizim takımımızda olduğu için kahramandır, tribünlerden alkış alır ama transfer olur da rakip takıma geçerse aynı futbolcu bu kez aynı tribünlerin önüne çıktığında ıslıklanır, tepki görür. Rakip takıma geçmeyi reddeden bir grup futbolcu vardır ki bunlar o takımın değerlerine bağlı olduğu için o takımın alt yapısına girmiş, o takımın kültürünü benimsemiş oradan A takıma çıkmıştır. Forması için terini son damlasına kadar akıtır. Rakip takım ne kadar transfer ücreti teklif ederse etsin asla rakip takıma gitmez.
Toplumsal yozlaşmanın bir parçası popüler kültürdür. Popüler isimler, profesyonel kariyerli isimler tüm kurumlar tarafından tercih ediliyor. Siyasi partilerin kadrolaşması da bu yönde. Menfaati için değil ideolojik bağı ile gençlik kollarına girmiş hayatını bu ideolojiye adamış donanımlı, dürüst, güvenilir, davayı satmayacağı, herhangi bir suçlamada hiç düşünmeden asla yapmamıştır denilebilecek, çekirdekten yetişmiş ve kendini yetiştirmiş kadroların yükseltildiği demokratik bir yapılanma tercih edilmiyor. Profesyonel işini bilen, kariyer planlı, kariyer planına uygun her türlü yeni kişi ve duruma uyum gösterebilen kadrolarla bir yapılanma kuruluyor ve kısa vadeli alınan yollar orta ve uzun vadede çöküşe mahkum oluyor.
Bu yapılanma, kuruma bir bağlılık duymadığı için kurum değerlerine aykırı sorunlar oluşturduğu gibi dışarıdan bakıldığında da kuruma olan inandırıcılığa zarar veriyor. Liyakat talep ederken, kendi kurumunuzda liyakat olmadığı ortaya çıkıyor.
Size hiç kimse hiçbir adaylık için fikrinizi sormadı, nasıl yol izleneceğine dair hiçbir fikriniz sorulmadı. Hiçbir sürece dahil edilmediniz. Sadece birilerini koltukta tutmak ya da koltuğu kazanmasını sağlamak için hayatınızı vermenizi istediler. Verdiniz. Bunun karşılığında onlar için uygun kişi iseniz küçük görevler ile sizi yetindirdiler. Üzüldüğünüz, bir yerlere getirdiğiniz kişilere koruma ordusundan, şak şakçı ordusundan yanaşamadınız bile. En fazla itiş kakış ile bir fotoğraf çektirdiniz.
Onlar kendi yanlış kadroları, kendi yanlış kararları ile umutlarınızı yıkıyor, hayallerinizi yıkıyor. Ama hiç bedel ödemiyorlar. Hiç sorumluluk da almıyorlar. Hep haklılar. Hep size anlatacakları bir hikaye var. Siz bir noktada ama yanlış yapılıyor derseniz şak şakçıların saldırısına uğruyorsunuz.
O yüzden çok üzülmeyin. Demleyin çayınızı, alın bir klasik roman hem bambaşka dünyalara giriş yapın hem vizyonunuz genişlesin.
Çocukken pazarlarda kutularda civcivler satılırdı. Siyah civcivler başka kutuda, sarı civcivler başka kutuda. Hepimizi kutulara sokuşturup kategorize ettiler.
Hayatlarımız bitti ama siyasetçilerin koltuk mücadelesi hiç bitmedi. Sıra bize hiç gelmedi.
İktidardan; emekli maaşına zam mı istiyorsun, kademeli emeklilik mi istiyorsun, suça cezanın artmasını mı istiyorsun, sokakta güven içinde yürümek, güven içinde araba sürmek mi istiyorsun, kadına şiddetin bitmesini mi istiyorsun, daha iyi ve adil bir sağlık ve eğitim sistemi mi istiyorsun, hukuka güvenmek mi istiyorsun, bir kez geldiğin bu hayatta güven içinde, mutlu, refah içinde yaşamak mı istiyorsun? Hangi partiye oy verirsen ver bunları talep et.
Belediyenden; temiz bir çevre mi istiyorsun, sokağındaki oynayan kaldırım taşlarının düzeltilmesini, yoluna asfalt yaması yapılmasını, kaldırıma bank, çocuğuna park, daha çok ağaç, daha çok kültür ve sanat, liyakatlı kadrolar, şeffaf bütçe, çalışmadan maaş alan ATM elemanlarının olmamasını mı istiyorsun? Hangi partiye oy verirsen ver bunları talep et.
Siyaseti rayına oturtacak olan biz vatandaşlarız. O partiden bu partiden olup birbirimize düşman edildik. Artık vatandaş olup ortak çıkarlarımız için mücadele etmeliyiz.
Dr. Başar ERGÜN