Bir uyarı ile başlamak gerekiyor: Meclis’te görüşülen bekçilik uygulamasını anakronik biçimde Hitler Almanya’sının uygulamalarına benzetmek en fazla soyut bir zeminde yükselen siyasi propagandaya tekabül eder. Üniforma renklerinden dolayı “Kahverengi Gömlekliler” yani “Fırtına Birlikleri” yani Sturmabteilung (SA) ile karşılaştırılmasına rağmen farklı kurumsal yapılardır. SA’lar Nazi rejimine muhalif olanları şiddet kullanarak sindirmek ve suikastlarla ortadan kaldırmak üzere gönüllülerden oluşan düzensiz birliklerdir. SA’ların zamanla siyasal görüş eşliğinde inisiyatif almaya teşebbüs etmesi toplu siyasi cinayetlerin yaşandığı “Uzun Bıçaklar Gecesi” ile sonuçlanmıştır. Bekçilik kurumu ise mevcut haliyle formel ve legal güvenlik hiyerarşisi içerisinde düşük kademeli bir pozisyondan ibarettir ve siyasi inisiyatif almaktan uzaktır. Biraz daha detaylandırırsak: Nazi Almanya’sında iktidarın ele geçirilmesinden sonra Alman toplumunun güvenlikleştirilmesinin başlanmasına karşı, devlet aygıtının yeterinde güvende olmadığı üç yıl sonra fark edilmiştir. Haziran 1936’da Nazi devlet teşkilatlarında bu doğrultuda düzenleme yapılırken Hitler, SS’in de başı olan Himmler’i Alman polis teşkilatına atamıştır. Himmler, polisi, Düzen Polisi (Orpo) ve Güvenlik Polisi (Sipo) olarak ikiye ayırmıştır. Ne var ki, güvenlik faaliyetlerinin Orpo, Sipo, Gestapo, SA, SS şeklinde çok katlı kurumsal hale getirilmesi bir aşamadan sonra kurumsal karmaşaya yol açmıştır. Bu tabloya göre de bakacak olursak bekçiler, kısmen Düzen Polisi’ni andırabilir ama aslında o da değildir.
*
TBMM İçişleri Komisyonunda Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi’ne göre, genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak üzere emniyet ve jandarma teşkilatları bünyesinde silahlı bir kolluk olarak çarşı ve mahalle bekçilerinin istihdam edilmesi planlanmaktadır. Bekçilere geniş yetkiler verilmesi nedeniyle muhalefetin eleştirisini yönelttiği teklifle getirilen bazı yeni düzenlemeler şöyle:
- Bekçiler, zor ve silah kullanma yetkisine sahip olacak.
- Görev saatleri içinde ve görevlendirildikleri bölgede devriye hizmeti yürütecek, şüpheli durum veya kişileri bağlı bulundukları genel kolluk birimlerine bildirecek.
- Kamu düzenini bozacak mahiyetteki gösteri, yürüyüş ve karışıklıkların önlenmesi amacıyla genel kolluk kuvvetleri gelinceye kadar önleyici tedbirleri alacak.
- Uyuşturucu madde imal edildiği, satıldığı veya kullanıldığından, kumar oynandığından ya da fuhuş yapıldığından şüphe edilen yerleri bağlı bulundukları genel kolluk birimlerine bildirecek.
- Makul bir gerekçeyle “durdurma” yetkisini kullanacak, kimlik veya diğer belgeleri isteyebilecek.
- Kişinin şüphe uyandırması durumunda üst araması yapabilecek, araçların görünmeyen bölümlerinin açılmasını isteyebilecek.
- Çarşı ve mahalle bekçileri, suç işlenirken veya işlendikten sonra, henüz izleri meydandayken suç delillerinin kaybolmaması veya bozulmaması için tedbir alabilecek.
