Öldürülen Gazeteciler (1905-2017)

Türk basın tarihi, bir anlamda gazetecilere karşı şiddetin tarihidir. Dönemlere göre çeşitli biçimler alan şiddet, gazeteleri ve gazeteciyi sindirmek, sindiremiyorsa yok etmekte bir araç olarak kullanıla gelmiştir.

Gazetecinin görevini yapmasının, yani halkın haber alma özgürlüğünün engellenmesinin belirgin yöntemleri olarak; gazetelerin sansürlenmesi, olan biten hakkında bilgi toplamaya çalışan gazetecinin engellenmesi, gazetelerin ve gazetecilerin açılan davalar yoluyla çalışamaz hale getirilmesi, basıldıktan sonra dağıtım aşamasındaki gazetelerin toplatılması sıralanabilir. Tüm bu yöntemlerin yanında basın çalışanlarının yaşama haklarına yönelik saldırılar da halkın haber alma özgürlüğünü engellemenin bir yolu olarak görülebilmektedir. “Kanla Sansür” yöntemi olarak tanımlanabilecek olan bu durum, basına yönelik saldırı ve engellemelerin de en ağırıdır. Basın çalışanlarının yaşama haklarına yönelik bu saldırılar, genellikle hükümet, örgütlü suç örgütleri, terör örgütleri gibi organize yapılardan kaynaklandığı için çoğunlukla da faili meçhul kalmaktadır.

Öldürülen Gazeteciler Üzerindeki Anlaşmazlıklar

Gazetecilerin bireysel olarak meslek tarihine yönelik ilgilerinin sınırlı olması ve meslek örgütlerinin işlevsizleşmesi, gazetecilerin yaşam haklarına yönelik saldırılara karşı sistematik bir karşı koyuşa engel olmaktadır. Tarihi gerçekler üzerinde var olan anlaşmazlıklar, gazeteci meslek örgütlerinin bugüne kadar bir araya gelip, meslektaşlarının öldürülmeleri ile sonuçlanan olayları düzgün bir şekilde listelemesine bile engel olmuştur.

Örneğin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 2017’de güncellediği listeye göre öldürülen gazeteci sayısı 66 iken, bir başka basın meslek örgütü olan Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne göre bu sayı 78’dir. Aynı şekilde 2013 yılında Diyarbakır’da kurulan Özgür Gazeteciler Cemiyeti ise tamamı Kürt kökenli gazeteci, yazar ve gazete dağıtımcısı olarak görev yapan 77 ismi “basın şehidi” olarak listelemektedir. Doğal olarak her üç meslek örgütünün listesinde birbirlerinin listesinde yer almayan isimler bulunmakta, bazı isimler ise her üç örgütün listesinde dahi yer bulamamaktadır.

Basın tarihimizde öldürülen ilk gazeteci de anlaşmazlık konularından biridir. ÇGD’nin listesi ve bazı kaynaklara göre (Tökin, 1963; Koçoğlu, 1993; Kabacalı, 1993) basın tarihimizde öldürülen ilk gazeteci Tevfik Nevzat Bey’dir. Ancak Türk basın tarihi kitaplarının bir kısmında (Şapolyo, 1971;  Topuz, 1973; Topuz, 1996, Topuz, 2003) ve TGC’nin hazırladığı listede Hasan Fehmi Bey’in adı öldürülen ilk gazeteci olarak anılmaktadır. Üstelik TGC her sene Hasan Fehmi Bey’in katledildiği 6 Nisan tarihinde Öldürülen Gazeteciler anısında çeşitli etkinlikler düzenlemektedir.

Bir diğer önemli sorun ise öldürülen gazetecilerin bir kısmının hangi gazetede ve hangi pozisyonda çalıştığına dair bile bilgi olmamasıdır. Özellikle siyasi bir kimliği olmayan gazetecilerin hayat hikayelerine, gazetecilik geçmişlerine ve nasıl öldürüldüklerin dair bilgiye, kimi zaman çalıştığı söylenen gazetelerin arşivlerinde bile rastlanmayabilmektedir.

Basın Tarihi çalışmaları dışındaki çeşitli kaynaklarda isimlerine rastlanan kimi gazeteciler ise genellikle siyasal tercihlerle, gazeteci olmalarına ve bu mesleği sürdürürken öldürülmelerine rağmen hazırlanan listelere dahil edilmemiştir.

Bunlara örnek olarak bugüne kadar hiçbir akademik çalışmada ve mesleki platformda ele alınmamış olan 1915 yılında Osmanlı Devleti’nin aldığı tehcir kararından etkilenen Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı gazeteciler gösterilebilir.

Yaptığımız tarama ile 24 Nisan 1915’de İstanbul’da gerçekleşen ve 250’ye yakın Ermeni aydınının tutuklanıp sürüldüğü; ardından da Teşkilat-ı Mahsusa’nın örgütlediği çeteler tarafından öldürüldüğü süreçte, gazeteci sıfatı taşıyan 50’ye yakın Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşının yaşamını yitirdiğini gördük. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay, Yayıncı Ragıp Zarakolu ve bu çalışmanın yazarı Bülent Tellan’ın birbirinden bağımsız olarak yaptığı girişimler sonucu, 2010 yılında önce ÇGD, ardından da TGC öldürülen gazeteciler listelerini güncelleyerek, 1915 yılında katledilen Ermeni gazetecilerin bir kısmını da listelerine ekledi. ÇGD’nin listesine 1915 yılında katledilen 9, TGC’nin listesine ise sadece 2 Ermeni gazetenin ismi dahil edildi.

Çalışmamızda Yer Almayan İsimler 

Çalışmamızda, meslek örgütlerinin listelerinde yer alan bazı isimlerin bulunmuyor olması da dikkatli gözlerden kaçmayacak bir unsur. Bu isimler arasında 3 Aralık 1994’te Özgür Ülke gazetesine düzenlenen bombalı saldırıda yaşamını yitiren Ersin Yıldız ve 26 Temmuz 1996’da Bayrampaşa Cezaevinde katıldığı ölüm orucu eylemlerinde hayatını kaybeden Yoksul Halkın Gücü dergisi Yazıişleri Müdürü Yemliha Kaya da var. Bu iki isimin çalışmamızda yer almama nedeni bir hata ya da siyasal tercih sonucu değil. Yemliha Kaya’nın kendi isteği ile ölüm orucu eylemine dahil olması, onun “öldürülen gazeteci” olarak sayılmasını engellemektedir. Ersin Yıldız ise gazetenin ulaştırma servisinde şoför olarak çalışmakta olduğu için listemizde yer almamaktadır.

Listemizde yer almamasının uygun olduğunu düşündüğümüz bir diğer isim de Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’dır. Yeni Düzen gazetesinin yazarı olan ve 8 Temmuz 1996’da Kıbrıs’ta faili meçhul bir cinayet sonucu derin devlet tarafından öldürülen Adalı, genellikle Türk olduğu gerekçesi ile meslek örgütlerinin öldürülen gazeteciler listelerinde anılmaktadır. Ancak Kutlu Adalı Kıbrıslıdır ve öldürülmesinde rol oynayan yazılar Kıbrıs’ın iç işlerine dair meselelerdir.

Listemizde yer almayan bir başka grup da Diyarbakır merkezli Özgür Gazeteciler Cemiyeti tarafından “basın şehitleri” olarak anılan listede ağırlıklı bir yer tutan gazete dağıtıcılarıdır. Gazetecilik mesleğinin yan dallarından birini oluşturan dağıtımcılara yönelik olarak özellikle 90’lı yıllarda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda saldırgan bir tutum sergilendiği, 2010’lu yıllarda bu durumun yenilendiğini söylemek mümkün. Çeşitli listelerde yer alan ancak bizim öldürülen gazeteciler listemize dahil etmediğimiz gazete dağıtıcılarının isimleri şöyle: Halil Adanır, Kemal Ekinci, Lokman Gündüz, Orhan Karaağar, Teğmen Demir, Haşim Yaşa, Yusuf Karaüzüm, Zülküf Akkaya, Adil Başkan, Yalçın Yaşa, Kadir İpeksürer, Adnan Işık, Mehmet Sencer, Musa Dürü, Yahya Çilligöz, Zuhat Tepe, Hıdır Çelik, Metin Alataş, Gülistan Yalçın, Kadri Bagdu.

1905-1980 tarihleri arasında öldürülen gazetecilerin tarafımızdan hazırlanan listesi ise şöyle:

Tevfik Nevzat: (1865-1905)

İzmirli Tevfik Nevzat Bey, hukuk eğitiminin ardından bir yandan avukatlık yaparken, bir yandan da gazetecilik ile ilgilendi. Hukuk alanındaki çalışmaları dolayısıyla Fransız hükümetince Palmes Académiques nişanı ile ödüllendirilen Tevfik Nevzat Bey, Halit Ziya (Uşaklıgil) ile birlikte Nevruz dergisini, ardından da Hizmet gazetesini yayınladı.

1894’te birkaç arkadaşı ile Paris’e kaçan ilk Jön Türkler’den olan Tevfik Nevzat, Hizmet’i burada yayınlamaya devam etti(Tunaya, 1998). Affa uğramasının ardından İzmir’de Ahenk gazetesini yayınlayan Tevfik Nevzat, 1899’da Bitlis’e sürgün edildi. Bir yıl kadar süren bu sürgün Fransız hükümetinin tepkisi üzerine son buldu. 1902 yılında Şair Eşref ile birlikte ‘ayaklanmaya yol açacak hareketlerde bulunduğu için’ tutuklandı ve bir yıl kadar İstanbul’da cezaevinde tutuldu. 1903 yılının sonlarında Adana’ya nakledildi (Koçoğlu, 1993).

1905 yılında bir iddiaya göre kuyuya atılarak, bir başka iddiaya göre de hücresinde asılarak öldürülen Tevfik Nevzat’ın intihar ettiği açıklandı (Kabacalı, 1993).

Hasan Fehmi: (1866-1909)

Mektebi Mülkiye’de aldığı eğitimin ardından Jön Türkler’e katılmak için Paris’e, oradan da Mısır’a giden (Şapolyo, 1971) Hasan Fehmi Bey, II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İstanbul’a döndü. Fedakâran-ı Millet Cemiyeti’nin üyesi oldu ve derneğin yayın organı Hukuk-u Umumiye gazetesinde çalışmaya başladı.

12 Kasım 1908’de Serbesti gazetesini yayınlamaya başladı. Hasan Fehmi Bey, iktidarı filen denetleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı keskin muhalefet yürütmekteydi. İttihatçılar tarafından önce mektuplar ile tehdit edilen Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi kararı Cemiyet tarafından alındı.

6 Nisan 1909 tarihinde Galata Köprüsünün üzerinde, süvari zabiti üniformalı biri tarafından tabanca ile vurularak öldürüldü. Katil, Hasan Fehmi’yi vurduktan sonra olay yerinden uzaklaştı. Cinayetin ertesi günü Mekteb-i Mülkiye öğrencileri önce dersleri protesto ettiler, ardından da Babıali’de bir gösteri düzenleyerek Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın olaya el koymasını ve suçluların cezalandırılmasını istediler. Ancak katil yakalanamadı.

Hasan Fehmi’nin öldürülmesi üzerine aralarında Kirkor Zohrab’ın da bulunduğu bir grup muhalif mebus tarafından Meclis’te hükümet hakkında bir gensoru verildi. Ancak cinayetten 7 gün sonra patlak veren 31 Mart olayları gensoruyu da cinayeti de gölgede bırakacaktı. Bu anlamıyla Hasan Fehmi’nin öldürülmesi 31 Mart olayının da ateşleyicilerinden biri olmuştu (Akşin, 2001).

Ahmet Samim: (1884-1910)

Prizren’de doğan Ahmet Samim, Mekteb-i Sultani ve Robert Kolej’de okudu. Bir süre Tekel idaresinde memurluk da yapan Samim, Ahrar Fırkası’na üye olduktan sonra, Osmanlı gazetesinde yazmaya başladı. Amcası Mustafa Asım Bey ile birlikte Hilal gazetesini yayınlayan Ahmet Samim, 31 Mart olayından sonra Sada-yı Millet gazetesinin başyazarlığını üstlendi. Dış politika ve ekonomi konularındaki sert muhalefeti Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın tepkisini çekti (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 1983). İttihatçılar Ahmet Samim’i susturabilmek için öncelikle istediği bir vilayette mutasarrıflık teklif ettiler (Karaosmanoğlu, 2016). Bu öneriyi reddettikten iki gün sonra, 9 Haziran 1910’da İstanbul, Bahçekapı’da silahlı saldırıya uğradı. Yanındaki arkadaşı Fazıl Ahmet (Aykaç) sağ olarak kurtulurken Ahmet Samim ensesinden vurularak öldürüldü.

İddialara göre Ahmet Samim’i öldüren, İttihatçıların fedailerinden Abdülkadir’di

(Tunaya, 1998). Ahmet Samim için düzenlenen cenaze töreninin bir protesto mitingine dönüşmesi tehlikesi üzerine cenaze töreni hükümet tarafından ertelendi ve naaşı polis tarafından gömüldü.

Ahmet Samim’in ölümünden sonra gazetesinde bir özel sayı yayınlayan İştirakçi Hilmi ile ilişkisinin siyasi bir boyutu olduğu ve Samim’in Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın kurucularından olduğu ileri sürülmekteyse de (Süleyman Nuri, 2002); öldürüldüğünde henüz partinin kurulmamış olması bu iddiaları çürütmektedir (Tunçay, 1991). Samim’i vurduğu ileri sürülen Abdülkadir, I. Dünya Savaşı’nda Musul bölgesinde savaştı. Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara valisi oldu. 1926’da İzmir’de Atatürk’e yönelik suikast girişimini örgütleyen isimlerden biri olduğu için aranmaya başladı. Bulgaristan’a kaçmaya çalışırken yakalandı. İstiklal Mahkemesinde yargılandı ve idam edildi.

Zeki Bey: (1869-1912)

Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Mülkiye’yi birincilikle bitiren Zeki Bey, Hariciye Nezareti tercüme kalemindeki memuriyetinin ardından çeşitli okullarda öğretmenlik yapmaya başladı. Duyun-u Umumiye’de çalışırken, bir yandan da İttihatçılara muhalefeti ile tanınan Serbesti ve Mizan gazetelerinde yazmaktaydı. Şehrah gazetesi için Maliye Nazırı Cavit Bey’in de adının karıştığı yolsuzluk söylentileri ile ilgili belgeler toplamaya başladı (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 1983). 23 Temmuz 1911 akşamı Bakırköy’deki evine giderken öldürüldü.

Çeşitli kaynaklarda katillerinin yakalanmadığı ileri sürülmekteyse de Serez Mebusu Derviş Bey’in kardeşi Mustafa Nazım ve çiftlik kahyası Çerkes Ahmet cinayetten dolayı yakalandılar ve 15 yıl kürek cezasına çarptırıldılar (Tunaya, 2000).

Hüseyin Kami: (1878-1914)

Medrese-i Edebiye’de okuyan Hüseyin Kami, Babıali’de matbuat kaleminde çalıştı. Yolsuzluk suçlaması ile görevinden alındıktan sonra Mısır’a kaçarak Jön Türkler’e katıldı. II. Meşrutiyet’in ardından İstanbul’a döndü, ancak 31 Mart sonrasında tutuklandı ve yargılandı. Bir süre yurt dışına çıkan Hüseyin Kami, 1911 yılında İstanbul’a geri döndü. Alemdar’da ve çeşitli dergilerde şiirleri ve düzyazıları yayınlanan Hüseyin Kami, 1914 yılında yazıları yüzünden tutuklandı ve önce Kastamonu, ardından da Karaman’a sürüldü. İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Hüseyin Kami’nin 1914 yılında sürgün olarak kaldığı Karaman’dan valinin çağrısı ile Konya’ya giderken öldürüldüğü anlatmaktadır (İnal, 2000) Sefer Berzeg ise Kâmî’nin 1916 yılında Karaman’da tifüs salgını yüzünden öldüğünü ileri sürmektedir.

‘Silahçı’ Hasan Tahsin: (1883-1914)

İstanbul’da doğan Hasan Tahsin, Harbiye Mektebinde Mustafa Kemal ile beraber okudu. Dönem arkadaşlarının birçoğu gibi II. Abdülhamit rejimine karşı eylemlerde bulundu ve gizli faaliyet yürüten İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde görev aldı. Cemiyetin Makedonya’daki gözü pek militanlarından biri olan Bahriye Mülazımı Tahsin, ‘Mesleği İttihat, Hedefi Terakkidir’ alt başlığı ile 1909 yılında Silah, 1912’de kapatılınca Salah, o da kapatılınca Türk gazetelerini yayınladı. İlk gazetesinin isminden dolayı “Silahçı Hasan Tahsin” ismi ile anıldı. İttihatçıların 1913’te iktidara gelmesinin ardından Hasan Tahsin ile örgüt yöneticileri arasındaki anlaşmazlıklar su yüzüne çıktı. Mahmut Şevket Paşa tarafından uyarılmasının ardından gazetesinde ‘Biz senden korkmuyoruz’ başlıklı bir yazı yayınladı. Dünya Savaşı’nın çıkışından sonra Sofya’da görevlendirildi. Ancak Cemiyet’ten habersizce İstanbul’a dönmesi öldürülmesi sürecini başlatan ilk adım oldu.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Kuşçubaşı Eşref tarafından çağırıldığı bir toplantıda uyuşturucu içeren bir kahve ile etkisiz hale getirildikten sonra boğularak öldürüldü. Bir çuval içine konularak Edirnekapı mezarlığına bırakılan cesedinin Hasan Tahsin’e ait olduğu iki hafta sonra anlaşıldı (Tunaya, 1998).

Rupen ZARTARYAN: (1874-1915)

1874’te Siverek’te doğdu. Harput’ta okudu. On altı yaşındayken, basında ilk yazıları, hikâyeleri ve şiirleri yayımlanmaya başladı. Dönemin Ermenice süreli yayınlarından Dzağig, Masis, Şirag ve Arevelyan Mamul’un sütunlarında kendine yer buldu. 1892-95 arasında Harput’taki Katolik Ermeni okulunda, 1898’den itibaren İstanbul’daki Getronagan Ermeni Lisesi’nde Fransızca, Tarih ve Ermenice Edebiyat dersleri verdi. (Koptaş, 2008) Taşnaksutyun Partisi üyeliği nedeniyle 1903’te tutuklandı. 1904’te serbest kalınca İzmir’e yerleşmek istedi. Bu kente girmesine izin verilmediği için bir yıl kadar Manisa’da kaldı ve orada da öğretmenlik yaptı. 1905’te, Taşnakların Abdülhamit’e yönelik suikast girişiminden sonra Bulgaristan’ın Filibe kentine yerleşti. Burada Razmig (Muharip) isimli gazeteyi çıkardı (Tuğlacı, 2004).

1907’de Osmanlı Muhalifleri Kongresin’e Taşnaksutyun temsilcisi olarak katılan ve partisindeki ayrılıkçı fikirlere karşı çıkan Zartanyan, 1908’de Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle İstanbul’a döndü. Bir süre Jamanak (Zaman) gazetesinde yazdıktan sonra, Taşnakların yayın organı olmak üzere bir gazete çıkarmak için ruhsatname talebinde bulundu ve izin alınca kurulan Azadamard’ın başyazarlığını ve editörlüğünü yapmaya başladı (Teodik, 2010). Rupen Zartaryan, Ermenilerle Türklerin bir arada yaşayabilmesi için bir yandan siyasi girişimlerde bulunurken, diğer yandan entelektüellerin çaba göstermesi gerektiğini savunuyor ve edebiyatın iki halkın yakınlaşması için en uygun araç olduğuna inanıyordu. Bu amaçla, editörlüğünü yaptığı Meğraked dergisinde Mehmet Rauf, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Rıza Tevfik, Tahsin Nahit gibi yazarların şiirlerini ve yazılarını Ermeniceye çevirerek yayımlıyordu (İzrail, 2013).

Zartaryan, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da ilk tutuklananlar arasındaydı. 4 Haziran 1915’te, Talat Paşa’nın direktifi ile ve askeri bir eskortla Mebus Dağavaryan, Mebus Cangülyan, Karekin Khajag, Sarkis Minasyan ve E. Agnuni ile birlikte Diyarbakır’daki askeri mahkemede yargılanmak üzere Ayaş Cezaevinden yola çıkarıldılar. Urfa’dan Diyarbakır’a giderlerken Vali Dr. Reşid tarafından yönlendirilen ve Hacı Tellal Hekimoğlu’nun yönetimindeki Teşkilat-ı Mahsusa çetesi tarafından katledildiler.

Yervant SIRMAKEŞHANLİYAN: (1870-1915)

1870’da İstanbul, Hasköy’de doğdu. 1886’da Galata’daki Getronagan Ermeni Lisesi’nde okumaya başladı. Çalışkan bir öğrenci değildi; hastalığı nedeniyle bitRirme sınavlarına da katılamayınca okuldan ayrıldı. Okuyamamanın eksikliğini, kendini eğiterek giderdi. Kısa zamanda Fransızca öğrendi ve Fransız gerçekçi yazarların eserlerini okudu. 1889’da ilk yazıları Dzağig adlı dergide yayınlandı. 1890’da Arevelk Gazetesi’nin yayın kurulunda görev aldı. 1891’de ise aynı dergide yayınlanan Babugı [Dede] adlı hikayesiyle dikkati çekti.

1896’da Ermenileri hedef alan olayların yarattığı kargaşa ortamından dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bulgaristan’ın Varna şehrine yerleşti. Şarjum adlı bir gazete ve Şaviğ adlı bir dergi çıkardı. Bu dönemde, İstanbul’da Püzantion ve Jamanak; Paris’te ise Anahit gazetelerinde Yeruğan (Erukhan) takma ismiyle yazıları yayınlandı. 1904’te Mısır’a geçti. Sımpad Pürad’la birlikte Sisvan adlı aylık dergiyi çıkardı. Lusaper dergisinin başyazarlığını üstlendi.

II.Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle 1908’de İstanbul’a döndü. Arevelk Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Getronagan Lisesi ve Üsküdar’daki Surp Haç Okulu’nda Ermenice dersleri verdi. Elazığ’daki Getronagan Okulu’nda 1913’te müdürlük yapmaya başladı. 1915’te Harput’ta iken tehcir edildi. Eşi ve iki çocuğu ile birlikte, ElazığDiyarbakır yolu üzerinde, Mastar Dağı’nda, Deveboynu adıyla anılan yerde öldürüldü (Teodik, 2010).

Armen DORİAN: (1892-1915)

Hraçya Surenyan, 1892 Sivas’ta doğdu. Şiirlerinde Armen Dorian mahlasını kullanmakta ve yapıtlarını Fransızca kaleme almaktaydı. Sorbon Üniversitesi’ni 1914’te bitirip İstanbul’a döndü. Haftalık Arene dergisinin editörlüğünü de yürüten şair; 24 Nisan 1915’te İstanbul’da tutuklandı. Beraber tutuklandığı Ermeni aydınlar gibi bir süre Ayaş’ta cezaevinde tutulduktan sonra, Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanacakları gerekçesiyle Diyarbakır’a gönderildi. Yolda, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Çerkes Ahmet ve çetesi tarafından öldürüldü (Zarakolu, 2008).

Kevork DİRATSUYAN (ya da Kevork Ferid): (1883-1915)

1883’te İzmir’de doğan ve orada okuyan Kevork Ferid, Katolik bir Ermeniydi. Uzun yıllar “Tasvir-i Efkâr” gazetesinde yazarlık yaptı. Sadece Ermeni asıllı bir gazeteci değil, liberal ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalif Hürriyet ve İtilâf Fırkası üyesiydi. Tehcire yollanmaktan kurtulamadı. Mezarının yeri dahi bilinmiyor (Teodik, 2010).

Levon LARENTS (Kirişciyan): (1882-1915)

İstanbul Samatya’da doğan Larents, eğitimini Robert Koleji’nde tamamladı. Daha öğrenciliği sırasında arkadaşı Hrant Esayan ile birlikte Zepur (Meltem) gazetesini yayımladı. Robert Koleji Ermeni Öğrenciler Birliği’nin gazetesi Miutyun (Birlik) Larents sayesinde uzun süre aylık olarak yayımlandı (İzrail, 2013). Makalelerinde “Kirişçiyan” adını kullanan Larents, 1902’de eğitimini tamamladıktan sonra bir süre Püzantiyon (Bizans) gazetesinde çalıştı. İskenderiye’de yayımlanan Azad Pem (Serbest Kürsü) gazetesinin muhabirliğini üstlendi. 1905 yılında siyasal nedenlerle Amerika’ya göç etti. Ermeni Sosyal Demokrat Partisi’ne (Hınçak) üye arkadaşlarıyla, Boston’da Tsayn Hayrenyats (Vatan’ın Sesi) gazetesini yayınladı. 1907’de Mısır’a gitti ve daha önce muhabirliğini yaptığı Azad Pem için çalıştı. 1908 devriminden sonra, İstanbul’a döndü. Boston’da yayımladığı Tsayn Hayrenyats gazetesini bu sefer İstanbul’da çıkardı (Tuğlacı, 2004). 1912’nin başından itibaren Murc (Çekiç) gazetesini yayınladı. Bu arada “Fransız Devrimi Tarihi” isimli kitapla birlikte ve Kur’an’ı Kerim’i Ermeniceye çevirdi ve yayınladı (Teodik, 2010).

