25 Mayıs 2020’de ABD’nin Minnesota kentinde işlenen bir cinayet, yani Derek Chauvin isimli beyaz polis memurunun George Floyd’u gözlerimizin içine baka baka öldürmesi sonrasında başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerde gelişen tepkiler üzerine çok şey yazıldı, konuşuldu.
Gayet anlaşılır bir şekilde, yazılıp konuşulanlar daha çok ABD’deki ırkçılığın ya da Floyd’un öldürülmesi sonrasında açığa çıkan tepkinin boyutlarına; eylemlerin katılımcılarının sosyal /sınıfsal kompozisyonuna ve taleplerine ya da eylemlerin örgütlenmesinde ön planda olan Antifa hareketine odaklandı.
Kuşkusuz, son derece kıymetli analizler, tespitler yapıldı. Bu yazı ise, güncelin bir parça ötesinde geçerek, meseleyi, yani ırk ve ırkçılık olgusunu, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi çerçevesinde nasıl ele alabiliriz sorusunu yanıtlamayı hedefliyor.
Liberal kimlik kuramcılarından farklı olarak, ırk ve ırkçılık meselesinin sınıfsal bir perspektifle ele alınmasına katkı sunma umudu ve bugüne geri dönme taahhüdüyle.
“Kapitalizmin pembe renkli şafak işareti” ve ırkçılık
Yukarıdaki soruyu yanıtlama çabasına girmeden önce, sorunun çok sayıda eleştirel kuramcı tarafından tartışıldığını anımsatmakta fayda var.
Örneğin Marksist kuramcı Alex Callinicos, Emperyalizm ve Küresel Ekonomi Politik1 kitabında, modern ırkçılığın kapitalizmin kurulduğu tarihsel süreç içinde ortaya çıktığını belirtir. 4 Temmuz 1776’da kaleme alınan ve bütün insanların eşit olduğunu vurgulayan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı Thomas Jefferson’ın Virjinyalı bir köle sahibi olması bu konuda güzel bir örnektir.
Tam da “liberalizmin” bu iki yüzlü ve özgürlüğü -köle dahil- mülkiyet çerçevesinde tanımlayan şiddete dayalı anlayışını deşifre edecek şekilde “Amerika’da altın ve gümüşün bulunması der Karl Marx Kapital’de ve ekler: “yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Doğu Hint adalarının ele geçirilmeye ve yağmalanmaya başlanması, Afrika’nın kara deri ticaretinin av alanı haline getirilmesi, kapitalist üretim çağının pembe renkli şafak işaretiydi”.2
Bir kaç satır sonrasında, insanlığın bu dönemlerde utanç ve vicdan denen şeyin son kalıntılarını da yitirdiğini eklemeyi unutmadan.
“Sermaye birikimi” ve ırkçılık!
Klasik Marksist gelenek içerisinde ırkçılığa ilişkin kalem oynatan bir başka isim de Rosa Luxemburg’dur.
Luxemburg’un, kuramını formüle etmek için ele aldığı konulardan birisi, 1602 yılında, Marks’ın Kapital’de, sermayesinin Avrupa ülkelerinin toplamından fazla olduğunu belirttiği Hollandalı tüccarlar tarafından kurulan Doğu Hindistan Şirketi’nin Güney Afrika’daki ırkçı uygulamalarıdır.
Nitekim, kuruluşundan kısa süre sonra Portekiz’in okyanuslardaki üstünlüğüne son verecek kadar büyüyen bu şirketin Jan van Riebeeck öncülüğündeki bir kafilesi, 1652 yılında bugün Cape Town olarak bilinen bölgede bir koloni kurar.
Sonrası mı?
İdeolojik söylemle, “coğrafi keşifçiler”in, ama aslında “sömürgeciler”in başındaki isim olan Riebeeck, topraklarını gaspettiği yerli topluluklardan birisinin lideri ile yaptığı konuşmayı şu şekilde not eder günlüğüne:
“…(liderleri) Kendilerinin Hollanda’ya gelmeleri durumunda böyle bir şey yapmalarına izin verilip verilmeyeceğini sordu ve ekledi… ‘bizim için bir sorun olup olmadığını ya da bize bir rahatsızlık verip vermeyeceğini sormadan en iyi toprakları kendiniz için seçiyorsunuz’. Onlara topraklarını savaş sonucunda kaybettiklerinin (…) artık bu toprakların onların olmadığını kabul etmek zorunda olduklarının söylenmesi gerekiyordu. Toprakları (… ) bir savaş sonucunda bizim olmuş, kılıçla kazanılmıştı…”3
İslamcıların ve Türk-İslamcıların Ayasofya için dile getirdikleri “kılıç hakkı” ifadesinin kimler tarafından ve nasıl kullanıldığını da gösteren bu süreci Rosa Luxemburg şu satırlarla anlatır:
“…Kendilerini tanrının seçilmiş insanları olarak gören bu dindar Hollandalılar, modası geçmiş püriten ahlak anlayışları ve Tevrat’ı yakından bilmeleriyle pek bir gurur duyuyorlardı ama, o ülkenin yerlilerinin topraklarını almakla yetinmeyip, parazit gibi zencilerin sırtından geçirmek için kendi köylü ekonomilerini de kurdular. Zencileri kasıtlı ve sistemli bir şekilde tüketip yozlaştırdılar ve kendileri için köle-işgücü haline getirdiler.”4
Sanayi devrimi, sosyal Darwinizm, emperyalizm ve ırkçılık
Bir sonraki dönem, “üzerinde güneş batmayan İmparatorluk”ta, yani İngiltere’de yaşanan “sanayi devrimi” dönemidir. Başta Adam Smith olmak üzere, klasik ekonomi politiğin, “ulusların zenginliği”nin yolunun, sermayenin yatırımları ve pazarın genişliği aracılığıyla emeğin üretkenliğini artırmaktan geçtiğini salık verdiği zaman dilimi.