Kemal Sunal’ın “Bekçiler Kralı”nda, Türkan Şoray ile Bulut Aras’ın başrollerini paylaştığı “Sultan”da İlyas Salman’ın bekçiyi canlandırdığı filmlerde izlediğimiz elinde düdükle asayişi tesis ederken belindeki silaha sarılmayan, emir-komuta zincirinde alt sırada yer alan nostaljik imge, söz konusu Teklif’le birlikte yerini başka bir imgeye bırakmaktadır. Polislerin kamusal alanda zor kullanma kapasitesine neredeyse denk bir yetki alanına erişen bekçiler, yeni nesil önleyici (pre-emptive) bir güvenlik aparatı olarak hazırlanmaktadır. Bekçiliğin statüsündeki düzenlemeyi analitik bağlamda iki temel başlıkta tartışmak mümkündür.
Birincisi ve teknik-ekonomik boyutu, iç güvenlik hizmetinin sunumunda hedeflenen tasarruf politikasıdır. İkincisi ve siyasi-idari boyutu, 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana siyasi iktidarın kamu mimarisinde “altyapısal iktidar” alanını genişletme girişimidir. Kriz dönemlerinde farklı il ve ilçelerde, mekânsal ölçeklerde mikro iktidar alanlarını korumaya ve devam ettirmeye yönelik olarak güvenlik personeli yetiştirilmektedir.
- I)
Personel giderleri bakımından bekçilerin aylık maaşı polislerden daha düşüktür. 8/1 derecesinde mesleğe yeni başlamış polis memuru Ocak 2020 itibariyle 5 bin 950 TL civarında maaş alırken, lisans mezunu ve evlenmemiş bir bekçi 4 bin 404 TL ile 4 bin 657 TL arasında maaş almaktadır. En düşük bekçi maaşı ise (ilkokul mezunu olarak) 4 bin 302 TL’dir.
Eurostat verilerine göre Avrupa Birliği ülkeleri genelinde 2009’dan bu yana polis sayısı yaklaşık yüzde 3.4 azalarak 1.6 milyona inmiştir. AB’de her 100 bin kişi için ortalama 318 polis/jandarma görev yaparken, Türkiye’de ise Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2018 verileri dikkate alındığında 100 bin kişiye 540 polis/jandarma düşmektedir. Türkiye’de son 10 yıl içinde yaklaşık yüzde 26 oranında bir artış kaydedilmiştir. AB’de 314 kişiye bir polis düşerken, Türkiye’de ise bu rakam 185 kişidir.
Polis sayısındaki niceliksel artış ekonomik parametrelerden bağımsız değildir. 1 trilyon 95,5 milyar liralık merkezi bütçe içinde savunma ve güvenlikte görev alan kurumların toplam ödeneği 119 milyar 146 milyon 640 bin liraya ulaşmıştır. Savunma ve güvenlik alanında en fazla kaynak 53,9 milyar lirayla Milli Savunma Bakanlığına ayrılırken, ikinci sırada 39 milyar lirayla Emniyet Genel Müdürlüğü gelmektedir. Genel bütçeli idarelerin sahip olduğu 103 bin 410 aracın 51 bin 360’ını Emniyet Genel Müdürlüğü kullanıyor.
İç güvenlik kurumları devletin zor aygıtları yelpazesinde egemen sınıfların siyasi egemenliğini sürdürmenin asli ve zorunlu araçlarından birisidir. Güvenlik sektörü sermaye birikim stratejisinin bir parçası olmaya başlamışsa da, iç güvenlik hizmetlerinin -personel maaşları, taşınır taşınmaz alımları, diğer harcamalar da dâhil olmak üzere- kamu bütçesinden karşılanması nedeniyle henüz kârlı bir alana dönüşmemiştir. Güvenlik hizmetlerini özelleştirme gündemi bulunmadığı için harcamalarda maliyet hesapları ve tasarruf yöntemleri tercih edilmektedir. Bu bağlamda yeni polis alımı yerine daha düşük ücretli bekçilerle iç güvenlik hizmetlerinin yürütülmesi kapitalist rasyonalite açısından daha makul görünmektedir. Öte yandan bekçiliğin işsizliğin çığ gibi arttığı bir dönemde iş kapısı olarak görüldüğü, devlet tarafından ise istihdam yaratmak için işlevselleştirildiği aşikardır.