24 Nisan 1915’te İstanbul’da tutuklandı ve önce Ayaş’a, bir süre sonra da Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanması için Diyarbakır’a gönderildi. Yolda, arkadaşlarıyla birlikte, Teşkilat-ı Mahsusa için çalışan Çerkes Ahmet çetesi tarafından öldürüldü. Gazeteciyazar Levon Larents, tehcir yollarında yaşamını yitirdiğinde 33 yaşında idi.

Diran KELEGYAN: (1862-1915)

Kayseri’de doğdu. Fransa’da eğitim gördü, daha sonra gazeteciliğe başladı. İstanbul’a dönünce Fransa’dayken yazı yolladığı Manzume-i Efkar gazetesinin yönetimini üstlendi. Ermenice harfli Türkçe gazete Cihan’ı yayımadı. Ceride-i Şarkiye ve Surhantag’ta (Atlı Haberci) gazetecilik yapan Kelegyan, Hamid Vehbi’nin yayımladığı Saadet gazetesinin önce yazarı, ardından başyazarı, sonra da yazı işleri müdürü oldu. Avrupa’ya kaçtı, burada 19. Century ve Contemporary Review gazetelerinde yazdı. İngiliz Daily Mail gazetesinin “Şark Haberlerinden Mesul Müdürü” oldu. 1898’de çıkan af ile İstanbul’a döndü. Sabah gazetesinin başyazarlığını üstlenirken, aynı zamanda hükümet tarafından tüm gazetelerin başyazarlarına verildiği gibi resmi bir görev tahsis edildi Kelegyan’a: Hazine-i Hassa Sekreteri oldu. 1904’te siyasi nedenler ile İstanbul’u yeniden terketti, Mısır’a giderek Journal de Caire’de çalıştı, Bourse Egypienne’e de Yazı İşleri Müdürü oldu. İngilizce Egyptian Graphic gazetesini ve ardından da, Türkçe çıkan Yeni Fikir’i iki yıl boyunca yayınladı (Teodik, 2010).

II.Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a dönerek Sabah gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü üstlendi. Tarih-i Osmanî Encümeni üyeliği ve Darülfünun’da öğretim üyeliği de yapan Kelegyan, 1909’da Mülkiye’de hocalığa başladı. Kelekgan, gazetelerde tefrika edilen romanlarında Nadir, Bedri Kâmil, yazılarında Klanig, Sirayr ve Dionke takma adlarıyla D. K. kısaltmasını kullandı. Çeşitli kitapların yanı sıra Türkçe-Fransızca sözlükler de hazırlayan ve Ermeni cemaatinin temsilciliğine seçilen Kelekyan, 24 Nisan 1915 günü İstanbul’da tutuklanmış ve Sivas’a sürgüne gönderilmiş, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından öldürülmüştür.

Ardaşes HARUTYUNYAN: (1873-1915)

1873’te, Trakya’nın bir kasabası olan Malkara’da doğdu. Hiçbir düzenli eğitimi olmamasına rağmen döneminin en önemli edebiyatçılarından biri olan Haruyunyan, Malkaralı Garo olarak da anılmaktadır.

Fransızcayı kendi imkanları ile öğrenen Harutyunyan 1890’dan 1915’e uzanan dönemde, Ermenice basının en dikkat çekici isimlerinden biri olmuştu. Dönemin önemli Ermenice gazetelerinden Arevelyan MamulMehyanPüzantionMasis ve Püragın’da şiirleri ve eleştiri yazıları basıldı.

1912’de ailesiyle birlikte İstanbul’a geldikten sonra Ermeni okullarında ders vermeye başladı. Malkaralı Garo, 24 Nisan 1915’te tutuklandı. İzmit’te Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından öldürüldü (Koptaş, 2009).  

Karekin GOZİGYAN (1878-1915)

Cağaloğlu’nda ilk Mürettipler Derneği’ni kuran ve sosyalist bir gazeteci olan Karekin 17 Ağustos 1878’de Palu’da doğdu. Öğreniminin ardından 1896’da Rusya’ya gitti ve bir fabrikada işçi olarak çalıştı. Burada sosyalist fikirler ile tanıştı. 1901’de sosyalist propaganda gerekçesi ile tutuklandı. İki yıllık hapisten sonra Cenevre’ye geçti; burada Y. Balyan’la birlikte Panvor (İşçi) adlı sosyalist bir dergi yayınladı. 1905 Rus Devrimi üzerine takma adla Tiflis’e geçti; Gyank (Hayat), Tsayn (Ses) ve Kordz (İş) dergilerini yönetti. Sosyalist bir din görevlisi olan Der Zaven’in çıkardığı Yergri Tsayn (Ülke’nin Sesi) dergisine takma isimlerle yazı yazdı. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a geldi ve Manzume gazetesinde yazmaya başladı. Kısa süre sonra Mürettipler Derneği’ni ve Nor Gyank (Yeni Hayat) ve Abaka (İstikbâl) haftalık dergilerini kurdu. Bu arada evlenen Gozigyan, öğretmenlik yapmak için ailesiyle birlikte Trabzon’a geçti. 1915’de tehcir sırasında Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından eşiyle birlikte katledildi (Teodik, 2010).

Krikor TOROSYAN: (1884 – 1915)

1884’te Egin’de doğdu. Çocuk yaşta İstanbul’a gelerek, ilköğrenimini bitirdikten sonra, bir süre tezgâhtar olarak çalıştı. İlk yazıları Ula isimli mizah gazetesinde ancak ciddi konular üzerindeydi. Kasim ve H. Der Hagopyan’ın telkiniyle Manzume’de ve Meşrutiyet sonrası, Gavroş dergisinde haftalık mizahi yazılar yazmaya başladı. Yervant Odyan ve Krikor Hampigyan ile birlikte Dzağik (Çiçek) isimli mizah dergisini çıkardı. 1909’dan itibaren Gigo, Gindo, Hugo, Guguk, Zurna ve Hi hi hi dergilerinde yazdı. Beş yıl süreyle de Gigo Yıllığı’nı hazırladı. İntihalci, Sessizlikyan ve Yoldaş Gigo isimlerini kullandı (Teodik, 2010). 24 Nisan 1915’te tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. 31 Temmuz günü 30 Ermeni ile beraber Ankara’ya doğru yola çıkartıldı. Elmadağ yakınlarında öldürüldü (İzrail, 2013).

Haçadur MALUMYAN (Edward AGNUNİ): (1863-1915)

Ermenistan’ın İran sınırındaki Meğri’de dünyaya gelen Malumyan, 1883’de Taşnaksutyun’un kuruluşundan sonra Mşag gazetesinde yazmaya başladı. 1892’de gazetenin yönetimini üstlendi. 1899’da Cenevre’de Troşag (Bayrak) gazetesinde Edward Agnuni takma adıyla, Çarlık yönetiminin Kafkasya ve Ermenilerine yönelik politikalarını eleştirdi. 1902’de Paris’teki Jön Türkler Konferansına katıldı. 1907’de Taşnaksutyun Genel Kurulu’nca İttihat ve Terakki ile Ermeni İşbirliği Konseyi’ne delege seçildi. Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin ile birlikte 1907’de Paris’te toplanan Osmanlı Muhalifleri Kongre’sine başkanlık etti (İzrail, 2013). 1908’den sonra İstanbul’a bir Hürriyet kahramanı olarak döndü. 31 Mart ayaklanması sırasında İttihatçı liderlerden Talat Bey, Malumyan’ın evinde saklanmışı. Azadamard gazetesinin bir çok başyazısını imzasız olarak kendisi yazdı. 1910 yılında ABD’ye gitti ve daha önce ülkesinden Yeni Dünya’ya göç eden Osmanlı Ermenilerinin, Meşrutiyetin ilanından sonra “ülkelerine geri dönmeleri” çağrısında bulundu. 1912 yılına dek süren İttihat ve Terakki ile Taşnaksutyun örgütlerinin ortak mücadelesini örgütleyen isimlerden biri olan Malumyan, İTC listesinden milletvekili seçilecek Ermenilerin belirlenmesinde de görev almıştı. Malumyan aynı zamanda Ermeni Milli Meclisi’nin de üyelerindendi. 24 Nisan gecesi eski arkadaşı olan İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın yanından ayrılıp evine döndükten sonra tutuklanır. İlk tepkisi, “Mümkün değil, Talat’ın bundan haberi yoktur” olan Malumyan, tutuklanması için hazırlanan tezkerede Talat Paşa’nın imzasını gördüğündeyse “Talat yoldaş buna nasıl izin verir? Bize bu hususta hiçbir şey söylemişti. Yoksa güvenliğimizi sağlamak için mi bu kararı aldı” diyecektir (İzrail, 2013). Taşnatsutyun’un önemli liderleri ile birlikte Ayaş Cezaevine gönderildi. Buradan olan bitenin düzeltilmesi için, 31 Mart’ta evinde saklayarak hayatını kurtardığını düşündüğü Talat Paşa’ya kişisel telgraflar gönderdi, ancak hiç birine yanıt alamadı. 4 Haziran 1915’te, Talat Paşa’nın direktifi ile ve askeri bir eskortla Mebus Dağavaryan, Mebus Cangülyan, K. Khajag, Minasyan ve Zartanyan ile birlikte Diyarbakır’daki askeri mahkemede yargılanmak üzere Ayaş Cezaevinden yola çıkarıldılar. Urfa’dan Diyarbakır’a giderlerken vali Dr. Reşid tarafından yönlendirilen ve Hacı Tellal Hekimoğlu’nun yönetimindeki Teşkilat-ı Mahsusa çetesi tarafından katledildiler. 1915 Eylül’ünde Cemal Paşa tarafından Şam’da yargı önüne çıkarttırılan Binbaşı Ahmet, Teğmen Halil ve Nazım, Malumyan’ın da katili olmakla suçlandılar.

Malumyan ve arkadaşları Diyarbakır’a öldürüldükten yaklaşık bir yıl sonra 24 Nisan 1916’da, İspanyol Kralı XIII. Alfonso, Osmanlı Sultanı’na hitaben yazdığı bir mektupla Malumyan’ın da aralarında olduğu bir grup Ermeni hakkında verilen idam cezalarının affedilmesi talebinde bulundu. Kralın övgü dolu cümleler ile bahsettiği Ermeniler için bir dizi bürokratik yazışma sonrasında Talat Paşa imzalı ve 25 Temmuz 1916 bir yazı ile Diyarbakır’a giderken askerleri atlatıp Rusya’ya kaçtıklarını anlatan bir rapor İspanyol Büyükelçisine sunuldu.

Harutyun ŞAHRİGYAN (Adom): (1860-1915)

1860’da Şebinkarahisar’da doğdu. Mektep-i Sultâni’yi (Galatasaray Lisesi) ve ardından Mekteb-i Hukuk’u bitirip avukat oldu. 1890’lı yıllarda Şahnazar’ın Hayrenig (Vatan) gazetesinde çalıştı. 1896’da Trabzon’daki meşhur Ermeni kıyımda, Osmanlı Bankası’na sığınarak hayatta kaldı. Müebbet hapse mahkum oldu. 13 ay hapis yattıktan sonra yabancı ülkelerin müdahalesi ile serbest bırakılınca Batum’a gitti. Burada Taşnaksutyun’a katıldı. Meşrutiyetin ilânından sonra, ümitle İstanbul’a gelenlerden oldu. Ermeni Milli Meclisi’ne seçildi; İttihatçıların Devlet Şûrası’na üyeliği teklifini ise kabul etmedi. 1908 yılında İttihat ve Terakki ile Taşnaksutyun arasındaki işbirliğinin devam etmesi için yapılan toplantıda E. Agnuni (H. Malumyan) ile birlikte, Talat Paşa, Cemal Paşa ve Bahattin Şakir ile görüştü ve anlaşmaya partisi adına imza attı. 1909 ve 1910 yılında Selanik’te İttihatçılar ile yapılan görüşmelerde partisini temsil etti. Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Üsküdar’dan İstanbul temsilcisi olarak seçildi (Teodik, 2010).

1909’da İstanbul’da Taşnaksutyun adına bir mattbaa ve ardından E. Agnuni (H. Malumyan) ve Ruper Zartanyan ile birlikte Azadamard gazetesini kurup yönetimini üstlendi. Gazetede bazen imzasız, kimi zaman da Nini, Vağinag ve Adom imzaları ile yazılar yayımladı. “Devlet Reformu ve Toprak Sorunu”, “Millî Anayasa”, “Reformlar Sorunu”, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Düşüşünün Tarih”, “Evlilik Sorunu” gibi çok sayıda kitap yazdı. “Gayrı Millileşme” kitabı ise yasaklanarak imha edildi.

24 Nisan 1915 gecesi evinde tutuklandı ve Ayaş’a gönderildi. Cezaevinden el konulan mallarının iadesi ve serbest bırakılmaları için yaptığı başvurular ve yazdığı dilekçeler cevapsız kaldı. Ağustos 1915’de Ankara yakınlarında ıssız bir vadide işkence yapılarak öldürüldü (İzrail, 2013).

Karekin KHAJAG (Karekin ÇAKALYAN): (1867-1915)

1867’de Gümrü’de doğdu. 1883’te “Eçmiadzin Kevorkyan Ruhban Okulu”na gitti. 1986’da mezun olduktan sonra, Bakû, Kantsag ve Akulis’teki Kilise Okullarında öğretmenlik yaptı. 1887 yılında Mışag (Ekin) gazetesinde ilk yazısı yayımlandı. Ardından Murc (Çekiç) ve Daraz (Görünüş) gazetelerinde yazdı. 1893’de, İsviçre’nin Cenevre kentine geçti ve oradaki üniversitenin Toplumsal Bilimler Fakültesi’ni bitirdi.

1897’de İstanbul’a geçti. 2 yıl boyunca Taşnaksutyun’un gizli devrimci faaliyetlerine katıldı. Tutuklandı ve sekiz aylık bir mahkûmiyetinden sonra, tekrar Ermenistan’a döndü. Karabağ’daki Şuşi Ruhban Okulu’nu iki yıl yönetti. 1903’de Tiflis’te Mışag (Ekin) gazetesinin yönetmeye başladı. 1906’da, Avedis Aharonyan ve Topçuyan ile birlikte sosyalist çizgideki Haraç (İleri) ve Alik (Dalga) gibi gazeteleri kurdu. 1912’de yeniden İstanbul’a geldi. Bu dönemde “Milliyetçilik Nedir?”, “Sınıf Nedir?”, “Vatan ve Milli Hareketler”, “Federasyona Doğru”, “Ermeni Tarihi” gibi pek çok kitap kaleme aldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İsviçre’deki güvenli ortamında kalmak yerine İstanbul’a gelmeyi tercih etti (Teodik, 2010).

24 Nisan’da tutuklandı ve Ayaş’a gönderildi. 4 Haziran 1915’te, Talat Paşa’nın direktifi ile ve askeri bir eskortla Mebus Dağavaryan, Mebus Cangülyan, Haçadur Malumyan, Minasyan ve Zartanyan ile birlikte Diyarbakır’daki askeri mahkemede yargılanmak üzere Ayaş Cezaevinden yola çıkarıldılar. Urfa’dan Diyarbakır’a giderlerken vali Dr. Reşid tarafından yönlendirilen ve Hacı Tellal Hekimoğlu’nun yönetimindeki Teşkilat-ı Mahsusa çetesi tarafından katledildiler (İzrail, 2013).

Siamanto (Atom YARCANYAN): (1878-1915)

Ocak 1878’de, Eğin’de doğdu. 13 yaşında İstanbul’a gelerek Miricanyan ve Berberyan Okullarında öğrenimini tamamladı. Osmanlı Bankası Olayı’ndan sonra önce Mısır’a ardından Cenevre’ye gitti. Yurtdışındaki Ermeni Basını içinde, Vağvan Tsaynı

(Yarının Sesi), AnahidPanper (Sözcü), ŞiragRazmig (Savaşçı), Joğovurtin Tsaynı (Halkın Sesi) gazeteleri, giderek ustalaşan bu yazara, sayfalarını açtılar. Klasik formatlara riayet etmeden, halk kahramanlarını kendi sivriye varan dil ve üslubuyla yazıyordu (Teodik, 2010).

Taşnakların yayın organı Troşag (Bayrak) gazetesinde çalıştı. Ermeniler için eşit haklar talep eden yazılarıyla Osmanlı yöntimine sert eleştirlerde bulundu. 1898’d yayımlanan ilk şiirinden itibaren, Anadolu’daki Ermeni katliamlarını konu edindi. 1908’de Anayasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte büyük bir umutla İstanbul’a döndü. Azadamard gazetesinde Siamanto, Ermeni Edebiyatı’nda “Lirik Şiirin en iyi temsilcisi” olarak selamlandı. Amerika’ya göç etmiş olan Ermenilerin ana vatanlarına dönmeleri sağlamak için uzun bir yolculuğa çıktı. Ancak çok başarılı olamadı. (Tuğlacı, 2004). 24 Nisan 1915 gecesi evinde tutuklandı ve Ayaş’a gönderildi. 1915 Temmuz’unda Ankara yakınlarında Elmadağ’da bir vadide Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından öldürüldüğünde 37 yaşındaydı (İzrail, 2013).

Sarkis MİNASYAN: (1873-1915)

1873’te, Yalova’nın Çengiler kasabasında doğdu. İstanbul’daki Getronagan Lisesi’nden mezun oldu. Başarılı bir öğrenci olduğu için Melkon Gürciyan’ın aracılığıyla İsviçre’nin Cenevre şehrine gönderildi. 1894’ten 1903’e kadar Siyasal ve Sosyal Bilimler Yüksek Okulu’nda eğitim gördü. 1896’dan itibaren Taşnaksutyun’un yayın organı olan Troşag (Bayrak) gazetesine çalışmaya başladı. Gazetedeki değişik görevlerin ardından 1899’da Aram Aşod müstear ismiyle yazarlığa başladı. 1905 yılında ABD’ye gitti ve Boston’daki Hayrenik (Vatan) gazetesini yönetti. Bir süre sonra Cenevre’ye döndü ve 1909’a kadar orada kaldı. 1907’de Paris’te toplanan Osmanlı Muhalifleri Kongresi’nde Taşnaksutyun temsilcilerinden biriydi.

1909’da İstanbul’a döndü. Bir yandan öğretmenlik yaptı, edebiyata yöneldi, bir yandan da Azadamard gazetesinde köşe yazarlığını sürdürdü. Fransızca’dan Ermenice’ye, içinde Ermenice’nin değişik lehçelerini de içeren, bir sözlük çalışmasını tamamladığı halde yayımlanmasına imkan bulamadı (Teodik, 2010).

24 Nisan 1915’de evinde tutuklandı. Ayaş’a gönderilenlerden biriydi. 4 Haziran 1915’te, Talat Paşa’nın direktifi ile ve askeri bir eskortla Rupen Zartanyan, Mebus Dağavaryan, Mebus Cangülyan, Karekin Khajag ve E. Agnuni ile birlikte Diyarbakır’daki askeri mahkemede yargılanmak üzere Ayaş’tan yola çıkarıldılar. Urfa’dan Diyarbakır’a giderlerken vali Dr. Reşid tarafından yönlendirilen ve Hacı Tellal Hekimoğlu’nun yönetimindeki Teşkilat-ı Mahsusa çetesi tarafından katledildiler.

Simpad PÜRAD (Der Ğazarents): (1862-1915)

3 Mart 1862’de Zeytun’da doğdu. 1880’de Kudüs Ruhban Okulu’nda öğrenimini tamamladı. 1880 Sorbonne Üniversitesi’ne devam ettiyse de kısa süre sonra ülkesine döndü. Zeytun’da ve Maraş’ta öğretmenlik ve müdürlük yaptı. 1882’de Zeytun bölgesindeki 130 Ermeni okulunun genel yöneticisi oldu. 1885’te İstanbul’a geldi. Gümülcine, Samsun, Zeytun gibi yerlerde okullar açtı ve yöneticiliğini üstlendi. Hınçak Partisi temsilcisi olarak Anadolu’yu karış karış dolaştı. 1895’te sol propaganda yapıyor gerekçesi ile eşiyle birlikte tutuklandı. İşkencede kör olan eşi yabancı elçilerin zorlamasıyla serbest kalırken kendisi beş yıl cezaevinde de yattı. Genel af ile serbest kalır kalmaz, İstanbul’a döndü ve Kadıköy’deki Aramyan Okulu’nda çalışırken, ilk gazetesi Nor Or (Yeni Gün)’u yayımlamaya başladı. 1896’da Mısır’a kaçtı, siyasi bağlarını sonlandırarak kendisini tamamıyla eğitim ve edebiyata verdi. Kahire’de Nisan 1899’da on beş günlük Pünig (Anka Kuşu) ve günlük Nor Or gazetelerini yayımladı (Teodik, 2010). 1905’de Yervant Sırmakeşliyan ile birlikte Sisvan isimli gazeteyi kurdu (Tuğlacı, 2004). Bulgaristan, Romanya ve Mısır’da bulundu. Tutuklandı ve İstanbul’a getirilirken Meşrutiyet ilânı üzerine serbest bırakıldı. Buna rağmen İstanbul’a döndü. 1909’da Pünig ve günlük Kağapar (Fikir) gazetesini yayımlamaya başladı. Ayrıca Osmanlı gazetelerine yazı yazdı.

24 Nisan 1915 günü en son tutuklanan isimlerden biriydi. Ayaş’a gönderildi. Ankara yakınlarında öldürüldü (İzrail,2013).

Hampartsum HAMPARTSUMYAN: (1890-1915)

1890’da İstanbul’da doğdu. Esayan ve Getronagan okullarında okudu. Meşrutiyet’ten önce gazetecilie Surhantag (Atlı Haberci)’da başladı. Taşnaksutyun Partisi üyesiydi. Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesinde editörlük yaptı, hukuki ve iktisadi yazılar yazdı La TurquieLevand HeraldB. TagseblatteK. Zeitung ve L’Humanite gazetelerine muhabirlik yaptı (Teodik, 2010).

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Ankara’da Elmadağ yakınlarında öldürüldü.

Jak SAYABALYAN (Paylag): (1888-1915)

1888 Haziran’ında Konya’da doğdu. 1896’da Berberyan Okulu’ na devam etti. İki yıl İzmir Amerikan Koleji’nde okudu. 1904’te Konya’da, 5 yıl İngiliz Konsolosluğu’nda mütercim ve konsolos muavini olarak görev yaptı. 1909’da İstanbul’a dönerek Şehbal dergisinin müdürlüğünü üstlendi. İlk mizahi yazısı Surhantag (Atlı Haberci) gazetesinde yayımlandı. İstanbul’da çıkan pek çok Ermenice gazete, haftalık dergi ve yıllıklarda yazıları, “Masis” gazetesinde “V.” takma adıyla şiirleri çıktı. 1910 yılında Osmanlı Ermeniler Yayın Cemiyeti’nin yönetim kurulunda görev aldı (Tuğlacı, 2004). Ermeni Ulusal Meclisi’nde Konya ilinden delege seçildi.

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Ankara’da Elmadağ yakınlarında öldürüldü.

Keğam PARSEĞYAN: (1883-1915)

1882’de İstanbul’da doğdu. İlk öğrenimini, Gedikpaşa Ermeni Okulu’nda yaptı. 1897’de Paris’te toplumsal ve siyasal bilimler derslerini takip etti. Daha ergenlik yaşlarındayken Manzume-i Efkar gazetesinde mesleğe adımını attı. Surhantag (Atlı Haberci) ve Azadamard’da (Özgürlük Savaşı) editörlük ve köşe yazarlığı yaptı. 1909 yılında Şavarş Misakyan ile birlikte Aztag (Etki) adlı bir edebiyat dergisi çıkardı. , H. Küfeciyan ve Gostan Zaryan ile Mehyan (Tapınak) dergisini yayımladı (Teodik, 2010).

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Ankara’da Elmadağ yakınlarında öldürüldü.