Diğer yandan da Karl Marks’ın, klasik ekonomi politiğin kapsamlı bir eleştirisini yaptığı Kapital’de, “ulusların zenginliği” olarak tanımlanan sürecin, artı değer, dolayısıyla sömürü üzerinden yükseldiğini gözler önüne serdiği bir zaman dilimi.
Callinicos, sanayi devriminin, rasyonalizmi fetişleştiren bu düşünsel (“liberal”) atmosfer içerisinde, Charles Darwin’in doğal seleksiyon kuramının çarpıtılmış bir versiyonu ve liberal rekabetçilik / doğal düzen kuramlarının bir araya gelmesi ile ortaya çıkan bilimsel evrimci ırkçılık ideolojisinden bahseder.
Öte yandan, sanayi devrimi olarak adlandırılan sürecin bir başka sonucu de Vladimir I. Lenin başta olmak üzere çok sayıda Marksist kuramcının analiz ettiği emperyalizm olgusudur. Ve emperyalizm ırkçılıktan hiç de uzak bir olgu değildir.
Dahası, emperyalizm aynı zamanda, Callinicos’un bahsettiği ve liberalizmle de hemhal olan bilimsel evrimci ırkçılık ideolojisinin içinde şekillendiği siyasal ve iktisadi atmosferin tam da kendisidir.
Örnek olsun: Lenin, Emperyalizm kitabında, 1867’de Johannesburg yakınlarında bulunan altın ve elmas madenlerine en büyük yatırımları yapacak olan firmanın sahibi Cecil Rhodes’in 1895 yılında sarfettiği şu sözleri aktarır:
“Dün Londra’nın East Rand’indeydim (işçi semti) ve işsizlerin düzenledikleri bir toplantıya katıldım. Ekmek için çığlıktan ibaret olan ateşli konuşmaları dinledikten sonra eve gittiğimde, emperyalizmin önemine daha da inandım… En büyük düşüncem, toplumsal sorunun çözülmesidir; yani Birleşik Krallığın 40 milyonluk nüfusunu ölümcül bir iç savaştan koruyabilmek için, biz sömürge politikacıları, fazla nüfusu yerleştirebileceğimiz, fabrika ve madenlerde üretilen ürünler için yeni pazar oluşturacak yeni topraklar kazanmak zorundayız. İmparatorluk, bunu her zaman söyledim, bir mide sorunudur. Eğer iç savaş istemiyorsanız, emperyalist olmak zorundasınızdır.”5
Sanayi devriminin “artı nüfusu”, madencilik ve ırkçılık
Yukarıdaki sözlerin sarfedildiği yıllarda, başta Cecil Rhodes’in firması olmak üzere Güney Afrika’ya muazzam yatırımlar yapan madencilik sermayesi, gereksinim duyduğu kalifiye emek gücünü kendi ülkesinden, yani İngiltere’den, sanayi devriminin “artık nüfusu” arasından seçerek getirir.
İngiliz işçi sınıfının sanayi devriminin massedemediği bu kesimleri, ilerleyen dönemlerde Güney Afrika’da emperyalist yatırımlar yoluyla şekillenen ırkçı kapitalizmin kalifiye ve ayrıcalıklı beyaz işçi sınıfını oluşturacaktır.
Bir sonraki yazıda daha detaylı ele alacağım üzere, madencilik sektörü, aynı zamanda madenlerin derinlerinde çalışan ve kalifiye olmayan işçilere de ihtiyaç duyar. Siyah nüfusun madencilik sermayesinin bu ihtiyacını görmek üzere zorla (“ilkel birikim”!) işçileştirilmesine dönük politikalar ise, Güney Afrika’nın kurumsallaşmış ırk ayrımcılığının en önemli adımlarını oluşturacaktır.