II)
Sermaye birikimi ve sermayenin yoğunlaşması ile kapitalist devletlerin varlıklarını devam ettirmesinde zor araçlarının birikimi eşzamanlıdır. Güvenlik olgusunu hem sermaye birikimine hem de toplumun denetlenmesi ve kontrolüne bir zemin olarak okumak, kamusal-özel ayrımına içkin liberal varsayımların en net eleştirisi olacaktır. Mark Neocleous’un belirttiği üzere sermaye ve devlet, güvensizliğin üretiminden geçimlerini sağladığı kadar, güvenliğin asla gerçekten elde edilebilecek bir şey olmayacağını da garanti altına almalıdırlar. Güvenliğin metalaşması güvenlik fetişizmini de besler. Söz konusu fetişleştirme iki taraflıdır: Bir yandan güvenlik sorununa çözüm bulan metalar kısmen metanın kendisinden ve kısmen temsil ettiklerinden kaynaklı gizemli bir karakter taşır; aynı zamanda da, güvenlik olgusunun maddeselliği yok oldukça sürekli biçimde temsili olarak maddi kılınmaktadır.
Kapitalist toplumlarda meta biçimi ideolojisi eşzamanlı olarak güvenlik ideolojisiyle kesişerek paralel hareket etmekte, güvenlik devletinin işlem ve eylemlerine meşruiyet zemini sağlamaktadır. Neocleous, güvenliğin hayali güvensizlik ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtirken, tam da, toplumsal ve siyasal korkulara dayanarak güvenlik tüketiminin artacağı, daha çok metalaşma süreci ile güvensizlik algısının ortadan kalkacağı bir momente işaret eder. Güvenliğin bu bağlamda özü sermayenin genişlemesi, yayılmasını ve dolaşımını kolaylaştıran bir strateji halini alır. Güvenliğin burjuva toplumunun en önemli kavramlarından birisi olarak sunulmasından ötürü günümüz devletleri tarafından güvenlik hizmetleri özelleştirilmek yerine devlet aygıtları eşliğinde güçlendirilmektedir.
Son birkaç yılı göz önünde bulundurarak düşündüğümüzde, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra olağanüstü hal koşullarında kararnamelerle kristalleşen güvenlik momenti, sınıf iktidarının nesnel ihtiyaçlarına göre şekil kazanmaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana iktidar bloğu içerisindeki sınıfsal çıkar ilişkilerini çok çeşitli yöntemlerle konsolide etmeye çalışan AKP, olağanüstü hal dönemiyle birlikte, başkanlık sisteminin yapıtaşlarından birisi olarak iç güvenlik modelini yoğunlaştırmış, çeşitli mekanizmalarla mevcut devlet biçiminde düzenlemelere yönelmiştir; “iç güvenlik” faaliyetlerinin artması iktidar bloğunun güncel sınıf çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Hukuki ve teknik düzenlemelerle hegemonik bileşimdeki dengeyi zor lehine çevirmiştir. Bu anlamda zorla zırhlandırılmış hegemonya stratejisi eşliğinde bekçilik düzenlemesine gelinceye kadar birbiriyle bağlantılı iki kritik hamle gerçekleştirilmiştir.
Bunlardan ilki, 27 Temmuz 2016 tarihli 668 sayılı Kararnamenin 12. Maddesi ile ordunun teşkilat şemasında yer alan jandarmanın personel, araç ve taşınmazlarıyla birlikte müşterek şekilde polis gücünün kullanımına açılmasıdır. 668 sayılı Kararname, devletin iç güvenlik hizmetlerini yürüten güvenlik aygıtlarının birleşmesinin önünü açmıştır.
2803 sayılı Kanunun 12 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 12- Lüzum görüldüğü hallerde İçişleri Bakanı tarafından, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı arasında her kademedeki personel, geçici olarak görevlendirilebilir. İçişleri Bakanı bu yetkisini il valilerine devredebilir. Ayrıca, İçişleri Bakanının onayıyla; Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı silah, mühimmat, teçhizat, taşıt ve diğer taşınırları ile taşınmazlarını birbirlerine geçici olarak tahsis edebilirler veya bedelsiz olarak devredebilirler.”