Sarkis PARSEĞYAN: (1875-1915)

Kafkasya’da Bogos Odabaşyan ismiyle dünyaya geldi Cenevre ve Paris’te eğitim gördü. Bulgaristan’da ve Gürcistan’da Taşnaksutyun Partisi faaliyetlerine katıldı. Ermeni zenginlerinden Taşnaksutyun’un eylemlerine destek için zorla para temin etmeyi hedefleyen bir dizi eylemin liderliğini yaptı. Çarlık Polisi tarafından yakalandı, yargılandı ve hapsedildi. 1904 yılında Van da Taşnaksutyun yöneticiliği yaptı. Erzurum ve Giresun’da Ermeni Okulları Müfettişliği görevlerini üstlendi. Aşkhadank (Emek) isimli gazetenin kurucularındandı. İstanbul’da partisi için çalıştı.

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Ankara yakınlarında öldürüldü

(İzrail, 2013).

Şavarş KRİSYAN: (1886-1915)

9 Haziran 1886’da Beşiktaş’ta doğdu. Robert Kolej’den mezun oldu. Paris’te Lycee Jeansont de Bone ve Londra’daki Sandov Okulları’nda Beden Eğitimi okudu ve diploma aldı. İstanbul’a dönüşünde, değişik okullarda beden eğitimi, spor ve jimnastik öğretmeni olarak çalıştı. Pek çok spor kulübünün kurulmasına bizzat katıldı 1911 yılının Şubat’ından itibaren ise Marmnamarz (Beden Eğitimi) adıyla, Türkiye’de kendi tarzında ilk resimli spor gazetesini çıkardı. Önce aylık sonra da on beş günlük yayımlanan gazete tam dört yıl aralıksız yaşamını sürdürebilen ender bir yayındı. İstanbul ve Osmanlı Ermenilerinin, sportif faaliyetlerini araştıran, birçok yerli ve yabancı akademisyene kaynak olan gazete Ermeni gençlerini mahallelerde ve köylerde spor kulüpleri kurmaya, kadınları spor yapmaya, Olimpiyatlar benzeri organizasyonlar düzenlemeye yönlendiriyordu. 1912’de Stockholm’deki Olimpiyatlara iki Osmanlı Ermenisi’nin katılması, Osmanlı Olimpiyat

Komitesi temsilcisi Selim Sırrı Tarcan ile Krisyan arasında bir dizi polemiğe yol açtı (İzrail, 2013).

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Hapishanede bile jimnastik egzersizlerini sürdürdü, tutuklu arkadaşlarına hocalık yaptı. Temmuz ayının son günü Ankara’ya gönderildi ve öldürüldü.

Aris İSRAELYAN (İsrael DKHRUNİ): (1885-1916)

1885’te Gümüşhane’de doğdu. Venedik’teki Mıkhaitaryan okulunda okudu. Ardından ABD’ye gitti ve ziraat eğitimi aldı. Burada Taşnaksutyun saflarına katıldı. Boston’da çıkan Hayrenik (Vatan) için yazdı. 1910’da İstanbul’a geldi. İsrael Dkhruni mahlas ismiyle Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesi için yazmaya başladı (Teodik, 2010).

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Çankırı’ya gönderildi. İçişleri Bakanlığı tarafından bir soruşturma için Bursa’ya gönderilmesi direktifi verildi. Resmi bir kayıt olmamakla birlikte Ankara üzerinden Bursa’ya gönderildiği, orada yargılandıktan sonra da Konya’ya sürgün edildiği tahmin ediliyor. Cesedi, Kasım 1916’da Konya’da bulundu. Mezar yeri bilinmiyor (İzrail, 2013).

Mihran TABAKYAN: (1878-1915)

1878’de Adapazarı’nda doğdu. İstanbul’da Ermenice çıkan gazetelerde yazarlık yaptı. Taşnaksutyun üyesiydi. 24 Nisan 1915’de tutuklandı. Çankırı’ya yollandı. 1915 Ağustos’unda Ankara yolunda öldürüldü (İzrail,2013).

Artin Hagop TERZİYAN: (1879-1915)

22 Ağustos 1879’da Haçin’de doğdu. 1900 yılında İstanbul Eczacılık Mektebinden mezun oldu. Adana’da bir eczane açtı. İstanbul’da Ermenice çıkan gazete ve dergilere, yazdığı mektuplar ile tanındı. En ünlendiği yazıları Tığtagits (Mektupçu) takma adıyla yayımlanmıştı. 1907’de Elbistan Redif Taburu Fahri Eczacısı olarak üstün hizmetlerinden ötürü Sanayi madalyası ile taltif edildi. 1909’da Adana’daki Ermeni Kıyımı’ndan kıl payı kurtuldu. İstanbul’a geldi ve yaşananları kaleme aldı. Adana Hayat ve Kilikya Felaketi isimli Ermenice kitabı neler yaşandığını tüm gerçekliği ile ortaya koyuyordu. Kitabın el yazmalarına el konuldu ve yayım yasağı getirildi.

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Çankırı’ya gönderildi. İstanbul’a yazdığı dilekçeler ile ısrarlı bir şekilde serbest bırakılmayı talep etti. İstanbul’dan gelen telgraf emriyle Der Zor’a sürüldü. Önce Ankara’ya getirildi. 24 Ağustos tarihinde Elmadağ yakınlarında öldürüldü (İzrail, 2013).

Arisdages KASPARYAN: (1861-1915)

1861’de Adana’da doğdu. 1891 yılında İstanbul’da avukatlık yapmaya başladı. Ermeni Milli Meclisi’ne Adana’dan delege seçildi. 1880-1910 arasında ManzumeMecmua-ı AkhbarPüzantiniyon ve Surhantag (Ulak) gazetelerine Türkçe ve Ermenice olarak toplumsal konularda ses getiren makaleler yazdı (Teodik, 2010)

Meşrutiyet’in ilanı ile Kasparyan, hukuk çevrelerine hitap edecek Pasdapan (Avukat) isimli bir gazete yayımladı. Ermeni Devrimci Komitesi Taşnaksutyun Partisi’ne karşı bir çizgide, muhafazakar bir Osmanlıydı.

24 Nisan 1915 gecesi ‘Ermeni komitesi mensubu olması ve Türkiye aleyhine neşriyatta bulunduğu…” gerekçesi ile tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Ankara’da öldürüldü. Yapılan girişimlerin ardından, serbest bırakılması için İstanbul’dan Çankırı’ya bir telgraf gönderildi. Telgraf Ayaş’a yollandı ancak bu sırada çoktan öldürülmüştü (İzrail,2013).

Bedros KALFAYAN: (1868-1915)

1868’de Harput’un İçme ilçesinde doğdu. 12 yaşında yetim kaldı ve İstanbul’a gönderildi. Genç yaşlarda Hınçak Partisi saflarına katıldı. 1894’de Atina’ya kaçtı. Romanya ve Bulgaristan’daki Hınçak sorumlusu oldu. Tutuklanıp İstanbul’a gönderildi, ancak yeniden kaçmayı başardı. Rusçuk’ta Veradzınunt (Yeniden Doğuş) isimli haftalık dergisini kurdu ve yönetti. Bu dergi bir süre sonra Paris’te Abaka (İstikbâl) ismiyle yayın hayatına devam etti. 1910’da İstanbul’a geldi. Ermeni Milli Meclisi’ne delege olarak seçildi.

24 Nisan 1915’de Arnavutköy Polis karakolunun bitişiğindeki evinde tutukandı. Ayaş’a gönderildi. Aynı zamanda Bulgaristan vatandaşı olmasına rağmen, Ankara yakınlarında öldürüldü (İzrail, 2013).

Sarkis SUİN (SÜNGÜCÜYAN): (1870-1915)

15 Ağustos 1870’de Beşiktaş’ta doğdu. Mülkiye’de okudu. Bahriye Nezareti ve Duyun-u Umumi’de memur olarak çalıştı. Abdülhamit döneminde Patrik İzmirliyan’ın yabancı gazeteciler ile görüşmesine aracılık yaptığı için tutuklandı ve 7 yıl hapiste kaldı. Genel af ile serbest kalınca Mısır’a kaçtı. Bulgaristan’da öğretmenlik ve ticaret ile ilgilendi. Bir yandan da İravunk (Hak) gazetesine, S.S. müstear ismiyle makaleler yazdı. Meşrutiyet ile İstanbul’a döndü, Ermeni Milli Meclisine Kumkapı’dan delege seçildi. Adana’daki Ermenilere yönelik 1909 toplu kıyım konusunda, inceleme ve araştırma heyetinde görev yaptı.

24 Nisan’da tutuklamaların dışında kaldı. Ancak 1 Haziran 1915’te tevkif edildi. Akıbeti bilinmiyor.

Hayk TİRYAKYAN (Hraç): (1871-1915)

1871’de Trabzon’da doğdu. Fransa’da ziraat okudu. Zeytun ayaklanması sonrasında eğitimini yarım bırakıp Cenevre’de Taşnaksutyun’a katıldı. 26 Ağustos 1896 günü İstanbul’da Osmanlı Bankası’na düzenlenen baskın eylemini organize eden isimlerden biriydi, eyleme bizzat katıldı ve sağ olarak kurtuldu. Eylemciler Rus elçisinin müdahalesi ile affedildiler ve Marsilya’ya gitmelerine izin verildi. Tiryakyan 1901’de Taşnak Partisi adına İzmir’de etkinlikte bulundu. Tutuklandı ve Bodrum’a sürgün edildi. (İzrael, 2011908’de Meşrutiyetin ilanı ile Bodrum kalesindeki tutukluluğu sona erdi. Serbest kalınca İstanbul’a geldi. 1909’da Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesinin çıkacağı matbaayı kurdu. Gazetenin idaresini üstlendi (Tuğlacı, 2004). Bir yandan da Harbiye Nezaretine kumaş satan bir şirketin yöneticiliğini yaptı. İttihat ve Terakki ile Taşnaksutyun arasındaki 1913’de yapılan görüşmelerde yer aldı.

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Çankırı’ya gönderildi. Taşnaksutyun yöneticileri Ayaş Cezaevi’ne gönderiliyordu. Aynı ismi taşıyan bir Ermeni bakkal Ayaş’a gönderilirken Tiryakyan Çankırı’ya gönderilmesinde bir yanlışlık olduğu düşüncesi ile Osmanlı makamlarına başvurdu. Başka birinin kendisi yerine tutuklanmasının vicdanında bir yük olacağını anlatan mektuplar yazdı. Tiryakyan’ın uğraşı sonucu bakkal serbest bırakılırken, kendisi de 8 Haziran 19151’de Ayaş’a gönderildi (Teodik, 2010). Ankara yakınlarında öldürüldü.

Adom ŞAHEN (Yeritsyans): (1875-1915)

1875’te Eğin’de doğdu. Leipzig, Viyana ve Paris üniversitelerinde okudu. Meşrutiyet ilanından sonra İstanbul’a geldi. 1909’da Araks (Aras) matbaasını ve aynı isimli yayınevini kurdu. Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesi kendi matbaası kurulana kadar Şahen tarafından yayımlandı. Şiirler, okul kitapları yazdı, dergiler yayımladı. (Teodik, 2010) Taşnaksutyun üyesi ve Ermeni Milli Meclisi’nin Eğin Delegesiydi.

24 Nisan 1915 günü tutuklandı. Ayaş’a sürgün edildi. Ankara yakınlarında öldürüldü.

Nerses PAPAZYAN: (1872-1915)

1872’de Akulis’te (Kafkasya) doğdu. Van’da, İstanbul’daki Yedikule Ermeni

Yetimhanesinde ve İzmir Armaş Ruhban okulunda tamamladığı eğitimi sonrası din adamı oldu. Kilise tarafından Amerika’ya gönderildi. Bir yandan Colombia Üniversitesi’nde okudu, diğer yandan 1906 yılında Boston’da çıkan Hayrenik (Vatan) gazetesinin yönetimini üstlendi. Taşnaksutyun saflarına katıldı. Tahran’da kilise adına görev yaptı. Siyasi faaliyetleri ile kilise görevleri çakışınca ruhani görevlerini bıraktı. Meşrutiyetin ilanından sonra, İstanbul’a geldi Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesi yayınlandığında, onun Ermenice bölümünün başına geçti ve 11 Şubat 1915’e kadar görevini sürdürdü (Teodik, 2010).

Nesres Papazyan, Ankara yakınlarında öldürüldü. Ölümünden sonra aynı zamanda Rus vatandaşı olduğu için İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği Papazyan hakkında bilgi almaya çalıştıysa da başarılı olamadı (İzrael, 2013).

Nerses ZAKARYAN: (1833-1915)

1833’te İzmit’te doğdu. Katolik Ticaret Okulu’nu bitirdi. Türk diline oldukça hakim bir eğitimci olarak pek çok okulda öğretmenlik ve müdürlük yaptı. “Osmanlıca Gramer” kitabı kaleme alan Zakaryan bir yandan da Abaka (İstikbâl) ve Nor Aşkharh (Yeni Dünya) gazetelerinde de yazdı. Hınçak Fırkasının üt düzey yöneticilerinden biri ve Ermeni Milli Meclisi’nin delegesiydi. 1914 Temmuz’unda Hınçak Fırkası yurt dışı bürosu Talat Paşa’ya yönelik bir suikast organize gerekçesi ile parti yöneticileri tutuklandığında toplanan kongrede Zakaryan, suikast ve benzeri eylemlere muhalif isimler ile birlikte Parti Merkez Komitesine seçilmişlerdi.

24 Nisan 1915’de evinden alındı ve tutuklandı. Ayaş’a gönderildi. Burada tutuklular ile Osmanlı bürokratları arasındaki ilişkiyi sağlayan isim Zakaryan’dı (Teodik, 2010). Ankara yakınlarında öldürüldü

Hagop AVEDİSYAN (Ardzruni): (1873-1915)

1873’te Van’da doğdu. 17 yaşında İstanbul’da Hınçak Fırkası’na katıldı. 1895’teki Babıali Nümayişine katıldığı nedeniyle aranmaya başlayınca Bulgaristan’a kaçtı ve gıyabında idama mahkum edildi. Bulgaristan’da öğretmenlik yaptı. Atina ve Mısır’ın ardından Tiflis’e gitti. Burada Ermenice yayımlanan ilerici ve Liberal Ermenilerin sözcülüğünü yapan Mışag (Rençber) dergisini kurdu ve başyazarlığını yaptı (Minassian, 1992; Mildanoğlu, 2014). Meşrutiyetin ilanı ile pek çok Ermeni aydını gibi İstanbul’a geldi. Pek çok gazete için Hınçak tezlerini anlatan pek çok yazı kaleme aldı. Parti örgütlenmesi ile ilgilendi. Ermeni Milli Meclisi’ne Gedikpaşa delegesi seçildi (Teodik,2010).

24 Nisan 1915’de tutuklandı. Çankırı’ya gönderdildi. Ancak Kalecik yakınlarında Ayaş’a gitmesi gerektiği ortaya çıkınca geri döndürüldü. Temmuz’un son günü Ayaş’tan Ankara’ya götürülen 30 kişilik tutuklu kafilesinde Avesdisyan da vardı. Tüm tutuklular ile birlikte Elmadağ yakınlarında öldürüldü (İzrael, 2013).

Kevork HÜRMÜZ: (1868-1915)

1868’de İstanbul Ortaköy’de doğdu. Katolik cemaatine mensuptu. Venedik Mıkhitaryan Okulu’nda okudu. Avrupa gazetelerine, özellikle de London Times gazetesi için muhabirlik yaptı. 24 Nisan 1915’de tutuklandı. Ayaş’a gönderildi ve öldürüldü.

Partoğ ZORYAN (Jirayr): (1879-1915)

1 Ocak 1879’da Kayseri’de doğdu. 18 yaşında Filibe’ye (Bulgaristan) gitti ve eğitimine devam etti. Rupen Zartaryan’ın Taşnaksutyun için yayımladığı Razmig (Mücadeleci) gazetesinin yazarlığını ve bir süre de yöneticiliğini yaptı. Meşrutiyetin ilânından sonra, İstanbul’a geldi ve Onnig Sırabyan ile birlikte Onnig-Jirayr kitapçısını ve Lusağpür (Işık Kaynağı) Yayınevi’ni kurdu. Pek çok ders kitabı ve ziraat konusunda çığır açacak yeniliklerin anlatıldığı bir kitap yayımladı (Teodik,2010).

24 Nisan 1915’de Zoryan ve Sırabyan tutuklandılar ve ikisi de Ayaş’a gönderildi. Ankara yakınlarında öldürüldüler.

Ardaşes FERAHYAN: (1890-1915)

Muş’ta doğdu. Yeprad (Fırat) Koleji’nde okudu. İstanbul’a gelerek Hukuk Fakültesi’nin derslerine dinleyici olarak katıldı. Sosyal Demokrat Hınçak Fırkası’nın üyesi oldu. Ardından partinin gazetesi Gaydz (Kıvılcım) için muhabirlik yapmaya başladı.

24 Nisan 1915 günü tutuklandığında gazetenin başmuhabiriydi. Ayaş’a sürüldü. Ankara yakınlarında öldürüldü.

Yeğya SUZİGYAN: (1870-1915)

İstanbul’un Samatya semtinde doğdu ve büyüdü. Konya’daki Rusya Konsolosluğunun mütercimliğini de yapan Suzigyan, Jamanag (Zaman) yazarlarındandı. 24 Nisan 1915’de tutuklandı. Sağlığı sürgün yollarını kaldırmadı. Belemedik-Taşdurmaz yakınlarında yaşamını yitirdi (Teodik, 2010).

Bedros KÜRDYAN (Bedig): ( -1915)

Adapazarı-Bahçecik’te doğmuş büyümüştü. Türk ve Ermeni gazetelerinde muhabirlik yapıyordu. 1908 yılında Meşrutiyet ilan edildikten sonra pek çok aydın gibi o da bir gazete yayımladı (Teodik,2010). Baykar (Mücadele) isimli gazetesi sadece dört sayı çıkarabildi (Mildanoğlu, 2014). 24 Nisan 2015 gecesi tutuklandı. Sağlığı sürgün yollarını kaldırmadı. Meskene’de öldü (Teodik, 2010).

Yervant ÇAVUŞYAN: (1866-1915)

İstanbullu Çavuşyan, Güzel Sanatlar Okulunda matematik öğretmeniydi. Tzayn Hayrenyatz (Vatanın Sesi) gazetesinin imtiyaz sahibi ve Çarkçılık üzerine Türkçe teknik kitabın yazarıydı. 24 Nisan 2015 gecesi tutuklandı. Sağlığı sürgün yollarını kaldırmadı. Fırat nehrinin kenarında, Meskene ve Der Zor arasında, Hamam diye bilinen bir yerde öldü (Teodik, 2010).

Onnig TERTSAGYAN (VIRAMYAN): (1871-1915)

1871’de İstanbul’da doğdu. Ecmiadzin’de ruhban okulunda okudu. İstanbul’da bir yandan Rus Postanesinde çalışırken diğer yandan Taşnaksutyun saflarında görev aldı. Hayrenik (Vatan) gazetesinde Okimta müstearı ismiyle, dikkat çekici makaleler yazdı. Polis tahkikatı üzerine Bulgaristan’a kaçtı. Ardından Cenevre’de geçti Troşag (Bayrak) gazetesinin yazı işlerinde çalıştı. Daha sonra Amerika’ya geçti ve orada çıkartılan Hayrenik gazetesinde yazmaya başladı. İstanbul’a döndüğünde Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesinde çalıştı. Pek çok imzasız başyazı kaleme aldı.

Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın ikinci seçiminde Van’dan mebus seçildi. Van’ın meşhur Vali’si Cevdet bey, 1915 yılında onu telefonla yanına çağırdı ancak Tertsagyan, Hükümet Konağı’ndan bir daha geri gelmedi.

Ardaşes SOLAKYAN:

Van’da doğdu. 1901’de öğretmenliğe başladı. Hınçak Fırkası’nın yerel yöneticilerindendi. İstanbul’un birçok gazetesinde yazmanın yanı sıra, 1906’da Asub (Yıldız) adlı dergiyi ve Goçnag (Çan) isimli bir gazeteyi yayımladı. Vali Cevdet’in emriyle tutuklanıp, 7 Nisan 1915 tarihine kadar hapiste tutuldu ardından öldürüldü (Teodik, 2010).

Taniel VARUJAN (Çibukyâryan): (1884-1915)

1884’te, Sivas’ın Pırtnik köyünde Ermeni Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Daha küçük bir çocukken babası işçi olarak çalışmak için İstanbul’a gitmişti. 12 yaşında eğitimini devam ettirmek için İstanbul’a geldiğinde babasının suçsuz olduğu halde tutuklandığını ve cezaevine atıldığını öğrendi. Pera ve Kadıköy’deki Mıkhitaryan okullarında okudu. 1902’de Venedik’teki Murat Rafael Mıkhitaryan Okulu’na davet edildi. Ardından Brüksel Üniversitesi’ne devam etti. Bir sanayi kenti olan Gent’te işçi sınıfının haklarını savunan üniversiteli bir sosyalist oldu. Yazdığı makaleler Pazmaveb, Keğuni, Anahid, Şirag, Razmig, Hayrenik gazete ve dergilerinde yayınlanmaya başladı ve birdenbire tüm dikkatleri üzerine çekti (Teodik,2010). İlk şiir kitabı da aynı dönemde yayımlandı. Üniversiteyi bitirdiği 1909’da Anayasa’nın yürürlüğe konduğu İstanbul’a döndü. 1909’dan 1912’ye kadar, memlekeri Sivas ve Tokat’ta bulunan birçok

Ermeni Lisenin müdürlüğünü yaptı. Ekim 1910’da Sivas’ta yayımlanmaya başlayan Ermenice haftalık Hoğ-Tar gazetesinin yazı kadrosunda yer aldı (Tuğlacı, 2004). 1914 yılında ilk sayısı yayımlanan (ve devamı gelmeyen) Navasart isimli bir sanat yıllığını (Mildanoğlu, 2014) ve bir dizi edebiyatçı arkadaşı ile Mehyan (Tapınak) isimli bir dergi çıkardı (İzrail, 2013).

24 Nisan 1915 gecesi hamile olan eşinin üçüncü çocuğunu doğurmasını beklerken tutuklandı ve Çankırı’ya gönderildi. 26 Ağustos 1915 sabahı Ayaş’a gönderilmek üzere Taniel Varujyan, Rupen Sevag, Onnig Mağazacıyan, Vahan Kahyayan ve Artin Bogosyan Çankırı’dan yola çıkartıldılar. İttihat ve Terakki Fırkası Çankırı Katib-i Mesulü (Parti Sekreteri) Cemal Oğuz’un organize ettiği Kürt Eşkıya reisi Alo ve çetesi, Tüney köyü yakınlarında tutuklulara saldırır. Tutukluların sevkinden sorumlu olan jandarma ve polisin seyrettiği saldırıda Taniel Varujyan ve dört arkadaşı katledilir, paraları ve hatta giysileri dahi çalınır (İzrail, 2013).

İlerleyen günlerde Tüney vakasında tutukluları götüren jandarma ve polisler ile Kürt Alo çetesinden 4 kişi tutuklanır. Ancak İstanbul’dan İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın müdahalesi ile serbest bırakılırlar ve Kürt Alo ile adamları Suriye Cephesine gönderilir (Hür, 2012). Cemal Oğuz ise Dünya Savaşı bittikten ve İstanbul işgal edildikten sonra gizlendiği yerde yakalanır ve 27 Ekim 1919’da dosyası Divan-ı Örfi’de diğer İttihatçıların yargılandığı davaya eklenir. Tanıklar, pek çok cinayet gibi Varujyan ve 4 arkadaşının katlinden Çankırı Katib-i Mesulü’nün sorumlu olduğunu ortaya koyunca (Dadrian ve Akçam, 2008), Cemal Oğuz akli durumunun yargılanmaya müsait olmadığını ileri sürecek, hatta intihar denemesinde bulunacaktır (Ata, 2005). Oğuz, 27 Mayıs 1920 tarihinde hastaneden taburcu edilir ancak mahkeme tarafından 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldığından dolayı tekrar Merkez Hapishanesi’ne getirilir. Kısa süre sonra Büyük Britanya Yüksek Komiserliği’nin talebiyle 2 Ağustos 1920’de İngilizlere teslim edilir ve İngilizler tarafından 30 Eylül 1920 tarihinde Ermeni katliamlarıyla suçlanan bir dizi Türk görevliyle birlikte Malta’ya sürgün edilir. 1921 yılında Malta’dan tahliye edilen Cemal Oğuz, Kastamonu üzerinden Ankara’ya geçerek Anadolu Hareketine katılır (Hür, 2012).

Rupen SEVAG (Rupen ÇİLİNGİRYAN): (1885-1915)

15 Şubat 1885’te Silivri’de doğdu. Ailesinin kendisini yurt dışında okutacak parası yoktu ancak okulundaki öğretmenlerin desteği ile Patrikhane’ye başvurdu ve İsviçre’de Lozan Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gönderildi. Henüz okurken Anayasa’nın yürürlüğe konması ile yaz tatilinde İstanbul’a geldi ve arkadaşlarıyla Surhantag (Atlı Haberci) isimli bir gazete yayımladı (Tuğlacı, 2004).

