CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından başlayan protestolara dair İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı açıklama, yargının giderek daha yoğun biçimde siyasal alanı düzenleyici bir araç olarak kullanıldığına dair tartışmaları yeniden alevlendirdi. Açıklamaya göre, kent genelinde gerçekleşen gösterilere ilişkin 20 ayrı soruşturma kapsamında 819 kişi hakkında kamu davası açıldı; bu kişilerden 278’i hâlihazırda tutuklu bulunuyor.
Başsavcılığın “yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşleri” tanımıyla meşrulaştırmaya çalıştığı gözaltı ve tutuklamalar, toplumsal muhalefeti kriminalize etme politikalarının yeni bir aşaması olarak değerlendiriliyor. Zira hem gözaltı süreci hem de soruşturmaların hızla dava aşamasına taşınması, hukuk çevrelerinde adil yargılanma hakkı ve gösteri özgürlüğü gibi temel anayasal ilkeler açısından sorgulanıyor.
Bir Kentten Yükselen Ses, Tüm Ülkeye Yayılıyor
İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart tarihinden bu yana, İstanbul’un birçok ilçesi başta olmak üzere pek çok kentte kitlesel protestolar düzenlendi. Gösteriler özellikle gençler ve öğrenciler tarafından organize edilirken, güvenlik güçlerinin orantısız müdahalesi dikkat çekti. Protestolarda gözaltına alınan bazı kişilere yönelik suçlamalar arasında “kanunsuz toplantıya katılmak” gibi muğlak ifadeler öne çıkarken, insan hakları savunucuları bu tür suçlamaların siyasal muhalefeti susturmaya dönük olduğunu savunuyor.
Yargının Hızlı İşleyişi: Hukukun Üstünlüğü mü, Siyasal Görev mi?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın resmi açıklamasında, İmamoğlu ve “bir kısım şahısların” mali ve terör soruşturmaları kapsamında gözaltına alındığı, protestoların ise bu gelişmelerin ardından gerçekleştiği belirtiliyor. Ancak kamuoyunda, söz konusu soruşturmaların dayanağı olan delillerin ne olduğu konusunda ciddi bir belirsizlik hakim. Üstelik “firari” olarak tanımlanan 10 kişiye dair bilgi verilmemesi, yargının şeffaflığına dair kaygıları artırıyor.
Uzmanlara göre, muhalefet figürlerinin hedef alındığı bu tür davalar, seçimler öncesinde iktidarın siyasi pozisyonunu güçlendirmeye dönük bir stratejinin parçası olabilir. Türkiye’de yargının yürütme organından bağımsız olmadığı yönündeki eleştiriler, özellikle son yıllarda artarken, bu son dalga gözaltı ve tutuklamalar, hukukun araçsallaştırıldığı endişelerini yeniden gündeme taşıdı.