İkincisi, 694 Sayılı Kararnamenin 62. Maddesi ile Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülüklerini yerine getirmesiyle ilgili koordinasyonu sağlamak ve istihbarat çalışmalarının yönetilmesinde temel görüşleri oluşturmak, uygulamayı belirlemek üzere Cumhurbaşkanı başkanlığında Mili İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kurulmasıdır.
KHK ile Milli Savunma Bakanlığı ve TSK’da görev yapan personele ilişkin istihbarat hizmetleri yine MİT tarafından yürütülecek. MİT, güvenlik soruşturması kapsamında Bakanlık ve TSK personeli hakkında kıta içinde veya dışında her türlü araştırma yapabilecek.
2937 Sayılı Kanunun 5 inci maddesinin üçüncü ve altıncı fıkraları aşağıdaki gibi değiştirilmiş ve aynı maddenin dördüncü ve beşindi fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
“Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yukarıda belirtilen görev ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle ilgili koordinasyonu sağlamak ve istihbarat çalışmalarının yönetilmesinde temel görüşleri oluşturmak ve uygulamayı belirlemek üzere, Cumhurbaşkanı Başkanlığında Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kurulmuştur. Kurulun sekretarya hizmetleri MİT Müsteşarlığı tarafından yürütülür.”
Devlet iktidarının iç güvenlik paradigmasına göre örgütlenmesini öngören adımlar, güvenlik ve istihbarat faaliyetlerinin merkezileştirilmesi, “kendi kaderini fetih ve güç ile gerçekleştiren” bir Machtstaat yapısına gidişatı işaret etmektedir. Ancak temelde Türkiye’ye özgü olmayan, ABD’de 9/11 saldırısından sonra “medeniyet polisliği” ile başat bir güvenlik devleti konseptinden söz edilebilir.
Christos Boukalas’ın ABD’ye dair tespitlerinden yararlanarak olağanüstü halde şekillenen “iç güvenlik” (homeland security) olgusu bir bakıma ışık tutabilir. ABD’de 9/11 saldırısından sonra egemen sınıflar yeni birikim stratejilerine kitle desteği bulmaya çalışmıştır. Boukalas, 11 Eylül’dan sonra bu devlet biçiminde bir değişim yaşandığını ve bunun otoriter devletçilikte farklı bir evreye karşılık geldiğine dikkat çeker. Polislik istihbarat merkezli hale gelmeye başlayarak, istihbarat faaliyetleri tüm toplumu kuşatmaktadır. Yargının polis ve soruşturmalar üzerindeki kontrolü ve denetimi sonlanmıştır. Ulusal güvenliği tehdit ettiği düşünülen herhangi kişiler hakkında başsavcılarının yakalama ve tutuklama izni veren, Vatanseverlik Yasası’nın hazırlanışında olduğu üzere yasama erki yürütmenin özel bir komitesine dönüşmüştür. 2001 yılında ABD’de siyasal alanın otoriter devlet biçimi ekseninde yeniden biçimlenmesi, devlet-yurttaş ilişkisini de düzenlemiştir. Her ABD’li “terörle mücadele” çerçevesinde potansiyel suçlu olduğu gibi, iç güvenlik faaliyetlerine (gerektiğinde istihbarat gerektiğinde “Citizen Corps” tipi müfrezelerle) katkı da sunmalıdır.
İstisnai olmaktan çıkarak rutine dönüşen iç güvenlik faaliyetleri salt 15 Temmuz sonrasına özgü gelişmeler değildir. 2007 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanan “Polis Vazife ve Salȃhiyet Kanunu”nda yapılan değişiklik (Kanuna göre, polis, kişileri ve araçları; bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek, suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek, hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş kişileri tespit etmek, kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek amacıyla durdurabilecek) / 2015 yılında İç Güvenlik Paketi olarak bilinen “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” (Mülki amirler tarafından belirlenecek kolluk amirlerince 24 saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltına alma kararı verilebilecek.) / 2018 yılında Resmi Gazete yayımlanan Terörle mücadelede yeni düzenlemeler içeren “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” (Valiler, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hallerde, 15 günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilecek.) gibi çeşitli düzenlemelerden bahsedilebilir.