1910 yılında pedagoji okuyan Helene Apell ile evlendi. 1911 yılında Tıp Fakültesini bitirdi, Lozan’da doktor olarak çalışmaya başladı. Taşnaksutyun’un resmi yayın organı Azadamard (Özgürlük Savaşı) gazetesinde, 1913-14 yıllarında Bir Doktorun Kitabından Koparılmış Sayfalar isimli köşesinde pek çok makale kaleme aldı. Mayıs 1914’te Alman eşi ve oğlu Levon ile birlikte İstanbul’a döndü. Savaşın çıkmasıyla birlikte askere alındı, Çanakkale ve İstanbul’da askeri doktor olarak görev yaptı.

İstanbul Ermeni entelektüel dünyasının bir parçası olan Rupen Çilingiryan, 24 Nisan günü görevi başında ve İstanbul dışındaydı. Çankırı ve Ayaş’a gönderilenlerden yabancı uyruğu sayesinde serbest kalan birkaç kişiden olan biteni öğrenen Ermeni toplumu kısa süre sonra mebus olduğu için tutuklanmayan Kirkor Zohrab’ın da tutuklanması ile iyice sarsılır. Rupen Çilingiryan hala özgürdür ve yakın arkadaşlarına “bize ayıp değil mi hala buradayız” diye tepkisini gösterdi (Akçam 2010). Doktor, 22 Haziran 1915 tarihinde gözaltına alındı. Altı günlük bir yolculuktan sonra, 30 Haziran 195’te Çankırı’ya ulaştı. Hakkında herhangi bir bir suçlamada bulunulmayan hatta bir soruşturma da açılmayan Çilingiryan’ın Alman olan eşi İstanbul’daki Alman Büyükelçiliği ile ve Padişah’ın Kurmay Başkanı ve 6. Ordu Komutanı rütbelerini de taşıyan Baron Mareşal von der Goltz Paşa’ya başvurdular. Goltz Paşa’nın kişisel garantisi ile Almanya’da ikamet etmesi şartı ile serbest bırakılması istenen Dr. Çilingiryan için Osmanlı resmi makamları yazışmalarında onu, “kitleleri etkileme yeteneğine sahip bir entelektüel” olarak değerlendirmekte ve bundan dolayı da Almanya’ya gönderilmesine karşı çıkmaktadırlar (Akçam, 2010).

İçişleri Bakanlığı’nın bir yazısına cevaben hazırlanan 31 Ağustos tarihli bir rapor ile Kastamonu Valiliği, Çankırı’daki tutuklulardan Dr. Çilingiryan ve bazı arkadaşlarının 4 Ağustos tarihli ‘genel af’ çerçevesinde serbest bırakıldıklarını bildirir. Halbuki raporun hazırlanmasından birkaç gün önce Çilingiryan ve bazı arkadaşları katledilmiştir. 26 Ağustos 1915 sabahı Ayaş’a gönderilmek üzere Taniel Varujyan, Rupen Sevag, Onnig Mağazacıyan, Vahan Kahyayan ve Artin Bogosyan Çankırı’dan yola çıkartıldılar. İttihat ve Terakki Fırkası Çankırı Katib-i Mesulü (Parti Sekreteri) Cemal Oğuz’un organize ettiği Eşkıya reisi Kürt Alo ve çetesi, Tüney köyü yakınlarında tutuklulara saldırır.

Tutukluların sevkinden sorumlu olan jandarma ve polisin seyrettiği saldırıda Dr.

Çilingiryan ve dört arkadaşı katledilir, paraları ve hatta giysileri dahi çalınır (İzrail, 2013).

Katledilmesinden iki gün sonra Alman yetkililerin girişimi ile, İstanbul’dan Kastamonu Valiliğine serbest bırakıldığını söylenen Dr. Çilingiryan’ın Çankırı’da ikametine devam etmesi direktifi verilir. Ancak eşinin ve büyükelçiliğinin uzun uğraşları sonucunda Çilingiryan’ın Tüney köyü yakınlarında katledildiği, katillerin bir kısmının yakalandığı ve soruşturmanın devam ettiği bilgisi ailesine verilecektir (Akçam, 2010). Cinayetin ertesinde gerçekten de Tüney vakasında tutukluları götüren jandarma ve polisler ile Kürt Alo çetesinden 4 kişi tutuklanır. Ancak İstanbul’dan İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın müdahalesi ile tutuklular serbest bırakılırlar ve Kürt Alo ile adamları Suriye Cephesine gönderilir (Hür, 2012). İttihat ve Terakki Fırkası Çankırı Katib-i Mesulü Cemal Oğuz ise 1919’da Divan-ı Örfi’de yargılanacak, akli durumunun yargılanmaya müsait olmadığını ileri sürecek, hatta intihar denemesinde bulunacaktır (Ata, 2005). 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan Oğuz, 30 Eylül 1920 tarihinde Ermeni katliamlarıyla suçlanan bir dizi Türk görevliyle birlikte Malta’ya sürgün edilecek, 1921 yılında tahliye edilince ise Kastamonu üzerinden Ankara’ya geçerek Anadolu Hareketine katılacaktır (Hür, 2012).

Alman makamlarının ise tıpkı Osmanlı Devleti gibi dava sürecinin başlaması üzerine olaya olan ilgisi giderek azalacak, Dr. Çilingiryan’ın eşi Helen’in başvurularına giderek olumsuz yanıtlar verilmeye başlanacak, hatta sırf bu yüzden Helen, Alman vatandaşlığını terk edip, Ermenistan uyruğuna geçecektir.

Krikor ZOHRAB: (1861-15 Temmuz 1915)

26 Haziran 1861’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini, Mahrukyan, Tarkmançats ve Katolik Lusaroviçyan Ermeni okullarında tamamladı. Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nin Mühendislik Bölümünden yol ve köprü mühendisi olarak mezun oldu. Ermenice Lırakir’de ilk yazıları yayınladı. Hayrenik gazetesinde yazmaya başladı. Dönemin Ermeni basınının en önemli yayınlarından haftalık Masis gazetesini çıkaranlar arasında yer aldı. 1908’de Paris’e zoraki göçün ardından II. Meşrutiyet’in ilanıyla memleketine döndü. Nor Or gazetesini yayınlamayı başladı. Meşrutiyet’in ardından yapılan ilk genel seçimlerde Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda İstanbul mebusu oldu. Azadamart’ta yazmaya başladı. 1912’de ikinci genel seçimlerde, üç ay sonra feshedilecek olan meclise yeniden İstanbul mebusu olarak seçildi (Tunaya, 2000).

Gazetecilik ve milletvekilliği dışında edebiyatçı ve hukukçu olarak Zohrab, İstanbul’un önde gelen avukatlarındandı. Türkçe ve Ermenicenin yanı sıra çok iyi bildiği Fransızcası nedeniyle dönemin ticari davalarında aranan kişiydi. Abdülhamit istibdadı altında zor ve tehlikeli siyasi davaları üstlendiği için rejim düşmanı sayıldı. İstibdadın son yıllarında avukatlıktan men edilmişti (Teodik, 2010). 1908’de Paris’ten döner dönmez Hukuk Fakültesi’nde ceza hukuku dersi hocalığına davet edildi. 1909’da ders notları yayınlandı.

Üç dönem milletvekili seçilen ve aslında liberal bir özgürlükçü olan Zohrab en aktif üyelerden biri olduğu Meclis-i Mebusan’da “sosyalist” olarak niteleniyordu. Farklı ulusların Osmanlılık temelinde bir arada yaşamasını savundu. Özellikle Ermenilerle Türklerin kardeşliği için mücadele etti. Kendini bu yüzden hem Ermeni, hem de Osmanlı olarak tanımladı. Yalnızca Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirmedi, bir bütün olarak Osmanlı toplumunun ve devlet yapısının modernleşmesi için çalıştı. 31 Temmuz 1908’de, Taksim Belediye Bahçesi’nde, Meşrutiyet-i Osmaniye Kulübü adına 10 bin kişilik bir topluluğa Türkçe hitap etti: “Ey hür Osmanlılar! Hür vatandaşlar! Dinimiz muhtelif, mezhebimiz birdir. Hepimiz hürriyet mezhepdaşlarıyız…” (İzrail, 2011).

24 Nisan 1915 gecesi İstanbul’daki 250 Ermeni aydın tutuklanarak Çankırı ve Ayaş’a sürüldüler edildiler. Milletvekili olduğu için tutuklanmayan Zohrab, kaçma fırsatı olduğu halde İstanbul’da kaldı. Sadrazam Sait Halim Paşa’ya hitaben tutuklamaları protesto eden bir bildiri kaleme aldı. İçişleri Bakanı Talat Paşa’ya yazılı olarak başvurdu. Son ana kadar bir şeyler yapabileceği umudunu yitirmedi ve temaslara devam etti. Talat Paşa ile son kez görüştüğü gece, 20 Mayıs 1915’te tutuklanarak Diyarbakır’a doğru yola çıkarıldı. 15 Temmuz 1915 tarihinde eşine yazdığı son mektupta öldürüleceğinden emin olduğunu anlattı. Urfa yakınlarında Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Çerkes Ahmet çetesi tarafından başı taşla ezilerek öldürüldü (İzrail, 2011). Ermeni aydınların öldürülmesinde birinci derece rol oynayan, daha önce de Zeki Bey’i öldürerek 15 yıl kürek cezasına mahkum olan Çerkes Ahmet, 30 Eylül 1915’de Şam’da Cemal Paşa tarafından cinayet ve yağma suçlaması ile yargılandı ve asıldı (Altınay, 2010).

Osman Nevres (Hasan Tahsin): (1888-1919)

Selanik’te doğan Osman Nevres, ilkokulu Mustafa Kemal’in de gittiği Şemsi Paşa İptidaisi’nde okumuş, ardından gittiği Feyziye Mektebi’nde İttihat ve Terakki’nin kudretli adamı Cavit Bey’in dikkatini çekmiş ve ailesi ticaret yapmak için İstanbul’a göçtüğü halde, Cavit Bey’in gözetimi altında Selanik’te yaşamaya devam etmişti. Osman Nevres, İstanbul’da Darülfünun’da eğitim görmeye başlamış, II. Meşrutiyet’in ardından Paris’te Sorbone Üniversitesi’nde hukuk ve felsefe eğitim görmüştü.

Fransa’da kaldığı dönemde Belçikalı Sosyalist Emile Vandervelde’nin konferanslarına devam eden Osman Nevres, Trablusgarp Savaşı sırasında, Paris’in ünlü sinemalarından Olimpia’da izlediği bir filmde Türklerin zalim ve barbar olarak gösterilmesine kızıp, tabancasıyla perdeye ateş ettikten sonra “Benim sizlerden ne farkım var? Sorbonne Üniversitesi’nde okuyorum ve sizin dilinizi konuşuyorum. Ben de Türküm. Türkler bu filmde gösterildikleri gibi vahşi ve zalim insanlar değiller, onlar da en az sizin kadar uygarlar” diye bağırarak çıkardığı olay ile iyice ün kazanmıştı.

Kendisi gibi Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olan Silah gazetesi başyazarı Hasan Tahsin’in pasaportu ve gazeteci kimliği ile örgüt adına Bükreş’e gönderildi. Görevi 1914’te Balkan ayrılıkçı hareketinin önderlerinden İngiliz Balkan Komitesi başkanı Lord Buxton’a yönelik suikast düzenlemekti. Suikast girişimi sırasında tutuklandı ve beş yıl hapse mahkum edildi. İki yıl sonra, 1916’da, Osmanlı Orduları Bükreş’e girdiğinde, Kolordu Komutanı Hilmi Paşa tarafından hapishaneden kurtarılacaktı.

Osman Nevres bu arada, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katılmış, bunun üzerine hamisi Cavit Bey tarafından bir süre İsviçre’ye gönderilmişti. 1917’de geri döndüğünde İttihatçı karşıtı fikirlerini sürdüren Osman Nevres, İzmir’e yerleşti, ticaret yapmaya başladı ve 1914 yılında öldürülen Silah gazetesi başyazarı Teşkilat-ı Mahsusacı Hasan Tahsin’in kimliğini kullanamaya devam etti. Osman Nevres 1919 yılında gazetesinde İzmir’e gelişini Harbiye Nezareti’nin göz yumması ile yürütülen vagon ticaretinden pay almak olduğunu ancak işlerinin iyi gitmediğini yazacaktı. (Taçalan, 1998).

Ticari hayatı başarısız olan Osman Nevres, Sulh ve Selamet-i Osmanlı Cemiyeti’nin yayın organı olan Hukuk-u Beşer gazetesinin başyazarlığını üstlendi. Kaleme aldığı kadın hakları ve özgürlüğüyle ilgili bir yazısı nedeniyle şehrin mutaassıp Vali Vekili ‘Sakallı’ Nurettin Paşa’nın tepkilerini çekti. Gazetesinde “… Memleketi kan, sefillik içinde bırakmış ve en sonunda önemli bir serveti yüklenerek adi hırsızlar gibi bilinmeyen bir yere giden” diye eleştirdiği İttihatçılara ateş püskürüyor, hâlâ halk arasında nüfuzlarını koruduklarını ve düşünceleri baskı altında tuttuklarını yazıyordu. Gazetenin kapatılması üzerine Sulh ve Selamet isimli bir gazete yayınladı. Ancak yeni gazetesinde de Mütareke ile birlikte türeyen yeni zenginlerle ilgili eleştiriler kaleme aldığı için İzmir’in yöneticileriyle arası iyice açıldı.

Osman Nevres, 12 Mayıs 1919 günü Yunan Ordusunun İzmir’i işgal edeceği öğrenilince düzenlenen etkinliklerde işgale direnmeyi gerekirse silah kullanmayı öneriyordu. İddialara göre Osman Nevres, işgalin başladığı 15 Mayıs 1919 günü Konak Meydanı’nda Efzun alayın önünde Yunan bayrağını taşıyan askeri açtığı ateş ile öldürdü (Kozanoğlu, 1972). Farklı kaynaklarda Osman Nevres’in’in hemen oracıkta süngülendiği; kaçarken vurulduğu; bir sokağa sapmayı başarıp, tabancasını tekrar doldurduktan sonra vurularak süngülendiği ve evinde öldüğü şeklinde dört ayrı iddia bulunmaktadır.

İlk kurşunun ardından çıkan çatışmada, Yunanlılardan ikisi asker, dokuzu sivil on bir kişi ölmüş, dokuzu asker, 34’ü sivil 43 kişi yaralanmıştı. Türklerden ise beşi asker 300’ün üzerinde kişi ölmüş, sekizi subay, sekizi er, 41’i sivil toplam 57 kişi yaralanmıştı. Değişik milletlerden de 47 ölü vardı.

Osman Nevres’in Yunan askerine ilk kurşunu attığı ve orada öldürüldüğü iddiaları oldukça popüler olmakla birlikte olayın üzerinden 40 yıl geçtikten sonra ‘keşfedilmiş’ hatta ‘sonradan üretilmiş’ bir şehir efsanesi de olması da mümkündür. 1919 yılında hazırlanan Yunan ve Osmanlı askeri ve sivil raporlarında ve dönemin gazete haberlerinde Hasan Tahsin’in ismi geçmediği gibi (Mert, 2010), çeşitli kaynaklarda başka isimler ilk kurşunu atan kişiler olarak anılmaktadır: Örneğin O yıllarda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Ege Katib-i Mesul’ü olan Celal Bayar Ahenk gazetesi başyazarı Şevki Bey’e dayanarak ilk kurşunu Saatçi Aziz Efendi’nin attığın yazmıştır (Bayar, 1997). İlk kurşunu Gemercikli İbrahim’in, Arap Rasim’in (Hür, 2013), İzmir Merkez Kumandanı Kaymakam (Yarbay) Arif Beyin, hatta Yunanlıların İzmir’i işgaline izin vermek istemeyen İtalyan Binbaşı Carossini’nin attığı gibi farklı iddialar da bulunmaktadır.

1972 yılında basılan Zeynel Kozanoğlu’nun “Anıt Adam Osman Nevres” isimli kitabı ve aynı yıl İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin başlattığı ‘İlk Kurşun Anıtı’ kampanya ile Hasan Tahsin ismi de kamuoyunda bilinir hale geldi. Cemiyetin yürüttüğü kampanya sonucu, 1974’te Konak Meydanı’na bir Hasan Tahsin heykeli dikildi. İzmir Gazeteciler Cemiyeti her yıl mayıs ayında yaptığı gazetecilik yarışmasını da Hasan Tahsin adına düzenlemektedir.

İlk kurşunu attığı ve ardından Yunan askerleri tarafından öldürüldüğü anlatılan

Osman Nevres’in mezarı, İstanbul’da, Sabatayist Mezarlığı olarak da bilinen Üsküdar Bülbülderesi’ndeki mezarlıkta bulunmaktadır (Küçük, 2006). Ancak Osman Nevres’in cenazesinin, ailesi tarafından Harmandalı’da bir yakınlarının çiftliğine gömüldüğü ve İstanbul’daki mezarın boş olduğu da iddia edilmektedir.

Mustafa Suphi: (1883-1921)

Giresun’da doğdu. Babası vali, anne tarafından dedesi belediye başkanıydı. İlköğretimini Kudüs’de, ortaöğretimini Erzurum’da tamamlayan Mustafa Suphi, İstanbul Hukuk Mektebini bitirdikten sonra Paris Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu’nda eğitimine devam etti. Paris’te Tanin muhabirliği yaptı. İstanbul’a dönüşünün ardından Servet-i Fünun ve Hak gazetelerinde yazdı. Çeşitli okullarda hukuk ve sosyoloji dersleri veren Mustafa Suphi, İttihatçılara muhalefet eden Milli Meşrutiyet Fırkası’nın yayın organı İfham gazetesinin yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinin ardından tüm muhaliflerle birlike Sinop’a sürüldü.

1914 yılında Rusya’ya kaçan Mustafa Suphi, siyasi mülteci olduğu halde I. Dünya Savaşı’na karşı yazılar yazdığı için Urallar’a sürgün edildi. Burada tanıştığı Bolşevikler ile ilişkisi 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da sürdü. Milletler Halk Komiserliği’nde Joseph Stalin ve Mir Seyit Sultan Galiyev ile birlikte çalışan Mustafa Suphi önce Nisan 1918’de Moskova’da, Tatarca Yeni Dünya gazetesini yayınladı. Gazeteyi, Kırım’da ve Doğu Halkları Kongresi için gittiği Bakü’de yayınlamayı sürdürdü (Tunçay, 1991).

10 Ekim 1920’de Bakü’de toplanan Türkiye Komünist Fırkası’nın kuruluş kongresinde Anadolu ve işgal a5tltındaki İstanbul’dan gelen delegeler tarafından genel başkanlığa getirilen Mustafa Suphi, ulusal kurtuluş hareketine destek vermek için bir yandan Mustafa Kemal Paşa ile yazışırken, bir yandan da kendi imkânları ile örgütünü Anadolu’ya taşımaya çalışıyordu. Suphi Anadolu’ya geçmeye çalışırken Ankara Hükümeti de ona ve onunla birlikte gelecek komünistlere yönelik bir tavır belirlemeye çalışıyordu. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’in şifreli sorusuna 5 Temmuz 1920 tarihli yazısında “Mustafa Suphi Efendi, haris olmakla beraber ahlaksız değildir Sovyetler nezdinde mühim mevkisi vardır. Kendisinden istifade edilmek muvafıktır” derken, 22 Ocak 1921 tarihli TBMM gizli celsesinde ise Mustafa Suphi için “idaresiz ve milliyetsiz bir adamdır” diyecek ve “…hiçbir vakitte merkezi hariçte bulunan bir teşkilatla teşriki mesai edemeyiz” yorumunu yapacaktı (Küçük, 2004).

Mustafa Suphi ve 5 TKP yöneticisi ile Sovyet Rusya delegasyonu 28 Aralık 1920’de Kars’a gelir ve Karabekir tarafından askeri törenle karşılanır. Ancak Mustafa Kemal’in TBMM’deki “komünizmin memleketimize zarar verecek tarzda gelmesine karşı kati tedbirler almak mecburiyetindeyiz ve bu tedbirlere Sovyet Rusya elbette karşı çıkmayacaktır” şeklindeki konuşması ve yapılan şifreli yazışmalar sonrasında Karabekir, Suhpi ve arkadaşlarını sınır dışı etme kararı alır. Bu amaçla Karabekir tarafından, Suphi ve TKP’lilerin Ankara’ya gitmek için kullanacağı yol güzergahınde gazete yayınları ile halkın galeyana getirilmesi ve protesto gösterileri düzenlenmesi için direktif verir.

Mustafa Suhpi, eşi ve toplam 17 parti yöneticisi ile birlikte 18 Ocak 1921 günü Kars’tan Erzurum’a doğru yola çıktılar 4 gün süren tren yolculuğu sonrasında Erzurum’da protesto mitingi ile karşılandılar. Erzurum’dan Aşkale, Bayburt, Gümüşhane, Maçka yoluyla Trabzon’a gelen Suphi ve arkadaşlarından ikisi resmi makamlarca alıkonulduğu için Suphi ve arkadaşları 15 kişi kalır. Kafile Trabzon’a girer girmez toplanan kalabalığın protestoları eşliğinde dövülerek, sınır dışı edilecekleri gerekçesi ile bir motora bindirilirler. İlk teknenin peşinden eski bir Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Kayıkçılar Kahyası Yahya ve adamlarının içinde olduğu bir tekne daha denize açılır. Suhpi ve 15 yoldaşı 28 Ocak 1921 gece yarısı öldürüldükten sonra cesetleri Karadeniz’e atılarak yok edilir.

Öldürülmeleri ile ilgili olarak emri kimin verdiği öğrenilemediği gibi katilleri de cezalandırılmadı (Gürses, 1992). Mete Tunçay’a göre Suhpi ve arkadaşlarının katli Trabzon Valisi Deli Hamit ve Şark Cephesi komutanı Kazım Karabekir tarafından, Ankara ve Mustafa Kemal’den habersiz bir şekilde gerçekleştirilmiştir (Tunçay, 2005). Cilesun’a göre ise doğrudan bir direktif vermemek ile birlikte Kars’tan Trabzon’a kadar yaşanan ve Suphi ve arkadaşlarının ölümü ile sonuçlanan linç ortamını oluşturan, Sovyetler ile iyi ilişkilerini devam ettirmek ama Anadolu’daki komünistlerin güçlenmesini engellemeyi hedefleyen Ankara hükümeti ve dolayısıyla da Mustafa Kemal’dir (Cilesun, 2008).

Kahya Yahya, yaklaşık bir yıl sonra ‘yolsuzluk’ iddialarıyla başlatılan soruşturma üzerine öldürüleceği şüphesiyle kaçıp saklanmış; Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey aracılığı ile teslim olmuş ve yargılanarak ve delil yetersizliği gerekçesiyle serbest kalmıştı. 3 Temmuz 1922 günü Giresun yerel kıyafetleri giyen iki kişi tarafından pusuya düşürülüp öldürülen Kahya Yahya’nın katili olarak Atatürk’ün Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman Ağa gösterilimiştir. TBMM’de sık sık bunu konuyu dile getiren Ali Şükrü Bey, 27 Mart 1923’te Topal Osman tarafından öldürüldü. Topal Osman ise tutuklanması için gönderilen askerler ile çatışmaya girdi ve öldürüldü.

Sabitzade Emin Süreyya: (-1922)

Yaşamı hakkında neredeyse hiç bilgi edinemediğimiz avukat ve gazeteci Emin Süreyya Bey’in 1918 yılında Çürükçüoğlu Nikolaki ile ortak avukatlık bürosu açtığı biliniyor. 10 Kasım 1918’de ortağı ile birlikte Nikolaki’nin yönettiği Fransızca La Reforme gazetesinin Türkçe versiyonu olarak Islahat gazetesini çıkardı. Gazetenin sahibi Emin Süreyya, Hürriyet ve İtilâf Fırkasının İzmir İdare Heyeti içinde bulunuyordu. Bir yandan İttihat ve Terakki’ye yönelik düşmanca bir tavır sergiliyor, diğer yandan da Yunan çıkarlarının savunuculuğunu üstleniyordu (Arıkan, 1988).

Emin Süreyya, Ocak 1919’de işgalden aylar önce İttihatçılar tarafından kurulan Müdafaa-yı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti yöneticilerinden Moralızade Nail Bey tarafından Karşıyaka’da dövüldü. İzmir’in işgalinin hemen ardından gazetesinin 16 Mayıs 1919 tarihli sayısında manşetten kendi imzası ile “El cezai min cinsü’l amel” (Ne ekersen onu biçersin) başlıklı bir yazı yayımladı. Yazısında İzmir’in işgali ve yaşanan katliamların tıpkı İttihat ve Terakki’nin geçmişteki kötü yönetimine bağlı olduğunu savunuyordu.