Kuşkusuz, İngiliz emperyalizminin tayin ettiği yöneticilerin muazzam rolü aracılığıyla.
Lenin’in Emperyalizm’i yazmasından bir kaç yıl öncesine kadar Güney Afrika Yüksek Komiseri olan Lord Milner’in 1903 tarihli Johannesburg Belediye Kongresi’nde yaptığı konuşmada sarf ettiği şu eril ve ırkçı sözleri bu rol konusunda bir örnek oluşturuyor:
“Beyaz adam yönetmeli; çünkü o, aşama kaydetmesi yüzyıllar alacak ve büyük ihtimalle önemli bir çoğunluğu herhangi bir aşama kaydedemeyecek siyah adamın çok çok üzerindedir.”6
- 1913 yılında çıkarılan ve ülke çapındaki toprakları ırk temelinde bölen, siyahlara toprak satın alma kısıtlaması getiren Yerli Arazi Yasası;
- 1923 yılında çıkarılan ve kentsel toprakları ırk temelinde ayrıma tabii tutan Yerliler Yasası,
- 1936 yılında siyah nüfusun oy hakkının kalan kısmını da kaldıran Yerli Temsil Yasası,
coğrafyadaki kapitalist sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamaya dönük düzenlemelerden sadece bazılarıdır.
“Liberal şiddet” ve ırkçılık
Bütün bunlar ve ilerleyen yazılarda ele alınacak olan, başta Güney Afrika ve ABD olmak üzere başka coğrafyalarda yaşananlar gösteriyor ki, ırk ayrımcılığı kapitalist üretim ilişkilerinin kuruluşunun önemli öğelerinden birisi.
Dolayısıyla, ırk ya da ırkçılık, örneğin liberal kimlik kuramcılarının, kendiliğinden, doğal, içkin olarak varolduğunu iddia ettikleri “ırksal kimlik” farklılıklarından kaynaklı bir olgu değil.
Bu çerçeveden bakıldığında, Economist‘in 11 – 17 Temmuz 2020 tarihli ve “Yeni Irk İdeolojisi: Yanlış Olan Ne” temalı sayısının aynı başlıklı editoryal yazısında, Floyd’un öldürülmesi sonrasında, başta üniversite kampüsleri olmak üzere çeşitli mecralarda beliren “radikallikten” endişe ile bahsedilmesi anlaşılır.
Her şeyden önce, bu endişenin salt Economist’in editörlerinin değil, sermayenin de endişesi olması nedeniyle.
İkincisi, Economist’i ve dolayısıyla sermaye çevrelerini endişelendiren radikalliğin, Economist’in kendi ifadesi ile “Aydınlanma döneminin liberal değerlerini” sorgulayacak kadar ileri gitme potansiyeline sahip olması nedeniyle.
Evet o “liberal değerleri”! Daha doğrusu, eşitlik ve özgürlüğü mülkiyet hakkına indirgeyerek daha fazla sermaye birikimi adına, sömürgecilikten ırkçılığa uzanan bir dizi olguyu meşrulaştıran “liberal şiddet”i.7
Evet, yalnızca devletlerin değil, bir sınıf ve ilişki olarak sermayenin de öznesi olduğu “liberal şiddet”i.
Ve dolayısıyla, o “liberal şiddetin” içinde şekillendiği ilişkiler bütünü olarak kapitalizmi.
Sermaye korkmakta ve daha fazla “liberal değer” önermekte haklı!
Kaynaklar
1 Callinicos, A. (2009) Imperialism and Global Political Economy, Cambridge: Polity, s. 162 -164.
2 Marx, K. (2004) Kapital Cilt 1, çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol, s. 716.
3 Feinstein, C.H. (2005) An Economic History of South Africa: Conquest, Discrimination and Development, Cambridge: Cambridge University, s. 15.
4 Luxemburg, R. (1986) Sermaye Birikimi, Çev: Tayfun Ertan, İstanbul: Alan, s. 314 – 315.
5 Lenin, V.I. (1995) Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev.: Cemal Süreya, Ankara: Sol, s.82.
6 Marks, S. ve S.Trapido (1987) “The Politics of Race, Class and Nationalism”, Marks, S. ve S.Trapido (der.), The Politics of Race, Class and Nationalism in Twentieth Century South Africa içinde, Essex: London, s. 7.
7 Liberal şiddet ifadesi için bkz., Türkay, M. Ve T. Tören (2014) “Tarihselliği İçinde Liberal Şiddet ve Görünümleri”, İktisat, 529: 89 – 104.
- Hrant Dink’in Ardından… - 19 Ocak 2023
- Bir Güncellik Olarak Komünist Manifesto - 24 Şubat 2021
- “Sosyal hareketler” ya da oluşum halindeki sınıf… - 8 Ocak 2021