Günümüz açısından özgün olan durum, iç güvenlik hizmetinin sınıf savaşımına hazırlık olarak karakterize edilmesidir. Bekçilerle ilgili düzenlemeler bu bütün içerisinde anlam kazanmaktadır. Karl Marx, Kapital’in ilk cildinde “kapitalist sınıfla işçi sınıfı arasında uzatmalı ve hemen hemen örtülü bir iç savaş” yaşandığını belirtir. Sınıf savaşı ifadesinde “savaş” kavramı basit retorikten ziyade, pratik ilişkilerde beliren ve onlara yön veren mevcut durumu imler. Engels de İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nda “herkesin evi kuşatma altında” diye yazdığında “ her yerde toplumsal savaş” yaşandığına dikkat çekmiştir. Türkiye’de de uzun süredir geç kapitalist parametrelerle biçimlenen “örtülü” iç savaş momenti yaşanmaktadır: İş cinayetleri, kayyım atamaları, sokağa çıkma yasakları, düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleme,…
Savaşan taraflardan güçlü olanın “güvenliğini” sağlamak için tercih ettiği öncelikli yol hukuk aracılığıyla meşru şiddet tekelini kullanmaksa, diğeri de iç güvenlik konseptini her cadde-mahalle-sokak ölçeğinde kristalize edebilmektir. Devriye sırasında grup halinde gezen bekçilere tanınan yetkiler, devlet iktidarını mekânsal ölçekte sergilemenin ve uygulamanın izdüşümüdür. Özellikle, 2019 yılında Polis Akademisi resmi sitesi yayımlanan son ilana göre (2019/2. dönem) bekçi alım şartlarından birisinin “Çarşı ya da mahalle bekçisi olmak isteyen adayların yerine getirmesi gereken ikamet şartı en az son 1 yıl içerisinde başvuru yapılan yerde ikamet ediyor olması” bununla birlikte düşünülebilir.
Bekçilerin bu anlamda karşılık geleceği alan iktidarın altyapısal tahkimidir. Schmittçi bir argümanla ifade edersek “protego ergo obligo” (koruyorum o halde kendime bağlıyorum) cümlesi, devletin “cogito ergo sum” (düşünüyorum, o hâlde varım) ilkesidir: “Koruma ilkesi tek başına var olmaz, itaat ile birliktedir. Lider ve maiyetinin, patron ve müşteri ilişkilerinin temelini oluşturmakla kalmaz, aksine koruma-itaat ilişkisi olmaksızın bir hâkimiyet ya da tabiyet, mantıklı bir meşruiyet ya da yasallık durumu da mümkün değildir.”
Yaşadıkları muhitlerdeki insanları ve ilişkileri bilen kişilerin yine bizzat muhitlerinin güvenliğinden sorumlu hale getirilmesi, daha önce muhtarlar üzerinden oluşturulmaya çalışılmış, siyasi iktidar gücünün toplumun kılcal damarlarına kadar işlediğini göstermeyi amaçlamaktadır. Alınan bekçilerin siyasi görüş ve eğilimlerinin siyasi iktidarın düşünsel koordinatlarına yakın olduğunu varsaydığımızda ise iç güvenlik devleti için kriz anlarında göreve çağrılacak özel kadrolar oluşturulduğu açıktır. Görev yaptıkları alanları ve kişileri yakından tanıyan ve bilen bekçilerin, yetkilerini keyfi kullanması gibi görevi kötüye kullanma hallerini kenarda bırakırsak, yedek “düzen polisliği”nden fazlasını üstlenmeleri de ihtimal dahilindedir.
https://devletvesiniflar.blogspot.com/2020/01/protego-ergo-obligo-ic-guvenlik.html
- Mutlak Artık Değer İmparatorluğu - 3 Aralık 2021
- Ölesiye çalışma rejimi: Mezarda istirahat - 8 Eylül 2021
- Protego ergo obligo: İç Güvenlik Devletinin Yedek Polisi Olarak Bekçilik - 4 Şubat 2020