Doğu Akdeniz İtalyan Seferi Kuvvetler Komutanlığı’nın 2 Şubat 1920 tarihi raporunda Islahat gazetesi için “bir ara okuyucusu azaldığı için haftalık olarak yayınlandığı” bilgisi verilip “Yunanların İzmir’e asker çıkarmasını alkışlayan Türk avukatı Süreyya Bey tarafından yayınlanan gazetenin ana vasfı, Yunan dostu olmadır. Türk milliyetçiliğine karşı kampanyasını sürdürmektedir. Müdürü, İzmir Rum Metropolitinden 150 Türk lirası alıyor” denilmektedir (Çelebi, 2010).

Sabitzade Emin Süreyya, Yunan işgali döneminde özerk İzmir fikrinin savunucusu oldu. 30 Haziran 1922’de Belediye Reisi, Evkaf Müdürü gibi bürokratların da desteği ile İzmirli Müslümanlar adına imzalanan bir muhtıra ile İzmir ve çevresinde Yunanlıların himayesinde Osmanlı’ya bağlı olmak şartıyla resmen özerklik ilân edildi. Ankara hükümeti, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Emin Süreyya’nın da altında imzası olan bu kararı tanımadı.

Emin Süreyya, Büyük Taarruz sonrasında Türk Ordusunun İzmir’e girişiyle birlikte tutuklandı. Aralık 1922’de işgal sırasında Yunanlılara yardım etmiş olanlar ve İzmir yangınında suçlu görülenlerin yargılandığı Divan-ı Harb-i Askeri tarafından verilen kararla Konak meydanında idam edildi (Moralı, 2002).

Çürükçüoğlu Nikolaki: (1861-1922)

Türkçe konuşan Ortodoks Rum (Karamanlı) cemaatinden avukat ve gazeteci. Almanya’da hukuk eğitimi gören ve doktora da yapan Nikolaki, İzmir’e döndükten sonra Tefik Nevzat ile ortak avukatlık bürosu açtı. 1902 yılında Fransızca yayımlanan La Reforme gazetesi sorumlu müdürü oldu. Bıçakçızade Hakkı’nın yayımladığı İzmir gazetesinde sorumlu müdür olarak çalıştı (Huyugüzel, 2000). 1912 seçimlerinde İzmir’den milletvekili adayı oldu ancak seçilemedi. 1914 İzmir Vilayet İdare Meclisi üyesi oldu. 1918’de Sabitzade Emin Süreyya ile ortak avukatlık bürosu açtı. 1918 Aralık ayında yine Sabitzade Emin Süreyya ile birlikte (La Reforme‘un Türkçe versiyonu olarak) Islahat gazetesini çıkardı.

1919 Şubat’ında, Islahat, Köylü, Müsavat gibi gazeteler önderliğinde bir araya gelen Türk Rum Matbuat Cemiyeti kuruluş çalışmalarına katıldı. İşgal boyunca Anadolu hareketini eleştiren yazılar kaleme aldı. Mayıs 1919’deki Yunan işgali sonrasında İzmir Vilayet İdare Meclisi üyeliğini sürdürdü. 1920 yılında kurulmasına karar verilen ancak Yunan Ordusunun yenilgisi ile sonuçsuz kalan İzmir İyon Üniversitesi’nin destekçilerinden biriydi.

Doğu Akdeniz İtalyan Seferi Kuvvetler Komutanlığı’nın 2 Şubat 1920 tarihi raporunda La Reforme ve Çürükçüoğlu Nikolaki için eskiden Alman ve Osmanlıları desteklediği işgal ile birlikte İtalyan karşıtı Yunan destekçisi olduğu ve Yunanlılardan para aldığı kaydediliyordu (Çelebi, 2010).

Büyük Taarruz sonrasında, İzmir Metropoliti Hrisostomos Kalafatis ile birlikte İzmir’e giren Türk Ordusu komutanı Sakallı Nureddin Paşa’yı tebrik ziyaretine giden heyette yer aldı. Metropolit Yunan işgali dönemindeki suçlamalar yüzünden tutuklanıp linç edilirken; Çürükçüoğlu Nikolaki’nin cesedi, 10 Eylül 1922 günü İzmir sokaklarında bulundu.

Ali Kemal: (1869-1922)

İstanbul’da doğan Ali Kemal’in asıl ismi Ali Rıza’ydı. Mekteb-i Mülkiye öğrencisi iken Paris’e gitti. 2 yıl sonra geri döndüğünde siyasi faaliyetlerde bulunduğu için Halep’e sürüldü. Burada Fransızca öğretmenliği yaptı, ardından yeniden Paris’e gitti. İkdam gazetesine Ali Kemal takma ismiyle “Paris Mektupları” isimli yazıları yazıyordu. Abdülhamit’e yönelik eleştirilerinin dozu diğer muhaliflere göre az olduğu için Brüksel Elçiliği İkinci Kâtipliğine getirildi. II. Meşrutiyet’in ardından İstanbul’a döndü. Sultan II. Abdülhamit ile görüşüp para alınca, sert eleştirilere maruz kaldı. Aldığı paranın önceki hizmetlerine ve haksız yere sürgün edilmesine karşılık olduğunu ileri sürdü. Ancak İttihatçılar ile polemikleri sona ermedi. İkdam gazetesi başyazarlığını üstlendi. 31 Mart olayının ardından İngiltere’ye kaçtı. 1912’de geri döndü ancak Babıali Baskını ile İttihatçılar iktidarı ele geçirince tutuklandı. 1913 Eylül ayında Peyam Gazetesini çıkarttı. Ancak 1914 yılında Peyam kapatılarak, hükümet tarafından Ali Kemal’in yazı yazması engellendi. Mütarekenin imzalanması ile İttihatçı kabine çekilince Sabah gazetesinde yazmaya başladı (Akkaymak, 1994).

14 Ocak 1919 tarihinde İstanbul’da Halide Edip (Adıvar), Refik Halid (Karay), Celal Nuri (İleri), Ahmet Emin (Yalman), Yunus Nadi (Abalıoğlu) gibi isimlerle birlikte Wilson Prensipleri Cemiyetini kurdu. 3 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa kabinesinde Maarif Nazırı oldu. 20 Mayıs 1919’da kurulan İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne Damat Ferit Paşa, Sait Molla gibi isimler ile birlikte üye oldu. 19 Mayıs 1919 günü Dahiliye Nazırlığı’na getirildi. Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanı tarafından Damat Ferit Paşa’nın uygulamaları eleştirilince 35 gün süren Dahiliye Nazırlığı görevinden istifa etti. Yazı yazdığı Peyam gazetesi ile Miran Efendi’nin sahibi olduğu Sabah gazetesi ile birleşerek 1 Ocak 1920 tarihinde Peyam-ı Sabah adını aldı. Gazetenin ortaklarından biri de Damat Ferit Paşa’ydı.

Darülfünun’da ders verdi ancak, Milli Hareketi destekleyen öğrencilerin başlattığı boykot yüzünden 5 Temmuz 1922’de dersi iptal edildi. Yazdığı başyazılarda İttihatçıların devamı olduğunu ileri sürdüğü Kemalistlere ve Kurtuluş Savaşı’na karşı çıktı. 5 Eylül 1922 tarihinde Ankara İstiklal Mahkemesi, Ali Kemal’i yazı yazmaktan men eden bir karar aldı. Türk Ordusunun İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922’den sonra “Türk’ün Bayramı” başlığı ile yazdığı ilk yazıda, kendisinin de Kemalistler ile aynı gayeyi paylaştığını ileri sürdü. Ancak aynı gün gazetedeki işine son verildiği duyuruldu.

5 Kasım 1922 günü İstanbul’un TBMM Hükümeti adına Refet Paşa tarafından teslim alınmasının ardından, Ali Kemal Ankara’dan verilen emir doğrultusunda berberde tıraş olurken tutuklandı ve İzmit’e götürüldü. Sakallı Nurettin Paşa tarafından da sorgulanan Ali Kemal bu görüşmenin ardından İzmit halkı tarafından linç edildi (Saraçoğlu, 2009). Kalabalık tarafından önce taşlanan Ali Kemal, ayakta duramaz hale gelince, boynuna “Hain-i Din ve Vatan: Artin Kemal” yazılı bir yafta takılarak bir ağaca asıldı. Vatan haini olarak nitelenen Ali Kemal’in İzmit’te gömülmesi kentin ileri gelenlerince istenmediği için cesedi şehir mezarlığı yakınında açılan bir çukura, mezar taşı olmaksızın gömüldü. İlgilenilmediği için kaybolan mezar yeri ancak 1950 yılında tespit edilebildi (Özsoy, 1997).

Hüseyin Hilmi: (1885-1922)

Yayınladığı gazetelerin isimleri nedeniyle ‘İştirakçi’ ya da ‘Sosyalist’ Hilmi olarak anılan Hüseyin Hilmi, İzmir’de doğdu. Pek çok kaynakta gençliğinde sivil polis olarak da çalıştığı (Tunçay, 1991; Küçük, 1985; vd.) ileri sürülen Hilmi’nin, aslında askerliğini inzibat eri (kanun neferi) olarak yaptığını kaydeden Gürsoy, çalışmasında, Hilmi’nin geçmişine dair bilgilerin, sosyalist çizgiye veda eden eski yoldaşlarının yıllar sonra çarpıtarak anlattıklarına dayandığını ve bu anlatımlar her kaynakta yinelenirken farklı şekilde eklentiler yapıldığını ortaya koymaktadır (Gürsoy, 2013).

Hüseyin Hilmi’nin sosyalistliği de farklı kaynaklarda küçük görülen bir şekilde ele alınır. İddialara göre Meşrutiyetten sonra Romanya’da bir mitingi görüp sosyalist fikirler ile tanıştığı; Romanya dönüşü İstanbul’da Baha Tevfik’in anarşist solcu fikirlerinden etkilendiği; ‘hiçbir şey olamadım bari sosyalist olayım’ diyerek Sosyalist Partisini kurduğu; sosyalistliğine delil oldun diye kırmızı yelek giydiği; aslında cahil, bilgisiz hatta şöhret ve menfaat düşkünü biri olduğu gibi iddialar faklı kaynaklarda sık sık dile getirilir. Ancak sadece yarattığı harekete ve yayımladığı dergi ve gazetelerin içeriğine bakılsa bile, Mete Tunçay’ın da altını çizdiği gibi Hilmi’nin dile getirildiği kadar “gayr-ı ciddi bir adam olmadığı” sonucuna varmak mümkündür (Tuncay, 1991).

Hilmi, daha İzmir yıllarında Nisan 1908’de babasından kalan miras ile Bıçakçızade Hakkı Efendi’den haftalık olarak çıkan Serbest İzmir gazetesini devralmış, Ocak 1909’da gazeteyi günlük olarak yayımlamaya başlamıştır. Bu dönemde içinde yer aldığı çevre ile birlikte Serbest İzmir gazetesinde sosyalist tezlere yakın pek çok yazı kaleme almıştır (Alkan, 1990). Meşrutiyet’in ilanından sonra grup ile birlikte İstanbul’a gelmiş ve 26 Şubat 1910 tarihinde haftalık İştirak gazetesini yayınlamıştır. Gazeteci Ahmet Samim’in İttihatçılar tarafından öldürülmesi üzerine çıkardığı 13 Haziran 1910 tarihli özel sayıyı askeri kurumlarda bizzat kendi dağıtan Hilmi’nin sıkıyönetim tarafından tutuklanmasına, İştirak’in ise kapatılmasına karar verildi. Bununu üzerine gazete 18 Ağustos 1910’da İnsaniyet adıyla yayınlandı. İnsaniyet’in ikinci sayısında İştirak’in yeniden çıkacağı duyuruldu.

Tüm bunlar olurken, sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıp beraat eden Hilmi 15

Eylül 1910’da Osmanlı Sosyalist Fırkasını kurdu. Yeniden çıkmaya başlayan İştirak gazetesinde partisinin programını yayımlayınca gazete için yeni bir kapatma kararı çıkartıldı. Bu sefer yola Sosyalist isimli gazeteyle devam edildi. Sosyalist kapatılınca gazeteyi yeniden İnsaniyet, o da kapatılınca Medeniyet adıyla yayınladı. 19 Aralık 1910 günü çıkan son sayının ardından Hüseyin Hilmi, tutuklandı ve 1912 Haziran’ına kadar Kastamonu’ya sürgüne gönderildi. Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın İstanbul’daki faaliyetleri durduğu için partinin Paris temsilcisi Refik Nevzat, el yazısı ile hazırladığı Beşeriyet gazetesini çıkarmaya devam etti. Beşeriyet’in akıbeti de farklı olmadı. Osmanlı topraklarına girişi sıkıyönetim tarafından yasaklandı. Tüm bu yayınlarda solun Marksist olmayan anlayışını takip eden bir yayın çizgisi sürdürülmüştü.

1912 seçimleri sonrası Hüseyin Hilmi’nin İstanbul’a dönmesine izin verildi. İştirak bu dönemde yeniden yayımlanmaya başlandı. Bu dönemde gazetenin açıktan İttihatçı düşmanlığı yaptığı, Hüseyin Hilmi’nin sürgünde yaşadıkları için intikam duygusuyla yazdığı görülür. Balkan Savaşı’nın başlaması ile İştirak sosyalist tezlerin aksine neredeyse ırkçı bir çizgide savaşı destekleyen bir yayın politikası sergiler. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinin ardından 1913’te İttihatçılar tarafından tüm muhalifler ile birlikte Hüseyin Hilmi de tutuklandı ve Sinop’a sürüldü.

Şubat 1919’da İstanbul’a geri dönen Hilmi, bu kez Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kurdu. Partinin yayın organı olarak da İdrak gazetesini yayınladı. Çoğu Fransızlara ait işletmelerde TSF tarafından örgütlenen grevlerin patlak vermesi ile dikkatleri üzerine çeken Hüseyin Hilmi, bazı kaynaklara göre İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığından da destek görmekteydi. 16 Kasım 1922’de Bozdoğan kemerinde Ali Haydar isimli bir kişi tarafından öldürüldü (Baydar, 1988). 15 yıl kürek cezasına çarptırılan katil, Hilmi’nin tecavüzüne uğradığını, cinayeti bu nedenle işlediğini söylemişti. Ancak yaygın kanı Hüseyin Hilmi’nin Polis Müdürü Hasan Tahsin’in teşviki ile öldürüldüğü şeklindedir(Tuncay, 1991).

Ali Şükrü Bey: (1884-1923)

Trabzon’da doğan Ali Şükrü Bey, 1904 yılında Bahriye Mektebi’ni bitirdi. 1909’da Donanma-yı Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti ikinci başkanı oldu ve Donanma dergisini yayınlamaya başladı. İttihat ve Terakki karşıtı olarak ünlenen Ali Şükrü, 1920 yılında son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Trabzon Mebusu seçildi. İstanbul’un işgalinin ardından TBMM’ye katıldı. Meclis içinde İkinci Grup olarak anılan muhalefet hareketinin doğal önderlerinden biri haline geldi (Demirel, 1996). Tan gazetesini yayınlamaya başladı. Gazetede yayınladığı yazılarda Mustafa Kemal Paşa’yı giderek bir diktatörlüğe kaymakta olduğu şeklinde eleştiriyordu.

Trabzon’daki İttihatçı çevrelerin adamı olan ve Mustafa Suhpi ile arkadaşlarının da katili olarak ünlenen Kahya Yahya hakkında ‘yolsuzluk’ iddialarıyla başlatılan kovuşturmalar üzerine öldürüleceği şüphesiyle kaçıp saklanması sonrasında Ali Şükrü Bey aracı olmuş, Kahya Yahya ve adamları önce Samsun’da, ardından da Sivas’ta yargılanmışlar ve delil yetersizliği gerekçesiyle beraat ederek serbest bırakılmıştı. Kahya Yahya 3 Temmuz 1922 günü Giresun yerel kıyafetleri giyen iki kişi tarafından pusuya düşürülüp öldürüldü. Ali Şükrü Bey ve diğer Trabzonlu milletvekillerine göre Yahya’nın katili Atatürk’ün Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman Ağa’ydı. Mecliste sık sık bunu dile getiren Ali Şükrü Bey, 27 Mart 1923’te ortadan kayboldu.

Tan gazetesinin ve İkinci Grup mebuslarının kaybolan Ali Şükrü Bey’in bulunması için ısrarlı tutumları üzerine yapılan soruşturma sonucu Ali Şükrü Bey’in boğularak öldürüldüğü ve cesedinin gizlice gömüldüğü ortaya çıktı. Soruşturma derinleşince cinayetin Topal Osman Ağa tarafından işlendiği ortaya çıktı. Topal Osman’ın tutuklanması için Muhafız Alayı görevlendirildi. Çıkan çatışmada Osman Ağa ve 12 adamı ölürken, TBMM’de alınan karar gereği Topal Osman’ın cesedi Meclis binası önünde asılarak teşhir edildi.

Hikmet Şevki: (?-1930)

Hikmet Şevki Cumhuriyet’in ilk yıllarında Hâkimiyet-i Milliye, Servet-i Fünun, Fikirler, Gençlik, İctihad, Türk Yurdu, Hayat, Yeni Kitap, Resimli Kitap, Gürbüz Türk Çocuğu vb. gazete ve dergilerde hikâyeler ve eleştiriler kaleme alan, çeviriler yapan yazarlardandır.

Hukukçu olarak da bilinen Hikmet Şevki, uzun süredir hasta olmasına rağmen Hâkimiyet-i Milliye gazetesi Yazı İşleri Müdür yardımcısı olarak çalışmaya devam ederken 28 Nisan 1930’da kişisel nedenlerle öldürülür.

Hikmet Şevki, Ankara’da Tabakhane civarında bir evde öldürülmüştür. Eşinin, Hikmet Şevki’yle birlikte olduğunu haber alan Şoför Cemal, onlara sekiz el ateş eder, kurşunlardan birçoğu Hikmet Şevki’ye isabet eder. Öfkesini dizginleyemeyen Şoför Cemal, kurşun atmakla yetinmez yaralı hâlde iken eşini ve Hikmet Şevki’yi bıçaklar. Ölümünden bir gün sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesi “Hikmet Şevki Öldü”, Cumhuriyet gazetesi de “Çok Feci Bir Ölüm” başlıklı manşet atar.

Sabahattin ALİ: (1907-1948)

25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğan Sabahattin Ali, Balıkesir Darülmuallimi’ni ve İstanbul Muallim Mektebini bitirdi. Okulda çıkardığı bir gazetede şiir ve yazıları yayınlandı. Yozgat’ta öğretmenlik yaparken girdiği sınavı kazandı ve Almanya’ya dil eğitimine gönderildi. Kısa bir süre sonra eğitimi yarım bırakarak Aydın Ortaokulunda öğretmenliğe başladı. Komünist olduğu iddiası ile 1931 yılında tutuklanan Sabahattin Ali, beraat ettiyse de ertesi yıl Konya’da bir toplantıda okuduğu şiir ile Mustafa Kemal’e hakaret ettiği iddiası ile yargılandı ve 1 yıl hapse mahkum edildi. Cumhuriyetin 10. yılı nedeni ile ilan edilen af ile serbest bırakıldı ve Atatürk’ten alınan özel izin ile Maarif Vekaletinde göreve başladı. Bir yandan Varlık dergisinde şiirleri yayınlanırken, bir yandan da yazdığı düz yazılar ile ırkçı-Turancı kesime sert eleştiriler getirdi. 25 Kasım 1947’de Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa dergisini yayınlamaya başladı. Dönemin en etkili yayını halini alan ve dördüncü sayısında 30 bin tiraja ulaşan dergi sıkıyönetim idaresince kapatılınca, Merhum PaşaMalum PaşaAli BabaYedi-Sekiz Paşa, gibi adlar altında yayını sürdürmeye çalıştı. Yazdıkları yüzünden yargılanan Ali, 3 ay hapse mahkum oldu. Çıktıktan sonra bir yandan Paşa’lı dergilere bir yandan da İzmir’de yayınlanan Zincirli Hürriyet’e yazılar yazmayı sürdürdü. Yargılandığı davalarda ceza alma ihtimalinin artması üzerine yurtdışına gitmeye karar verdi; ancak pasaport başvurusuna cevap verilmedi. Satın aldığı bir kamyon ile yük taşımacılığı yaparak Edirne üzerinden yurtdışına çıkma planı ile İstanbul’dan ayrıldıktan birkaç gün sonra muavini Ali Ertekin tarafından öldürüldü. Cesedi iki ay kadar sonra köylüler tarafından bulundu. Ertekin Ocak 1949’da Bulgaristan’a adam kaçıran bir çetenin lideri olarak yakalandı ve yargılanırken Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü de itiraf etti. Yapılan yargılama sonucu daha önce Milli Emniyet Teşkilatı için çalıştığı da ortaya çıkınca, Ertekin sadece 4 yıl hapse mahkum oldu (Bezirci, 1987).

Yıllar sonra Sabahattin Ali’nin öldürülmesi için verilen emir yine Milli Emniyet için çalışan bir başka CHP’li bir gazeteci tarafından verildiği ve amacın solcu aydınlar arasında korku salmak olduğu iddia edildi. Ancak kendisinin de öldürüldüğü söylenen o CHP’li gazetecinin kim olduğu açıklanmadı (Topuz, 2000).

Adem YAVUZ: (1945-1974)

Sivas’ın Hafik ilçesinde doğan Adem Yavuz, 1962 yılında kaydolduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni ikinci sınıfta bıraktı. Gazeteciliğe 1967 yılında TRT’de başlayan Yavuz, 1970 yılında İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu. Askerlik dönüşü ANKA’da muhabir olarak görev aldı. 1973 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi listesinden Sivas milletvekiline adaylığını koydu. Bu dönemde CHP’nin yayın organı Halk gazetesine yazdı. Türk Silahlı Kuvvetlerince düzenlenen “Barış Harekatı”nı izlemek için Kıbrıs’a giden Yavuz, 14 Ağustos’ta Günaydın muhabiri Ergin Konuksever ve Hürriyet muhabiri Cengiz Kapkın ile birlikte Ergenekon köyü yakınlarında karşılaştıkları Rum Milli Muhafız Birliği tarafından esir alındı. Esir alınan 13 Türk gazeteci 22 Ağustos günü serbest bırakılarken, Adem Yavuz, çatışmada yaralanan meslektaşı Ergin Konuksever’in götürüldüğü hastanenin bahçesinde Rum bir subay tarafından vuruldu (Konuksever, 2009).

Rum subayın ateşi ile karnından yaralanan Adem Yavuz, vurulduğu hastanede geçirdiği beş ameliyat sonrasında 24 Ağustos günü Türk makamlarına teslim edildi. Yavuz, 26 Ağustos 1974 günü tedavi edildiği Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öldü (Ankara Gazeteciler Cemiyeti, 1975). Sivas’ın Hafik ilçesine gömüldü. Gazeteciler Cemiyeti, Yavuz için bir anıt mezar yaptırdı. Pek çok şehirde, okul, park, cadde, mahalleye ismi verilen Adem Yavuz aynı zamanda 1976’da Haliç Tersanesinde inşa edilen ve İstanbul Şehir Hatlarında görev yapan bir yolcu vapura da isim babalığı yaptı.

Adem Yavuz’un ismini taşıyan gemi 2009 yılında bir Rus şilebi ile çarpıştıktan sonra satıldı ve halen yüzer bir mağaza olarak hizmet veriyor.

Yavuz’a ateş ederek ölümüne sebep olan Rum subay Haralambos Lottas, 2002 yılında Rum Milli Muhafız Ordusu’ndan korgeneral rütbesi ile emekli olduktan sonra

Kıbrıs Rum Kesimi Hentbol Federasyonu Başkanlığı ve Olimpiyat Komitesi Genel Sekreterliği görevlerini yaptı.

Aziz Korkmaz: ( – 1975)

Aziz Korkmaz, Doğu Anadolu’da görev yapan tanınmış bir Kürt gazetecidir. Demokrasiye Güven, ardından Mücadele ve Dünya gazetelerinde çalıştı. Günaydın gazetesine transfer oldu. Kısa süre sonra Hürriyet Haber Ajansı’nın Diyarbakır Bürosu Şefi olarak çalışmaya başladı. Eylül 1975’de bölgedeki Jiri aşiretiyle Jandarma arasında çıkan çatışma sonrası, 6 jandarma eri hayatını kaybetmişti. Aziz Korkmaz, çatışmaya katılan ve askerleri vurduktan sonra kaçanların saklandığı Meydan Kuli köyüne gitti. Burada Jirki aşireti lideri ve kaçaklar ile bir dizi röportaj yaptı. Kendilerinin masum olduğunu söyleyen üç kişi, Aziz Korkmaz’ın aracılığı ile jandarmaya teslim oldu. Bir gün sonra 19 Ekim’de hala bölgede bulunan Aziz Korkmaz’ın Silvan’a 18 kilometre kala bir Renault otomobille kaza yapıp öldüğü haberi geldi. Korkmaz’ın cesedi otomobilin 150 metre ötesindeydi. Fotoğraf makinesi ve notları yoktu (Hürriyet, 1998).  

Olayı araştırmak için bölgeye giden Oktay Ekşi ve Cüneyt Arcayürek’in ertesi gün gazetede yaptıkları haberin başlığı “Korkmaz olayındaki otoyu MİT kullanıyordu.” şeklindeydi. Ekşi ve Arcayürek, haberde, olaydan sonra arabanın yanında nöbet tutan jandarma erinin ilginç anlatımlarına yer vermişti. Nöbetteki jandarma, kazadan sonra 34 plakalı mavi bir Chevrolet arabanın geldiğini, arabadan inen sivil şahsın, sigara içtiği için jandarma erini azarladığı ve “Sigaranı söndür, bu albaydır” diyerek uzun boylu, kır saçlı ve üzerinde kahverengi kadife pantolon bulunan bir kişiyi gösterdiğini anlatıyor ve şöyle devam ediyordu: “Albay ile yanındaki iki sivil adam yerlerde bulunan filmleri aldılar. Üç tane mi, dört tane mi bilemiyorum. Bir de parçalanmış halde bulunan telsizi aldılar” (Başlangıç, 2002). Hürriyet’teki habere göre Aziz Korkmaz’ın cesedi, başında derin bir yara, şakağında bir delik ve kollarında sıyrık olduğu halde arabadan 150 metre kadar ileride bulunmuştu.

Hürriyet, Oktay Ekşi ile gazete yazarlarından Cüneyt Arcayürek’in başında yer aldığı geniş bir kadroyla izleyen ve haberi ilk üç gün “Aziz Korkmaz esrarengiz kazada öldü” ve benzeri başlıklarla manşetten verirken, dördüncü gün olayla ilgili haberleri bıçakla keser gibi kesildi. Van Milletvekili Nurettin Yılmaz, Aziz Korkmaz’ın ölümünden hemen önce kendisi ile görüşmek istediğini anlattığı “Yakın Tarihin Tanığıyım” isimli kitabında “gazeteci Aziz Korkmaz’ı Ergenekon öldürdü” yorumunu yaptı. Nurettin Yılmaz, Hürriyet gazetesinin haberi kullanma şeklini “Aziz Korkmaz’ı susturanlar, gazete yönetimini de bir şekilde susturdu” diye yorumluyordu (Ko24rkmaz, 2008).

Ali Naci ÇOBANOĞLU: (1954-1976)

Polisten verilen bilgiye göre, sağcı oldukları ileri sürülen 4 kişilik bir öğrenci grubu 22 Temmuz günü Konya’daki Yabancı Dil Yüksek Okuluna baskın yapmış ve sınıflardan birine girerek 4 öğrenciyi dövmüşlerdi. Öğrencilerden Ali Naci Çobanoğlu, olay sırasında bıçaklanarak yaralanmış, arkadaşları tarafından hastaneye kaldırılırken ölmüştü.

Olayla ilgili soruşturma yürüten polis, cinayet aleti olan bıçak evinde bulunan Mustafa Ertürk ile Aksam Lisesi öğrencisi Mustafa Çökelek, İmam Hatip Okulu öğrencisi Mustafa Tenek, Gazi Lisesi öğrencisi Veysel Aslan ve 5 sağ görüşlü öğrenciyi yakaladı. Polisin verdiği bilgiye göre katil zanlıları Konya Vakıflar Çarşısı altında bulunan kahvede toplanıp “Yabancı Diller Okulunda komünistlerin okuduğunu ve hesaplarının görülmesi gerektiğini” kararlaştırdıktan sonra okul kantinine giderek oradaki öğrencilere saldırmışlardı (Cumhuriyet, 1976).

Öldürüldüğü sırada yüksekokul öğrencisi de olan 22 yaşındaki Ali Naci Çobanoglu, Konya’da demokratik sol çizgide yayın yapan Konya’nın Sesi isimli bir aile gazetesinde çalışmaktaydı. Ali Naci’nin babası Ahmet Çobanoğlu ise gazetenin sahibiydi ve 1973 seçimlerinde CHP’den milletvekili adayı olmuştu.

Zeki ERGİNBAY: (1948-2 Şubat 1977)

Erginbay 1948 yılında İstanbul’da doğdu. 1967 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi İnşaat Bölümüne girdi. Bir yıl burada öğrenim gördükten sonra, yeniden sınava girerek İTÜ İnşaat Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Erginbay, Türkiye İşçi Partisi ve partinin gençlik örgütü olan Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda görev aldı. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından birçok gençlik lideri gibi tutuklandı, Dev-Genç ve THKP-C davalarında yargılandı. Tutukluluk sürecince Sağmalcılar, Davutpaşa, Selimiye ve Maltepe cezaevlerinde kaldı.

1974 affıyla salıverildikten sonra Genç Sosyalistler Birliği ve daha sonra da Kurtuluş grubu içinde yer aldı. 1976 yılında İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul

Şubesinin çıkardığı Teknik Güç dergisinin yazıişleri müdürlüğü görevini sürdürdü.

Derginin Erginbay’ın hazırladığı son sayısının (Sayı 96, Ocak 1977) kapağında VanMuradiye Depremi ile ilgili olarak “İktidarın Doğu Halkına Karşı Umursamaz Tavrı Sürüyor” başlığı atılmıştı.

Erginbay, 23 Ocak 1977 günü İMO İstanbul Şubesi’nin Şişli’deki bürosundan evine giderken, kaçırıldı. Valilik, Emniyet yetkilileri ve siyasilerle yapılan tüm başvurular sonuçsuz kaldı. 12 gün sonra, 2 Şubat günü işkence edilmiş cansız bedeni, göğsüne sıkılmış bir kurşun yarasıyla Ömerli’de bir orman kıyısında bulundu (Öztürk, 1977).

Coşkun ERDAĞ: (?-1978)

Kars’ta, Yeni Doğu Birlik gazetesi sahibi Coşkun Erdağ 14 Mayıs 1978 günü tartışan iki kişiyi ayırmak isterken kaza kurşunuyla öldü.

Erdağ, konuğu Abbas Garanal için “Bu adam komünisttir” diyen Çetin adlı bir komşusu ile Garanal arasında çıkan tartışmayı yatıştırmak isterken, Garanal’ın tabancasından çıkan kaza kurşunuyla yaralanmış, hastaneye kaldırılırken yolda ölmüştü. Olaydan sonra yayımlanan gazete haberlerine göre, cinayetin ardından kaçan Garaal’ın solcu, Erdağ’ın ise sağcıydı (Milliyet, 1978).

Cinayetten yaklaşık 2 yıl sonra, 1 nisan 1980 günü Erzurum, Erzincan ve Kars illeri Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi’nde görülen davada, Erdağ’ı öldürmekten sanık Abbas Garanal 16 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı (Cumhuriyet, 1980).

Ali İhsan ÖZGÜR: (1954-1978)

İstanbul’da doğan Özgür, 1973 yılında Galatasaray Lisesi’nden mezun oldu. Bir yandan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okurken bir yandan da gazetecilik yapmaya başladı. Türkiye Komünist Partisi çizgisinde yayın yapan Politika gazetesi yazıişleri müdürlüğü görevini sürdürürken aynı zamanda ilk sayısı 18 Aralık 1978’de çıkan Savaş Yolu dergisinin yazıişleri müdürlüğünü üstlendi.

Derginin ilk sayısı hazırlanırken 15 Kasım 1978’de, aşırı sağcı bir grup militan tarafından kaçırılan Ali İhsan Özgür, 6 gün boyunca işe gitmeyince emniyete kayıp başvurusunda bulunuldu.

Cesedi 22 Kasım 1978 tarihinde Kızıltoprak’ta bir otomobilin bagajında bulundu. Özgür’ün kimliği mesai arkadaşları tarafından ancak 1 hafta sonra teşhis edildi. 1 Aralık’da büyük bir kalabalığın katıldığı törenin ardından Topkapı Kozlu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

MHP İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanı Kazım Ayaydın ile Gürsel Başdemir Politika gazetesi Yazıişleri Müdürü Özgür’ün öldürülmesi olayı ile ilgili olarak haklarında güçlü kanıtlar bulunduğu iddiasıyla İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesince 24 Temmuz 1979 günü tutuklandı ancak, 1. Ordu Askeri Mahkemesi ise bir üyenin karşı oyuna karşılık oy çokluğu ile “güçlü kanıtlara rastlanmadığı’ kanaati ile sanıkları tahliye etmişti.

Cengiz POLATKAN: (1947-1978)

Ankara’da doğan Polatkan, mesleğe 1965 yılında Son Posta gazetesinde başladı. Yeni TaninAnkara Ekspres, Hür Anadolu gazetelerinde çalışan Polatkan, 3 yıl kadar Tercüman gazetesinde Antalya temsilciliği yaptıktan sonra 1974’te Hürriyet gazetesine transfer oldu. 1977’de Hafta Sonu gazetesinde çalışmaya başladı.

1978’de TRT Muhabirleri Derneği’nin ilk genel sekreteri olan Polatkan, 27 Kasım

1978 günü eşi ile birlikte gittikleri Gala isimli gece kulübünde, Taci Büyükhanlı ve adamları tarafından sevgilisi ile selamlaştığı gerekçesiyle dövüldü. Komaya giren Polatkan, 2 Aralık’ta tedavi altına alındığı Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.

Polatkan’ın ölümü ardından tutuklanan bir garson 15 yıl hapse mahkum edilirken. Ünlü inşaatçı Mehmet Ali Büyükhanlı’nın oğlu Taci Büyükhanlı ise bir süre sonra geçirdiği bir trafik kazasında öldü.  

Baki ANGIN: (1956-1978)

1956 yılında Tunceli’nin Pertek ilçesinde dünyaya gelen Baki Angın, ilk ve ortaokulun ardından, İstanbul’a gelerek burada hem çalıştı hem de Fatih Akşam Ticaret Lisesi’nde eğitimine devam etti. Liseyi 1976 yılında bitirdikten sonra üniversite sınavlarına girdi ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nde okumaya başladı. 1975 yılında Aydınlık grubuna katılan Angın, bu dönemde yayın hayatına atılan Halkın Sesi dergisinin dağıtımında görev aldı. Angın, 1977 yılında Alibeyköy Halk Kültür Derneği’nin de başkanlığını yaptı.

Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin (TİKP) kurulmasıyla da partiye üye olan Angın, 20 Mart 1978 günü ilk kez günlük olarak çıkmaya başlayan Aydınlık gazetesinin çıkış sürecinde de görev aldı.

4 Aralık 1978 günü Elazığ’da bir lise öğrencisinin öldürülmesi ile başlayan çatışmaların ardından yerel Nurhak gazetesi, ülkücü militanlar tarafından tahrip edildi. Çıkan çatışmalarda Baki Angın’ında arasında olduğu 4 kişi öldürüldü. Katiller yakalanamadı (Cumhuriyet, 1978). Angın, Tunceli merkez Burmageçit Köyü’ndei tabutuna Aydınlık gazetesi örtülerek düzenlenen törenle toprağa verildi (Dolapçı, 2015).

Abdi İPEKÇİ: (1929-1979)

İstanbul’da doğan İpekçi, Galatasaray Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Mesleğe 1949 yılında Yeni Sabah gazetesinde başlayan İpekçi, Yeni İstanbul gazetesinde muhabir, İstanbul Ekspres gazetesinde yazıişleri müdürü olarak görev yaptı. 1954 yılında Milliyet gazetesi yazıişleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmeni oldu. Ali Naci Karacan’ın ölümünden sonra gazetenin başyazılarını da yazan İpekçi, habercilik anlayışına getirdiği kurallar ile döneme damgasını vurdu.

İpekçi 1 Şubat 1979 akşamı evine giderken uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü (Akyıldız ve Türenç, 1986). Saldırganların kimliği ve kaç kişi oldukları belirlenemezken, cinayetten bir süre sonra Mehmet Ali Ağca, ihbar üzerine saldırının zanlısı olarak yakalandı. Ağca, verdiği çelişkili ifadelerin ardından olayın gerçek faillerini açıklayacağını söylediği duruşma sonrası tutuklu bulunduğu Askeri Cezaevi’nden kaçırıldı. Mahkeme, Ağca hakkında gıyabında idam cezası verdi.

Ağca, 1981 yılında İtalya’da Papa’ya bir suikast düzenledi, yakalandı, yargılandı, kendisinin beklenen Mesih olduğunu ilan etti ve ömür boyu hapse mahkûm oldu. Ağca hapisteyken görüştüğü Uğur Mumcu’ya 9 Şubat 1983 günü, İpekçi’nin Oral Çelik tarafından öldürüldüğünü söyleyecek, 17 Haziran 1983 günü Roma’da Rebibbia cezaevinde Türkiye’den gelen bir yargıç ve savcıya verdiği ifadesinde ise İpekçi’ye ateş edenin Yalçın Özbey olduğunu iddia edecekti (Mumcu,1993).

Ancona Cezaevi’nde 19 yıl tutuklu kalan Ağca, 14 Haziran 2000 tarihinde Türkiye’ye iade edildi. Ağca’nın cezası, çıkan af yasaları kapsamında 18 Ocak 2010 tarihinde sona erdi. Gazeteci yazar Abdi İpekçi cinayeti ile iki ayrı gasp suçundan hüküm giyen Mehmet Ali Ağca davul ve zurna eşliğinde kendisini bekleyenlerin düzenlediği bir kutlama ile tahliye edildi. Muayene için GATA’ya gönderilen Ağca’ya “ileri derecede antisosyal kişilik bozukluğu” teşhisi konuldu ve “askerliğe elverişli değildir” raporu verildi. Ağca halen serbest ve düşüncelerini yazdığı kitaplar ve verdiği konferanslar ile açıklıyor.

Erdoğan HANÇERLİOĞLU: (?-1979)

İstanbul, Kartal’da yayınlanan Hürsöz gazetesinin sahibi ve yazarı, Milliyetçi Hareket Partisi Kartal ilçe eski Başkanı Erdoğan Hançerlioğlu, 19 Şubat 1979 tarihinde eşiyle birlikte evine dönerken, kimliği belirlenemeyen kişilerce açılan ateş sonucu öldürüldü (Ayın Tarihi, Şubat 1979). Gazeteleri arayan bir kişi cinayeti THKP-C Savaşçıları isimli yasadışı sol örgüt adına üstlendi (Zıddıoğlu, 1979).

Hüseyin ŞEN: (?-1979)

21 Mart 1979’da Muş Devlet Üretme Çiftliği’ne düzenledikleri baskında 12 adet silahı gasp eden ve Elazığ’da girdiği silahlı çatışma sonrasında yaralı olarak ele geçirilen Kawa dergisi Yazıişleri Müdürü Şen, 26 Mart 1979’da İstanbul’da tedavi edildiği hastanede öldü (Cumhuriyet, 1979). Şen’in cenazesi doğduğu yer olan Tunceli’de geniş katılımlı bir tören ile toprağa verildi.

Sami NAKİPOĞLU: (1938-1979)

Adıyamanlı olan Nakipoğlu matbaacılığın yanı sıra Yamanses gazetesinin sahibiydi. Bir dönem MHP Adıyaman Merkez İlçe Başkanlığı yapan Nakipoğlu, 10 Mart 1979 günü evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Bu olaydan sonra şehirde üç gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Nakipoğlu’nun cenazesi, Adıyaman’da toprağa verildi.

Tamer ÖZDEMİR: (1951-1979)

İstanbul’da doğan Özdemir, Gazetecilik Yüksek Okulu’ndan mezun olduktan sonra 1971 yılında Tercüman gazetesinde çalışmaya başladı. Kısa süre sonra TRT’ye geçti. 24 Ekim 1979 tarihinde asker olan kardeşi tarafından, evde kimliği belirsiz kişilerce bıçaklandığı iddiası ile hastaneye götürülen Tamer Özdemir ameliyata alındı ancak kurtulamadı. Polis yaptığı soruşturma sonucunda Özdemir’in karşıt görüşlü kardeşi tarafından bıçaklanarak öldürüldüğünü ortaya çıkardı. (Sakman, 2004).

İlhan DARENDELİOĞLU: (1923-1979)

Tarsus’da doğan Darendelioğlu, Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucu başkanıydı. Ortadoğu gazetesinde ve Toprak dergisinde köşe yazıları yazan Darendelioğlu 1969’da Adalet Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçilmişti. 1973 seçimlerinde yeniden seçilemeyen Darendelioğlu, Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Yönetim Kurulu üyeliği görevine getirilmişti (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 1983). 19 Kasım 1979’da MHP destekli AP azınlık hükümetinin kurulmasını protesto etmek amacı ile MLSPB Çayan Sempatizanları isimli terör örgütü tarafından İstanbul’da öldürüldü (Tatlav, 1988).

Kemal Fedai ÇOŞKUNER: (1927-1979)

Antalya’nın Akseki ilçesi Mahmutlu köyünde doğan Çoşkuner, 1945 yılında Antalya Aksu Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Antalya, İzmir ve Muğla’da öğretmenlik yaptı. Emekli olduktan sonra bir süre İzmir Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nde bulundu. Coşkuner pek çok dernek ve kuruluşta çalıştı ve yöneticilik yaptı. İlk olarak 1951-52’de Türkiye Milliyetçiler Derneği’nin Tire Şubesinde bulundu. 1961-65 arası İzmir Türk Ocağı Başkanlığı yaptı. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği’nin kurucusu oldu ve 1969 yılında genel başkanlığına getirildi. Bu dernek daha sonra İzmir Ülkü Ocakları Derneği’ne katıldı. 1965 seçimlerinde Adalet Partisi Manisa milletvekili adayı oldu. Daha sonra bu partiden istifa ederek Milliyetçi Hareket Partisi’ne katıldı. MHP’den 1973’de Aydın, 1977’de Antalya milletvekili adayı oldu. Çoşkuner kendi adını taşıyan Fedai dergisinin de sahibiydi. Yazılarını FedaiToprakSerdengeçtiİleriAnadoluTürk YoluBizim AnadoluHergünKomünizmle SavaşOrkun gazete ve dergilerinde yayınladı.

Coşkuner, 3 Aralık 1979 günü alışveriş yaptığı pazar yerinden dönerken solcu militanlar tarafından vurularak öldürüldü (Milliyet, 1979).

Cemal ADALMIŞ: (?-1980)

Ak Reklam Ajansı’nın ve İstanbul Haber Ajansı dergisinin sahibi Adalmış, 21 Ocak 1980’de İstanbul’da iki kişinin düzenlediği bir saldırı sonucu öldürüldü. Saldırganlar,

Adalmış’ın cesedinin yanına “Toprak Ağaları, MHP ve Polis Şeflerinden Hesap Soracağız

Devrimci Sol” yazılı bir bildiri bıraktılar (Cumhuriyet, 1980)

İsmail GERÇEKSÖZ: (?-1980)

Ortadoğu gazetesi başyazarı ve 1977 seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul milletvekili adayı olan Gerçeksöz, 4 Nisan 1980 tarihinde oğlu ile birlikte İstanbul Acıbadem’deki evinden çıkarken saldırıya uğradı. Gerçeksöz’ün olay yerinde hayatını kaybettiği saldırıyı Devrimci Sol terör örgütü üstlendi (Koçoğlu,1993).

Ümit KAFTANCIOĞLU: (1934-1980)

Kars doğumlu olan Kaftancıoğlu, Cılavuz İlköğretmen Lisesi ve Eğitim Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra bir süre ortaokul öğretmenliği yaptı. TRT’de prodüktör olarak görev alan Kaftancıoğlu, bir yandan Doğu Anadolu’daki köylerde yaşam ile ilgilenirken, bir yandan da çeşitli gazetelerde yazı yazmaktaydı. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 10 Nisan 1980 tarihinde düzenlediği basın toplantısında öldürülen MHP’liler ile ilgili olarak CHP yönetimini ve isim vermeden Kaftancıoğlu’nu suçladı. Kaftancıoğlu, ertesi gün evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

12 Eylül’ün ardından 11 Kasım 1980 tarihinde gözaltına alınan Ahmet Mustafa Kıvılcım, İstanbul Ülkücü Gençlik Derneği yöneticileri ile birlikte cinayeti nasıl işlediklerini itiraf etti. Yargılama sürecinde Kıvılcım müebbet hapse mahkum oldu, ancak cinayeti birlikte işlediği ÜGD yöneticileri yakalanamadı (Sezgin, 1987).

Muammer FEYİZOĞLU: (1916-1980)

Trabzon’da yerel olarak yayınlanan Hizmet gazetesi yazıişleri müdürü Feyizoğlu, 14 Nisan 1980 akşamı, TÖB-DER eski başkanlarından Bekir Cebeci’ye ait kitabevinin bombalanması sırasında ağır yaralandı. Tedavisi sırasında kurtarılamayan Feyizoğlu, 15 Nisan günü öldü (Koçoğlu,1993).

Hayrabet HONCA (HANÇER): (1955-1980)

1955,   Sivas-Gemerek       doğumludur. Şişli’de bulunan Karagözya Yetimhanesi’ndeki ilköğrenim sonrasında 1969-1975 yılları arasında orta ve lise eğitimini Üsküdar’da Surp Haç Tıbrevank’ta tamamladı. İlerleyen yıllarda “TKP/ML Hareketi” safında politik çalışmalarda bulundu. Halkın Birliği dergisinin sahibi ve editörü olarak görev yaptı. Örgütündeki ayrışma sonrası “TKP/ML Yeniden İnşa” isimli örgütün merkez komitesi üyesi oldu. Aktif ve göze çarpan bir militan olduğu kadar, yakın siyasi örgütlerin yayın sorumluları ile birlikte devrimci basına yönelik baskıları protesto eden etkinliklere öndelik etti. 29 Nisan 1980 günü Kayseri’de faşistler tarafından sokak ortasında vuruldu. Yaşam savaşını 1 Mayıs 1980 günü kaybetti. İstanbul Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Mahir DARBUDAK: (?-1980)

Gazeteci Mahir Darbudak, Konya’nın Ereğli ilçesinde 8 Temmuz 1980 tarihinde iki kişinin silahlı saldırısı sonucu öldürüldü (Cumhuriyet, 1980).

Nihat ERİM: (1912-1980)

Galatasaray Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Erim, Paris Hukuk Fakültesi’nde doktora yaptı. 1939 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kamu hukuku doçentliğine atandı; 1941 yılında profesör oldu.

1943 yılında CHP milletvekili oldu. Parti içinde İsmet İnönü’nün prensi olarak görülen ve çok partili hayata geçişin ardından Demokrat Parti’nin gelişiminin engellenmesi gerektiğini savunan Erim, Ulus gazetesinde 30 Mayıs 1946’de kaleme aldığı bir yazısında “demokrasinin üzerine şal örtmek gerekebilir” dediği için muhalefet tarafından “Şalcı” sıfatıyla anıldı (Ahmad ve Ahmad 1976). Erim, 1948’de kabineye Bayındırlık Bakanı, 1949’da Başbakan Yardımcısı olarak katıldı. CHP’nin yenilgiye uğradığı ve muhalefete geçtiği 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra Ulus gazetesinin başyazarlığını üstlendi. Menderes hükümetinin gazeteyi kapatması üzerine Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazdı. Başbakan Adnan Menderes’in isteği üzerine Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının hazırlanmasında görev aldı. 27 Mayıs’ın ardından Kurucu Meclis üyeliği yaptı. 1961’de CHP’den milletvekili seçildi. 12 Mart 1971 Muhtırası ardından, askerlerin teklifi üzerine CHP’den istifa etti ve CHP ve AP’nin desteklediği Partilerüstü Teknokratlar Hükümetini kurdu. İzlediği antidemokratik politikalar yüzünden eleştirildi. Sıkıyönetimin sol örgüt militanlarına yönelik düzenlediği operasyonlara verdiği destek yüzünden kamuoyunda eleştirildi. Aralık 1971’de hükümet üyelerinin istifası üzerine yeni bir kabine oluşturdu. Mayıs 1972’de hükümet istifa ederken, Erim de siyasetten çekildi. 1977 yılına kadar Cumhuriyet Senatosu’nda kontenjan senatörü olarak görev yaptı.

19 Temmuz 1980 tarihinde yazlığında tatil yaparken Devrimci Sol örgütünün düzenlediği silahlı saldırısı sonucu öldürüldü. Cinayeti işleyen militanlar cesedin yakınına “faşist Nihat Erim’i işkencecileri, hükümeti ve devrimcilerin katlini protesto için cezalandırdık” yazılı bir pankart bırakarak kaçtı. Erim’in öldürülmesi 12 Eylül Darbesi’ne giden sürece ivme kazandırdı. (İşleyen, 1999).

12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra eylem talimatını veren örgüt lideri Dursun Karataş ile tetikçiler Ahmet Karlangaç ve Sadettin Güven yakalanmış, Sıkıyönetim Mahkemesi’nde cinayetin gerekçesini olay mahaline bıraktıkları gibi olduğunu söylemişlerdir. Polis suikast emrini verenleri bulmak için operasyonlarını sürdürmüş bu sırada 17 Ekim 1980 tarihinde emniyette tutuklu bulunan Ahmet Karlangıç gözaltında “başını duvara vurarak” intihar etmiştir.

Hıfzı Topuz’un, Eski Dostlar isimli kitabında Sabahattin Ali’nin öldürülmesinden bahseden bölümünde, cinayetin sorumlusu olarak anılan ve ismi verilmeyen ancak “daha sonra kendisi de öldürüldü” diye söz edilen CHP yöneticisi gazetecinin Nihat Erim olduğu ileri sürüldüyse de Topuz bu iddiayı, Sabahattin Ali’nin anısına kaleme aldığı Başın Öne Eğilmesin isimli biyografik romana taşımamıştı.

Recai ÜNAL: (1959-1980)

Hasanoğlan İlköğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda öğrenimine devam eden Ünal, Aralık 1979’da Demokrat gazetesinde toplumsal olaylar servisinde çalışmaya başladı.

21 Temmuz 1980 akşamı arkadaşları ile evine gitmek üzere gazeteden ayrılan Ünal, Karagümrük’te evinin yakınlarında kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırıldı. Cesedi ertesi gün bir battaniyeye sarılmış olarak yine evinin yakınlarında bulundu. Katilleri işkence ettikleri Ünal’ın cesedine “Fatih’te Hiçbir Komünist Cezasız Kalmayacak – Türk İslam İntikam Birliği” yazılı bir de not bırakmışlardı.

Öldürüldüğünde 21 yaşında olan Recai Ünal’ın ölümünden 52 gün sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesi yapıldı. Recai Ünal cinayetinden sorumlu olduğu gerekçesiyle İstanbul Ülkü Ocağı Başkanı İsmail Hakkı Cerrahoğlu sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı. İki cinayetten daha yargılanan Cerrahoğlu’nun davaları zamanaşımı nedeniyle düştü. Cerrahoğlu ise 21. dönemde Milliyetçi Hareket Partisi’nden Zonguldak milletvekili oldu.

Mete ATABEK: (1935-1980)

Erzurum’da doğan Atabek, gazeteciliğe 1959 yılında Vatan gazetesinde başladı (BYGM, 1977). İstiklal gazetesi istihbarat şefi olan Atabek, 23 Temmuz 1980 gecesi İstanbul’da jandarmanın dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürüldü.

Kaynarca Tren İstasyonu yakınında gece yarısı 30 kişilik bir sol grupla jandarma arasında çıkan silahlı çatışma sırasında yolu kesen askerler, “dur uyarısı”na uymayan bir otomobile ateş açtılar. Üç lastiği patladıktan sonra duran otomobildeki aramada gazeteci Mete Atabek ağır yaralı olarak bulunmuş, acele hastaneye kaldırılırken ölmüştü (Milliyet, 1980). Olay gazetelere bu şekilde yansımıştı ancak Atabek ailesine göre ise yaşananlar gazeteci Mete Atabek’in çatışma esnasında kaza kurşunlarına hedef olması ve hayatını kaybetmesi şeklinde yaşanmıştı. Atabek, Karacaahmet Mezarlığına defnedildi.

Hasan YAVAŞ: (1925-1980)

Van doğumlu Milliyetçi Hareket Partisi üyesi ve Ortadoğu gazetesi muhabiri olan Hasan Yavaş özellikle Hayali mahlası ile yazdığı şiirleri ile tanıyordu. Şiirleri, Van’da yayımlanan Kurtuluş ve İki Nisan gazetelerinde; Mersin, Erzurum ve Tarsus’ta yayımlanan Gülek, Yeni Mersin, Hakimiyet, Akdeniz, Yeni Adana, Köylü Sesi, Bugün Tarsus, Hilal, Ürün, Çukurova, Türk Sözü, Silifke, Liman, Hürsöz, Anamur’un Sesi, İçel Postası gazetelerinde yer aldı.

Bir yandan yerel gazetelerde köşe yazarlığı yapan Yavaş, 2 Ağustos 1980 tarihinde İçel’in Tarsus ilçesindeki evinin önünde Devrimci Sol terör örgütü tarafından öldürüldü.

Mehmet Ali ÇELİK: (?-1980)

11 Eylül 1980’de Gaziantep’te öldürüldü. Sağ görüşlü olduğu dışında hakkında bilgi edinilemedi (Mater, 1989).

Mevlüt IŞIK: (1948-1988)

Kars’ın Çıldır ilçesinde doğan Işık, Başkent Gazetecilik Yüksek Okulu’ndan mezun olduktan sonra, yerel Ekinci gazetesinde, Kars Radyosu’nda, Ak Ajans’da, ve son olarak da Tercüman gazetesinde çalışmaya başladı. 1987 seçimlerinde Anavatan Partisi’nden Kars milletvekili adayı oldu ancak seçilemedi. Türkiye gazetesi Ankara temsilcisi Işık, 1 Haziran 1988 tarihinde kendisi gibi ülkücü olan işadamı Kürşat Özkan tarafından vurularak öldürüldü. İddialara göre Özkan, kötü olan ticari durumunun düzeltilmesinde yardım istediği İstanbul Ticaret Odası Başkanı Niyazi Adıgüzel ve Kars Ticaret Odası Başkanı Davut Çelik ile kavga etmeye başlayınca onları ve aralarında arabuluculuk yapmaya çalışan Işık’ı vurmuş ve intihar etmişti (Koçoğlu, 1993).

Seracettin MÜFTÜOĞLU: (1940-1989)

Hürriyet Haber Ajansı ve TRT’nin Nusaybin muhabiri olan Müftüoğlu, aynı zamanda Nusaybin Belediye Meclisi’nin Anavatan Partili üyelerindendi. 1989 yılı Haziran ayında PKK terör örgütünden aldığı tehditler yüzünden ailesi ile birlikte İstanbul’a taşınmış ancak 15 gün kadar sonra geri dönmüştü. 28 Haziran gecesi uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü. PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisinde Müftüoğlu’nun ajan-provakatör olduğu gerekçesi ile cezalandırıldığı açıklandı. Müftüoğlu’nun cenazesi kalabalık bir topluluk tarafından kaldırıldı ancak katilleri yakalanamadı (Koçoğlu, 1993).

Sami BAŞARAN: (1953-1989)

Balıkesir’de doğan Başaran, Ticari İlimler Akademisi’nin 1. sınıfında okurken bir Milliyet gazetesinde spor muhabiri olarak çalışmaya başladı. Hafta Sonu, Haftanın Sesi gibi gazetelerde redaktörlük, istihbarat şefliği gibi görevler yürüten Başaran, Gazete gazetesinde muhabirlik ve redaktörlük yapmaktaydı.

Sami Başaran, 7 Kasım 1989 günü Nazan Şoray ile ilgili yazdığı bir haber hakkında görüşmek isteyen Aşiret ağası Cemal Sincar tarafından vuruldu. Başaran olay yerinde yaşamını yitirirken görüşmeye birlikte gittiği fotomuhabir Ahmet Altınkaya ağır yaralı olarak kurtuldu. Sincar, cinayetten 14 gün sonra teslim oldu. Bu süre içerisinde bir polis müdürü ile birlikte gece kulüplerinde eğlenirken görüntülenen Sincar, yargı süreci sonunda toplam 30 yıl hapis cezasına çaprtırıldı (Koçoğlu, 1993). Daha önce başka cinayetlere de adı karışan Sincar’ın bir zamanlar MİT için de çalıştığı iddia edilmişti (Yüksel, 2011).

Kamil BAŞARAN: (1946-1990)

Çanakkale’nin Lapseki ilçesinde doğan Başaran, 1975 yılında Hürriyet Haber Ajansı’nda başladığı gazetecilik mesleğini Gazete gazetesinde sürdürmekteydi. Renkli kişiliği ve farklı ilgi alanları ile dikkati çeken Başaran, gazetecilik dışında şarkı sözü yazarlığı da yapmaktaydı.

13 Kasım günü, Eminönü Belediyesi tarafından Galata Köprüsündeki denetimlerin sonucunda lokantasına ceza kesilmesini görüntüleyen gazetecileri tehdit eden Hakkı Morgül hakkında, ‘köprü altındaki iyi aile çocuğu milletvekili’ başlıklı bir yazı yazan Başaran, ertesi gün kendisi ile görüşmeye gelen Morgül tarafından bürosunda vuruldu.  Başaran, 97 gün boyunca tedavi altında tutuldu ancak 28 Şubat 1990 gecesi öldü. Morgül cinayetin ardından suçüstü yakalanmış olmasına rağmen sadece 15 yıl ceza aldı (Koçoğlu, 1993).

Çetin EMEÇ:  (1935-1990)

İstanbul’da doğan Emeç, gazeteci bir aileden geliyordu. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. Babası Selim Ragıp Emeç’in sahibi olduğu Son Posta gazetesinde önce muhabirlik, ardından da köşe yazarlığı yapmaya başladı. 27 Mayıs askeri müdahalesinin ardından aynı zamanda Demokrat Parti’den milletvekili olan babası tutuklanınca gazeteyi fiilen idare etti. 1962’de ekonomik sebepler ile gazete kapanınca, dönemin popüler dergileri Hayat ve Ses dergilerinde çalıştı. 1971’de Hürriyet gazetesinin yan kuruluşu olan Hür Yayın’ın başına geçti. Hafta Sonu gazetesinin yazıişleri müdürlüğünü yaptı. 1981 yılında Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğine getirildi. 1984’de Milliyet’e transfer oldu. İki yıl sonra genel koordinatör sıfatıyla yeniden Hürriyet’e döndü. 7 Mart 1990 günü gazeteye gitmek için arabasına bindikten sonra kar maskeli ve silahlı iki kişinin saldırısı sonucunda öldürüldü. Cinayetin Dev-Sol ve Türk İslam Komandoları gibi farklı siyasi çizgideki örgütler tarafından üstlenilmesi araştırma sürecini zora soktu.  Failleri tespit edilemeyen ancak İslamcı örgütler tarafından işlendiği düşünülen bu cinayetler kamuoyunda büyük tepki uyandırdı. Emeç ve saldırıda ölen şoförünün cenazesi büyük bir katılım ile kaldırıldı.

Emeç cinayetinin arkasında yatan sebepler üzerinde tartışmalar hala sürmektedir. Başlangıçta İslami Hareket Örgütü tarafından gerçekleştirilen siyasi bir cinayet olarak değerlendirilen olayın failleri gözaltına alınan örgüt militanlarının açıklamaları ile belirlenmişti. Ancak başka bir soruşturma kapsamında elde edilen bilgiler, altın ve döviz kaçakçısı Muhammed Celal Zehebi’nin kendisi hakkında yazdığı yazılar yüzünden Emeç’i öldürttüğü iddiasının ortaya atılmasına sebep oldu (Özkan, 1994).

Turan DURSUN: (1934-1990)

Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğan Turan Dursun, babasının dünyayı değiştirecek bir alim olması isteği ile büyüdü. Kürt hocalardan ders alabilmek için önce Kürtçe’yi öğrenen Dursun, kısa bir süre sonra da hocalarından Arapça öğrendi. Eğitimini Ağrı, Sivas, Kayseri, Konya, Malatya ve Erzurum’un köylerinde tamamlayan Dursun 13 yaşında Türkçe dışında Kürtçe, Arapça, Çerkesçe öğrenmişti.

Hem Şafiî, hem de Hanefi mezhebine göre İslami eğitim aldığı halde Türkçesi düzgün olmadığı için müftülük başvurusu kabul edilmedi. Dörtyol’da köy imamlığı yaparken Türkçesini düzeltti. 1958 yılında resmen müftülüğe başladı. İlkokul ve ortaokulu dışarıdan bitirdi.

Atatürk anıtına imamlar ile birlikte çelenk koyması, lojman yerine hastane yapılmasını sağlaması gibi eylemleri yüzünden ‘Aydın Müftü’ olarak anılan Dursun, dinle ilgili sorularının yanıtını ararken ateizme yöneldi. Din üzerinden para ve güç kazananların elinde dinin bir oyuncak haline getirildiğini ileri süren Dursun, müftülük görevinden ayrıldıktan sonra yaşamını sürdürebilmek için belediye temizlik işçiliği de dahil çok farklı işler yaptı. TRT’de radyo program yapımcılığı ile iletişim alanına adım attı. Tanrıyı ve dini yadsıyan görüşlerini kitlelere duyurmayı kendisine hedef olarak belirlemişti. 2000’e Doğru dergisinde yazmaya başladı. Teori ve Yüzyıl dergilerinde görüşlerini yazdı. Kullateyn adlı anı-romanını Din Bu isimli kitap dizisi izledi. Tehdit edildi, ancak inandıklarını savunmaya devam etti.

4 Eylül 1990 günü evinden yazarı olduğu Yüzyıl dergisine gitmek için çıktığı sırada yoldan geçen bir arabadan açılan ateş sonucu öldürüldü. Cinayet henüz Türkiye’de duyulmadan önce İran Radyosu, saldırıyı ‘Türk Salman Rüşdü öldürüldü’ şeklinde dünyaya duyurdu. Dursun cesedinin yakılmasını istemişti, ancak Ankara’da yapılan bir tören ile toprağa verildi (Topuz, 2003).

Ekim 1991’de trafik polislerince durdurulan ancak sürücüsü kaçan sahte plakalı bir otomobilde Dursun’un öldürülmesinde kullanılan silah ele geçirildi. Yine bir tesadüf sonucu 23 Ocak 1993’te İslami Hareket terör örgütüne yönelik bir operasyonda Dursun’un katillerinin kimliği saptandı ancak tetikçiler yakalanamadılar.

Gündüz ETİLİ: (?-1991)

Yeni Günaydın gazetesi muhabiri Etili, 18 Eylül 1991 tarihinde İstanbul’da tartıştığı seyyar satıcılar tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Kavganın sebebi bilinmediği gibi, cinayetten sonra firar eden seyyar satıcılar 5 gün sonra yakalanıp gözaltına alındı. İki kardeş olan seyyar satıcılardan birisi ifadesinde cinayet sırasında sarhoş olduğunu ve olayı hatırlamadığını söylerken, diğeri ise olaya karışmadığını ileri sürüyordu (Milliyet, 1991).

Halit GÜNGEN: (1971-1992)

Şırnak’ın Besta köyünde doğan Güngen, üniversite sınavını kazanamayınca, çalışmak için İstanbul’a gitti. Siyasal açıdan yakınlık duyduğu Sosyalist Parti için seçim kampanyasında çalıştı. 2000’e Doğru dergisinin Şırnak muhabiri olma isteği kabul edilince memleketine geri döndü.

Bölgenin en çok haber gönderen yerel muhabiri olan Güngen, sık sık Irak Kürdistanı’na giderek Talabani ve Barzani ile röportajlar yapıyordu. Yaptığı son haber İslamcı terör örgütü Hizbullah militanlarının Diyarbakır Emniyeti Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde eğitildiği iddiasını taşıyordu.

18 Şubat 1992 akşamı derginin Diyarbakır bürosunda çalışırken büroya gelen üç kişi tarafından öldürüldü. Katiller, büroda yangın çıkartmaya çalışmış, ancak komşuların müdahalesi üzerine olay yerini terk etmişlerdi. 12 Kasım 1992 günü OHAL Bölge Valiliği Güngen’in katilini cinayet silahı ile birlikte yakaladıklarını bildirdi. Ancak Hizbullah militanı Nedim Uysal, mahkemede hakkındaki iddiaları reddetti (Koçoğlu, 1993).

Cengiz ALTUN: (1968-1992)

Diyarbakır Bismil ilçesinde doğan Altun, eğitimini Batman’da tamamladı. Lise yıllarından itibaren politikaya olan yakın ilgisi sonucu çok defa gözaltına alındı, tutuklandı. 1991 yılında Yeni Ülke gazetesi Batman bürosunu açtığında temsilci olarak gazetede çalışmaya başladı. Bir yandan Dicle Üniversitesi Batman Meslek Yüksek Okulu Motor Bölümünde okurken bir yandan da gazetecilik yapıyordu.

Faili meçhul cinayetlerin en çok işlendiği kent olan Batman’da cinayetleri üstlenen Hizbullah örgütünün kontrgerilla faaliyetleri içerisinde olduğunu bu nedenle de örgüte Hizbul-kontra denmesi gerektiğini anlatan haberlere imza atan Altun, pek çok defa gözaltına alınmış, gazetecilik yapmaması için uyarılmış, öldürülmek ile tehdit edilmişti. Altun, 10 Ekim 1991’de Batman Cumhuriyet Savcılığı’na can güvenliğinden endişe ettiği için suç duyurusunda bulundu.  Ancak bir işlem yapılmadı.

24 Şubat 1992 günü şehrin en işlek caddesinde, gazete bürosuna giderken arkasından yaklaşan ve 7 el ateş eden katiller tarafından öldürüldü (Koçoğlu, 1993).

Naaşı 25 Şubat’ta Sağlık Mahallesi’ndeki Nur Camisi’nden eve, sonra da çalıştığı Yeni Ülke Batman bürosuna götürüldü. Burada üzerine atılan kırmızı karanfillerden sonra 40 bin kişinin katıldığı bir mitingle Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.

Cengiz Altun cinayetiyle ilgili, 1993’te İsmail Emsen’in adı geçti. Diyarbakır polisi Emsen’i ruhsatsız bir tabanca ile yakaladı. Silah Altun’un otopsisinde çıkan kurşunlarla karşılaştırıldı. Altun’un bu tabancayla öldürüldüğü belirlendi. Emsen ifadesinde, Hizbullah taraftarı olduğunu ve tabancayı kendini korumak için kardeşi Metin’den aldığını söyledi. İsmail Emsen, Cengiz Altun’un öldürülmesiyle ilgili olarak değil, “ruhsatsız silah bulundurmak” suçundan tutuklandı ve Diyarbakır Cezaevi’ne konuldu. Kısa süre sonra serbest bırakıldı. Ancak polis bu aşamadan sonra, ne Metin Emsen’i buldu ne de olay hakkında detaylı bir soruşturma yaptı (Gülcan, 2012).

İzzet KEZER: (1954-1992)

Ankara’da doğan ve eğitimini bu kentte tamamlayan Kezer, çalışma yaşamına işçi olarak başladı. Askerlik görevinin ardından 1983 yılında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’na kaydolan Kezer, aynı tarihte Günaydın gazetesinde çalışmaya başladı. Burada çalışırken sarı basın kartı da alan Kezer, 1991 yılında Sabah gazetesine geçti.

Henüz kadrosu yapılmayan Kezer, 1992 Nevroz’unu izlemek için görevli olarak gittiği Cizre’de 23 Mart günü elinde beyaz bayrak olduğu halde polis panzerinden açılan ateş sonucunda başından vurularak öldürüldü (Koçoğlu, 1993). 25 Mart günü Ankara’da toprağa verilen Kezer’i öldüren kurşun çekirdeği bulunamadığı için yapılan otopsiden sağlıklı bir sonuç alınamadı (TİHV, 1993). Henüz kadrolu olarak çalışmadığı gazetesi, bir buçuk yıllık evli olan Kezer’in eşine maaş bağlayarak sahip çıktı.

Bülent ÜLKÜ:  (1964-1992)

Ankara’da doğan Ülkü, Bursa’nın Gemlik ilçesi Karacaali köyünde ikamet ediyordu. Lise eğitimini İstanbul’da Kabataş Lisesi’nde tamamlayan Ülkü, bir yandan da siyaset ile ilgilenmeye başladı. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne devam ettiği yıllarda politikadan uzaklaşan Ülkü, 1988 yılında Gemlik’te Körfeze Bakış gazetesini yayınladı.

Geçmişte ilişki içinde olduğu Devrimci Sol örgütü ile ilişkilerini yeniden kuran Ülkü, bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan da örgütün eylemlerinde yer alıyordu. 1989 yılında Cumhurbaşkanına yayın yoluyla hakaret ettiği iddiası ile yargılandı, siyasal eleştiri sınırlarını aşmadığı göz önüne alınarak beraat etti. Gazetesini ekonomik kriz yüzünden kapatmak zorunda kalan Ülkü, cezaevindeki baskıları kınamak için yapılan gösterilerin ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın ardından birkaç defa gözaltına alındı ve serbest bırakıldı (Koçoğlu, 1993).

31 Mart 1992 günü Uludağ yolunda park bekçileri tarafından ağır yaralı olarak bulundu. Gözleri bantla kapalı, bileklerinde kelepçe izleri ve ellerinde parmak izi alınırken kullanılan mürekkep lekesi bulunan Ülkü’nün sol gözüne yakın mesafeden ateş edilmişti.

Hastaneye kaldırılan Ülkü doktorlar müdahale edemeden öldü. Daha önce çok defa gözaltına alınan ve parmak izi kayıtları bulunan Ülkü, polis tarafından kimliği meçhul olarak bir süre hastane morgunda tutuldu. Cenazesi ailesinin teşhisinin ardından toprağa verilebildi.

Mecit AKGÜN: (1965-1992)

Nusaybin’de doğan ve eğitimini burada tamamlayan Akgün, gazeteciliğe Nusaybin gazetesinde başladı. 2000’e Doğru dergisi Nusaybin muhabirliğinin ardından Yeni Ülke gazetesinde çalıştı. Hazırladığı haberler yüzünden sürekli tehdit edilince Cizre’de görevlendirildi. 1992 Nisan’ında gazete yönetimiyle ilişkileri bozuldu (Koçoğlu, 1993). 15 Mayıs günü Nusaybin’deki ailesinin yanından gazeteye gitmek için ayrılan Akgün’ün cesedi, 19 gün sonra, 2 Haziran 1992 günü Çölova köyü yakınlarında, vurulmuş ve bir elektrik direğine bağlanmış olarak bulundu. Cesedin üzerine “Hain Olduğu İçin Cezalandırıldı-PKK” yazılı bir not bırakılmıştı (TİHV, 1993).

Ölümünün ardından çalıştığı Yeni Ülke Akgün’e sahip çıkmadı; gazete yönetimi Akgün’ün kendileri için çalışmadığını açıkladı.

 Hafız AKDEMİR: (1965-1992)

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğan Akdemir, Kürdistan Ulusal Kurtuluş (KUK) örgütü davasında yargılanmış ve 1984-1991 yılları arasında tutuklu kalmıştı. 1991 yılında çıkartılan af yasası ile salıverilen Akdemir, Yeni Ülke gazetesi Diyarbakır Bürosu’nda çalışmaya başlamış, ardından 30 Mayıs 1992 tarihinde yayınlanmaya başlayan Özgür Gündem gazetesine geçmişti. 7 Haziran 1992 günü,  Akdemir’i gazete bürosuna giderken arkasından yaklaşıp tek el ateş ederek kafasından vuran katil çevredekilerin müdahalesine rağmen olay yerinden kaçmayı başardı. Akdemir’in cenazesi, bekletildiği morgdan polis tarafından alınarak gizlice gömüldü. Ailesinin başvurusu üzerine, mezardan çıkartılarak ailesine teslim edilen cenaze için tören düzenlenmesine izin verilmedi (Koçoğlu, 1993).

 Çetin ABABAY: (1968-1992)

Batman doğumlu Ababay, lise yıllarında siyasetle yakından ilgilenmeye başladı. 1984 yılında henüz Batman Lisesi 1. sınıf öğrencisiyken, gözaltına alındı, ardından tutuklandı. 1986 yılında yeniden tutuklandı ve 2,5 yıl cezaevinde kaldı. 1992 Nisan’ında çalışanları tehdit edildiği için kapanan Özgür Halk dergisinin Batman temsilciliğini açtı ve gazeteciliğe başladı. Hizbullah tarafından işlenen cinayetler hakkında yaptığı haberler yüzünden tehdit edilen Ababay, 29 Temmuz 1992 gecesi bir arkadaşı ile birlikte, dergi bürosundan çıkıp evine giderken, arkasından yaklaşan iki saldırgan tarafından kafasına tek el ateş edilerek vuruldu. Kaldırıldığı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tüm çabaya rağmen kurtarılamadı. 30 Temmuz sabahı öldü. Yanındaki arkadaşının tanıklığına rağmen Ababay’ın katili bulunamadı. Ababay’ın öldürülmesinden sonra Özgür Halk dergisi Batman temsilciliği kapandı. (Gülcan, 2012b).

 Yahya ORHAN: (1963-1992)

Batman’ın Gercüş ilçesinde doğan Orhan, lise eğitiminin ardından, işçi olarak Silopi kömür ocaklarında çalıştı. Gercüş’e dönerek evlenen ve bir tekel büfesi açan Orhan, gazeteciliği pek çok yerel muhabir gibi yan meslek olarak yapıyordu. Önce Güneş gazetesine haber göndermeye başlayan Orhan, 24 Şubat 1992 tarihinde öldürülecek olan Cengiz Altun aracılığı ile Yeni Ülke gazetesinin Gercüş muhabiri oldu. 1992’de tutuklandı. Cezaevinden çıktıktan sonra yayın hayatına yeni atılan Özgür Gündem gazetesi için çalışmaya başladı. Hakkında birkaç haber yazdığı Gercüş kaymakamı tarafından tehdit edilen Orhan, 31 Temmuz 1992 akşamı, büfesinden evine giderken, otomatik bir silahtan çıkan mermilerle vuruldu. Katillerin kimliğini saptayamayan güvenlik güçleri aynı saatlerde ilçede tatbikat yaptıkları gerekçesi ile ailesinin Orhan’ın cesedini almasına izin vermediler. Otopsi sonucunda vücudunda 27 adet mermi bulunan Orhan 1 Ağustos günü erken saatlerde yapılan cenaze töreni ile gömüldü (Koçoğlu, 1993).

 Hüseyin DENİZ: (1956-1992)

Nusaybin’de doğan Deniz, 1976 yılında Bolu İlköğretmen Lisesi’nden mezun oldu. Önce Siverek’e ardından da memleketi Nusaybin’e atandı. 12 Eylül sonrasında PKK davasından tutuklandı. Diyarbakır Cezaevi’nde geçirdiği 3,5 yılın ardından tahliye olduktan sonra güvenlik soruşturmasını geçemedi ve mesleği olan öğretmenliği bırakmak zorunda kaldı. 1984-1987 yılları arasında Ulusal Basın Ajansı’nın, ardından da Cumhuriyet gazetesinin Ceylanpınar muhabirliğini üstlendi. Welat ve 2000’e Doğru dergilerinde makaleleri yayınlanan Deniz’in, Kürt Atasözleri isimli kitabı Kaynak Yayınları’ndan çıktı. Kürt folkloru üzerine çalışmalarını sürdürdü. Önceleri okur mektubu olarak gönderdiği yazıları ile Özgür Gündem gazetesi yöneticilerinin dikkatini çeken Deniz, 25 Temmuz 1992’de Forum isimli köşede haftalık olarak yazı yazmaya başladı. 9 Ağustos 1992 sabahı, gıda toptancılığı yaptığı işyerine giderken arkasından yaklaşan katillerin kafasına tek el ateş ederek vurdukları Deniz, ertesi gün öldü. Görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak Nihat Beşkat isimli lise öğrencisini cinayete yardımcı olmak iddiası ile gözaltına alındı ancak bir süre sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Ekim 1992 tarihinde Ceylanpınar’da gözaltına alınan 8 Hizbullah militanı hakkında açılan dava iddianamesinde militanların Deniz’i öldürdükleri ileri sürüldü (Koçoğlu, 1993).

 Musa ANTER: (1918-1992)

Türkçe bilmeyen annesinin muhtarlık yaptığı Zvinge köyünde doğan ve Mardin Yatılı Bölge Okulu’nu birincilik ile bitiren Anter, parasız yatılı olarak Adana’da liseyi okudu. İstanbul Üniversitesi’nde önce felsefe ardından hukuk eğitimi aldı. Bir yandan da gazetelere yazmaya başladı. Bir kısmını tek başına çıkardığı Dicle KaynağıŞark PostasıYurtBarış Dünyası ve Deng gazetelerine yazan Anter, Dicle Öğrenci Yurdu’nu kurdu ve Kürt öğrencilerin İstanbul’da barınmalarını sağladı. Kendisini ‘Türkiye tarihinin canlı şahidiyim. Hem yalnız şahidi değil, sanığı, mahkûmu ve davacısıyım…’ şeklinde tanımlayan Anter birçok defa tutuklandı, yargılandı. Hayatının önemli bir kısmını cezaevlerinde geçirdi (Anter, 1999).

Son olarak Yeni Ülke ve Özgür Gündem gazetelerinde yazan Anter, 20 Eylül 1992 gecesi, Diyarbakır’da tekrar PKK’ya katılabilmek için aracılık yapmasını isteyerek kendisi ile bağlantı kuran Dıjwar kodadlı Hamit Yıldırım isimli bir itirafçı tarafından vuruldu (Balık ve Şahan, 2004). Hamit Yıldıım daha sonra adı çok duyulacak olan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yönettiği JİTEM ekibindeydi. Anter’in vurulduğu sırada yanında olan yeğeni Orhan Miroğlu ağır yaralı olarak kurtuldu.

Ocak 1998’de açıklanan Susurluk Raporu’nda Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, Anter’in devlet tarafından öldürüldüğünü kabul etti. Savaş raporunda Anter’in Kürt ayrılıkçı hareketin felsefesiyle ilgilendiği ve silahlı bir eylem içerisinde olmadığı için öldürülmesinin yanlış olduğunu ileri sürdü (Savaş, 1998). Cinayet ile ilgili belge ve itiraflar, Teftiş Kurulu Raporu’nun Ek9 başlıklı dosyasında yer aldı ancak bu bölüm “devlet sırrı” içerdiği gerekçesi ile dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından kamuoyuna açıklanmadı.

 Mehmet Sait ERTEN: (1964-1992)

Mazıdağ’da konfeksiyonculuk yapan ve kurulduğu günden itibaren Halkın Emek Partisi üyesi olan Mehmet Sait Erten, Azadi gazetesi ve Deng dergisi gönüllü muhabiriydi. 3 Kasım günü alışveriş yapmak için ailesi ile birlikte Diyarbakır’a giden Erten, arkasından yaklaşan ve biri kafasına olmak üzere 5 el ateş eden bir katil tarafından öldürüldü. Çalıştığı yayın organlarının iddiasına göre Erten, Hizbullah ile ilgili haberleri yüzünden tehdit edilmekteydi ve Mazıdağ’da öldürülemeyeceği anlaşılınca takip edilerek Diyarbakır’a geldiğinde vurulmuştu (Koçoğlu, 1993).

Erten cinayeti iki yıl “faili meçhul” kaldıktan sonra, 1994’te Hizbullah askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar’ın Diyarbakır 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) gıyabında yargılandığı davaya konu oldu. Tutar 3 Ocak 2000’de İstanbul’daki Hizbullah operasyonunda yakalandı. Polise verdiği ifadede Erten cinayetiyle ilgili eylem talimatını verdiğini, eylemde Abdülkadir Selçuk’un ve Mustafa Demir’in görevli olduğunu anlattı ve 2009 yılında Hizbullah Ana Davası’nda müebbet hapse mahkûm edildi. Ancak yürürlüğe giren Ceza Muhakemeleri Kanunu uyarınca tutukluluk süresi on yılı geçtiği için 3 Ocak 2011’de tahliye edildi. 11 gün sonra tekrar tutuklanmasına karar verildiyse de Tutar bulunamadı (Gülcan, 2012c).

 Yaşar AKTAY: (?-1992)

PKK’nın 9 Kasım 1992 gecesi Diyarbakır’ın Hani ilçesine ağır silahlar ve roketatarlarla düzenlediği baskında Kaymakamlık binası, PTT, Askerlik Şubesi ve lojmanları, Karayolları Şube Şefliği, Adliye binası, Emniyet Müdürlüğü lojmanları ile diğer kamu kuruluşlarına ateş açılmış, araçlar yakılmış; saldırıda 4’ü çocuk, 4ü kadın 12 kişi öldürülmüştü. Hani ilçesinde fotoğrafçılık yapan ve Türkiye gazetesinin yerel muhabiri olan Aktay da o gece öldürülenler arasındaydı. İlçenin mülki amirleri ile yakın ilişki içinde olan ve öldürülmesinden kısa bir süre önce tehdit edilerek, fotoğraf stüdyosu bombalanan Aktay, ilçeye saldırı düzenlendiği sırada evinin bodrumuna gizlenmiş ancak evine gelen 5 PKK’lı tarafından eşinin gözü önünde öldürülmüştü.

Aktay, ölümünün ardından adına çalıştığı gazete tarafından sahiplenilmedi. Türkiye gazetesi Yurt Haberleri Servisi, İhlas Haber Ajansı adıyla örgütlenirken Aktay çağrılmamıştı. Öldürülmesinden yaklaşık 6 ay önce adına çalıştığı gazeteyle bağları kopan Aktay’ın eşinin tanıklığına rağmen katiller yakalanamadı (Koçoğlu, 1993).

  Hatip KAPÇAK: (?-1992)

Mardin’in Mazıdağ ilçesinde doğan Kapçak, 1978 yılında Diyarbakır İlköğretmen Lisesi’nden mezun oldu. Ancak yasanın değiştirilmesi yüzünden öğretmenlik hakkı verilmedi. 12 Eylül sonrasında Kürdistan Ulusal Kurtuluş (KUK) örgütü davasından 6 yıl tutuklu kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra fotoğrafçılık yapmaya başladı. Güneş gazetesi için Mazıdağ’dan haber geçen Kapçak, gazetenin kapanması üzerine Hürriyet için çalışmaya başladı. Eylül ayında Gerçek dergisi ve Diyarbakır’da yayınlanan yerel Söz gazetesi için, Hizbullah örgütü ile ilgili çalışmaya başlayan Kapçak, tehdit edilmesine rağmen, çalışmalarına devam etti (TİHV, 1993).  Dükkân komşusu Mehmet Sait Erten’in öldürülmesinden 15 gün sonra, 18 Kasım 1992 gecesi bir akrabasının evine giderken, otomatik silahlar ile açılan ateş sonucu öldürüldü. Saldırıdan birkaç gün sonra Kapçak’ın hazırladığı Hizbullah militanları listesinde isimleri geçen üç kişi gözaltına alındılarsa da delil yetersizliğinden serbest bırakıldılar (Koçoğlu, 1993).

Kapçak’ın öldürülmesi sonrası geçen 20 yılda Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturmada hiçbir gelişme olmadığı için  dosya, 19 Kasım 2012’de zamanaşımına uğradı.

Namık TARANCI: (1955-1992)

Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın yeğeniydi. Diyarbakır’da doğdu. Ortaöğretiminin ardından Ankara Eğitim Enstitüsüne devam etti. Öğrenciliği sırasında tutuklandı. 3 yıl Diyarbakır’da, 2 yıl Malatya E Tipi Özel Cezaevinde kalan Tarancı, Gerçek dergisinin Diyarbakır temsilciliğini yürütüyordu. Musa Anter’in öldürülmesinin ardından yaptığı haberde, Anter’in Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinden bir polis memuru tarafından öldürüldüğünü yazan Tarancı, 20 Kasım 1992 günü dergiye gitmek üzere evinden ayrıldıktan sonra arkasından yaklaşan bir saldırgan tarafından kafasına üç el ateş edilerek öldürüldü.

Polisin, Tarancı’nın defin işlemlerinin en kısa zamanda yapılmasını yoksa işlemleri kendilerinin yapacağını söyleyerek ailesini tehdit etmesi üzerine, cenazesi vurulmasından yaklaşık 6 saat sonra gömüldü (Koçoğlu, 1993).

Tarancı cinayeti iki yıl “faili meçhul” kaldıktan sonra, 1994’te Hizbullah askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar’ın Diyarbakır 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) gıyabında yargılandığı davaya konu oldu. Tutar 3 Ocak 2000’de İstanbul’daki Hizbullah operasyonunda yakalandı. Polise verdiği ifadede “Tarancı’yı TDKP üyesi olduğunu bildiğimiz için öldürdük” demişti. Tutar 2009 yılında Hizbullah Ana Davası’nda müebbet hapse mahkûm edildi. Ancak yürürlüğe giren Ceza Muhakemeleri Kanunu uyarınca tutukluluk süresi on yılı geçtiği için 3 Ocak 2011’de tahliye edildi. 11 gün sonra tekrar tutuklanmasına karar verildiyse de Tutar bulunamadı (Gülcan, 2012d).

 Uğur MUMCU: (1942-1993)

Kırşehir’de doğan Mumcu, eğitimini Ankara’da sürdürdü. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1967-1969 yıllarında avukatlık yapan Mumcu, 1972 yılına kadar Hukuk Fakültesi’nde İdare Hukuku Asistanı olarak çalıştı. 12 Mart Muhtırasının ardından tutuklandı ve 7 yıl hapse mahkûm oldu. Yargıtay’ın kararı bozması üzerine serbest bırakıldı. Askerliğini yedek subay olma hakkı elinden alındığından Ağrı’nın Patnos ilçesinde ‘sakıncalı piyade’ olarak yaptı. İlk yazılarını Yön dergisinde yazan Mumcu, Türk SoluDevrimAnt gibi dergilerde yazdı. 1974’de Yeni Ortam gazetesinde köşe yazarlığına başlayan Mumcu, ertesi yıl çalışmaya başladığı Cumhuriyet gazetesinde 1991 yılına kadar kesintisiz yazdı. 6 Kasım 1991’de gazete yönetimindeki Hasan Cemal, Okay Gönensin ve Leyla Uşaklıgil ile düştükleri anlaşmazlık sonucu İlhan Selçuk ve 80 kadar gazete çalışanı ile birlikte istifa etti. 3 ay Milliyet gazetesinde yazan Mumcu, 8

Nisan 1992’de Cumhuriyet yönetiminin istifası üzerine gazeteye geri döndü (Aksoy vd., 1994).

25 kitap, onlarca araştırma ve yazı dizisi, binlerce köşe yazısı yazan, silah kaçakçılığı, terör, Papa Suikastı gibi pek çok konuda uzmanlaşan Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 günü arabasına konan bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Cinayetin failleri bulunamadığı gibi cinayet nedeni hakkında da spekülatif iddialar ortaya atıldı. Terör örgütü PKK ile istihbarat servislerinin ilişkisini ortaya çıkarttığı için öldürüldüğü ileri sürüldü, ancak katillerin bulunmasını namus meselesi ilan eden hükümet üyelerinin açıklamalarına göre Mumcu, İran tarafından eğitilen ve desteklenen İslamcı örgütler tarafından öldürülmüştü (Özkan ve Değer, 1996).

Cinayetten yedi yıl geçtikten sonunda 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun villasına yapılan baskında elde edilen belgelerle polis Tevhit – Selam / Kudüs Ordusu adlı örgüte ulaştı. 11 Temmuz 2000’de Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok cinayetlerini de içeren “Umut Davası”nda 15’i tutuklu, 17 sanık yargılanmaya başladı. İddianamede, Mumcu’nun aracına konulan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel’in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi ve üç sanığa “Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Mumcu davasında üç sanık cezalandırıldı ama olayın arkasındaki isimler bulunmadı, cezalandırılmadı.

 Kemal KILIÇ: (1963-1993)

Şanlıurfa’da doğan Kılıç, 1990 yılında Yeni Ülke gazetesinde başladığı mesleğini, Mayıs 1992’de Özgür Gündem gazetesinde sürdürmüş, gazetenin 15 Ocak 1993’de yayınına ara vermesi üzerine yeniden Yeni Ülke’de çalışmaya başlamıştı. Aynı zamanda Halkın Emek Partisi üyesi ve İnsan Hakları Derneği Şanlıurfa Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Kılıç, tehdit edildiği için Valiliğe koruma ve silah istemiyle başvurmuş, aldığı olumsuz yanıt üzerine düzenlediği bir basın toplantısı ile valiyi görevini yapmamakla suçlamıştı. 18 Şubat günü, ikamet ettiği Külünçe köyüne gitmek için yola çıktıktan sonra 4 kişi tarafından kaçırılmak istendi. Ağzı bantlandığı ve elleri bağlandığı halde kendisini kaçırmak isteyenlere karşı direnen Kılıç, saldırganlar tarafından vurularak öldürüldü. Cenazesi polisin baskısı ile ailesi tarafından tören yapılmaksızın toprağa verildi (TİHV, 1994).

Olayın tek görgü tanığı, gece bekçisi Ahmet Fidan, jandarmaya gördüklerini anlattı. Ancak, Fidan’dan bir daha haber alınamazken söz konusu ifadenin üzerinde durulmadı. Kılıç’ı öldüren tabancası aynı yıl 24 Aralık’ta, Diyarbakır’da ele geçirildi. Silahın 15 olayda kullanıldığı ve Hizbullah yanlısı Hüseyin Güney’e ait olduğu belirlendi. Silahı başkasından aldığını söyleyen ve Kılıç cinayetiyle ilgili suçlamaları reddeden Güney beş yıl süren yargılamanın ardından, 1999’da “Hizbullah üyesi olmak”tan müebbet hapis cezası aldı. Kılıç ailesinin 1993’te başvurduğu AİHM, 28 Mart 2000’deki kararında Türkiye’yi 39 bin Sterlin ödemeye mahkûm etti (Gülcan, 2012e).

 İhsan KARAKUŞ: (1954-1993)

İlk ve ortaokulu doğduğu Silvan’da okuyan Karakuş, medrese eğitiminin ardından Silvan’da saat tamirciliği yapmaya başladı. Çevresine yardım etmesi ve tarafsızlığı ile tanınan Karakuş, 1986 yılında PKK militanlarının saatlerini ücretsiz tamir etme suçlaması ile 1 ay gözaltında tutuldu. Bu olayın ardından haksızlığa karşı mücadele etme isteğiyle 1963 yılında kurulan olan yerel Silvan gazetesini satın aldı.

Dini eğitim almıştı ancak, İslami tutuculuk ile mücadele ediyordu. İdeolojik bir tartışmaya girmeksizin sürdürdüğü yayın politikası yüzünden sık sık tehdit edildi. 10 Mart 1993’te Silvan’da Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan’ın düzenlediği toplantıya katılan Karakuş Vali ile faili meçhul cinayetler hakkında polemiğe girmişti. Cinayetlerin ne zaman biteceğini soran Karakuş’a Vali Erkan, “Sen bu soruyu sorarak doğrudan bizi suçluyorsun” diye yanıt vermiş karşılığında da “Cinayetleri siz işlemeseniz de siz bitirebilirsiniz, katilleri yakalayabilirsiniz, her şey gözünüzün önünde oluyor” cevabını almıştı. Karakuş iki gün sonra Kaymakam tarafından aranarak gazetedeki ilanlar hakkında görüşmeye çağırıldı. 13 Mart sabahı Kaymakam ile görüşmek için yola çıktığı sırada kimliği belirsiz kişilerin açtığı ateş sonucu öldürüldü (Gülcan, 2012f).

Katilleri bulunamadığı gibi, satın aldığı Silvan gazetesi de öldürülmesinden sonra yayın hayatına son verdi (Koçoğlu, 1993). M.Ö. ve E.H. adlı Hizbullah mensuplarının 1996’da Ronahi dergisine yaptığı açıklamalarda Karakuş’un öldürülmesi ile ilgili olarak JİTEM suçlandı.

İhsan UYGUR: (1966-1993)

Sabah gazetesi Kartal bürosu muhabirlerinden İhsan Uygur, 6 Temmuz 1993 gecesi aldıkları bir yangın ihbarını değerlendirmek amacı ile bürodan ayrıldıktan sonra birlikte gittikleri araç şoförü ile birlikte kayboldu. Polisin geniş çaplı aramaları sonucunda araç, Uygur’un fotoğraf makinesi ve telsizi yakılmış olarak bulundu. Gazeteyi arayan kimliği meçhul bir kişi kaçırılma olayını Hizbullah örgütü adına üstlendi ancak eylemin yapılış biçiminin Hizbullah yöntemlerine benzememesi ve Uygur’un politik bir kimliği olmaması bu iddiayı çürütmektedir (TİHV, 1994).

Emekli Emniyet Müdürü Mesut Demirbilek, yaşadığı ilginç olayları anlattığı kitapta Jandarma bölgesi olmasına rağmen polisin yürüttüğü soruşturmada çevredeki bir çiftlikte yürütülen çalışmalara rağmen Uygur ve araç şoförüne ait hiçbir delile ulaşamadıklarını, bu olayın en büyük mesleki başarısızlığı olduğunu yazacaktı (Akhan ve Demirbilek, 2014).

 Ercan GÜREL: (?-1993)

Hürriyet Haber Ajansı İzmir Bergama muhabiri Gürel, 20 Mayıs 1993 günü uğradığı silahlı saldırı sonucunda öldü. Gürel’i öldüren Veysel Özakıncı, olaydan kısa bir süre sonra yakalandı. Katil, cinayeti arsa anlaşmazlığı nedeni ile işlediğini açıkladı (TİHV, 1994).

 Ömer TAŞAR: (?-1993)

Karamanlı olan Taşar, buradan Milli Gazete’ye yolladığı haberler ile gazetenin fahri muhabirlerinden olmuştu. İlaç ve tıbbi yardım malzemelerini götüren bir grup ile birlikte Saraybosna’ya giden Taşar, burada katıldığı bir cenaze töreni sırasında Sırp mevziilerinden açılan ateş sonucu göğsünden vurularak ağır yaralandı. Küçük kalibreli silahlara dayanıklı çelik yelek giymiş olmasına rağmen, 27 Haziran günü tedavi edildiği hastanede öldü. Gazeteciliği bir meslek olarak yapmayan Taşar’ın cenazesi Türkiye’ye getirilerek toprağa verildi (TİHV, 1994).

 Rıza GÜNEŞER: (?-1993)

Aylık Halkın Gücü dergisinin sahibi olan Güneşer, 14 Temmuz 1993 günü İstanbul İkitelli’de bir kahvede otururken, kimliği belirsiz kişilerin açtığı ateş sonucu öldü. Güneşer’in vücuduna 28 kurşun isabet etmişti. Cinayetten sonra öğrenilen bilgilere göre, saldırının sebebi Devrimci Sol örgütünde yaşanan örgütsel ayrılıktı.

Daha sonra DHKP-C ismini alacak Dursun Karataş grubunda yer alan Güneşer, Bedri Yağan kanadı tarafından öldürülmüştü (TİHV, 1994). Yağan kanadı, cinayetin gerekçesini Güneşer’in kısa süre önce Yağan grubunun çıkardığı Devrimci Çözüm dergisi çalışanlarına yönelik silahlı saldırıyı organize etmiş olması olarak gösteriyorlardı. Daha sonra bir operasyon ile yakalanan THKP-C/Dev-Sol örgütü militanı İbrahim Döğüş, Güneşer’in öldürdüğü gerekçesi ile yargılandı ancak beraat etti.

 Ferhat TEPE: (1974-1993)

İlk ve orta öğretimini Bitlis’te tamamlayan Tepe, Demokrasi Partisi Bitlis İl Başkanı ve müteahhit olan babasının yanında çalışmaya başlamış, 1992 yılında peş peşe iki defa gözaltına alınmıştı. 1993 yılında Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabiri olan Tepe, 28 Temmuz 1993 akşamı kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Görgü tanıklarınca spor giyimli, elinde telsiz bulunan biri tarafından bir arabaya bindirilerek kaçırılan Tepe’nin ailesini arayan bir kişi, Tepe’nin Türk Osmanlı İntikam Tugayı tarafından kaçırıldığını, Demokrasi Partisi’nin Bitlis’te faaliyetlerine son vermemesi ve 4 milyar lira fidye verilmemesi halinde öldürüleceğini açıkladı.

Tepe’nin cesedi 3 Ağustos günü Elazığ’da polis tarafından bulundu, ancak kayıp kişiler listesinde adı ve tarifi olmasına rağmen kimliği belirlenemeyerek polis tarafından kimsesizler mezarlığına gömüldü. Ailesi gömülmeden önce hastanede çekilen fotoğraftan Tepe’yi teşhis etti. Cenaze gömüldüğü yerden alınarak 11 Ağustos günü Bitlis’te kalabalık bir grubun katılımı ile toprağa verildi (Koçoğlu, 1993).

Ferhat Tepe’nin öldürülmesi ile ilgili davanın bir sonuç alınamadan faili meçhul olarak kapatılması üzerine baba İshak Tepe, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. 2000 yılında Türkiye’de inceleme yapan AİHM temsilcileri Türkiye’yi “gerekli araştırma ve soruşturmayı yapmadığı” gerekçesiyle tazminata mahkûm etti.

Muzaffer AKKUŞ: (1959-1993)

Milliyet gazetesi Bingöl muhabiri Akkuş, 20 Eylül 1993 sabahı karayolunu kesen bir grup PKK militanı tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü. Akkuş’un gazetecilik yanı sıra müteahhitlik yaptığı ve bölgedeki bazı jandarma karakollarının inşaatını yaptığı için tehdit edildiği iddia edildi (TİHV, 1994).

Behçet Cantürk:  (1950-1994)

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğup büyüyen işadamı Cantürk, küçük yaştan itibaren hem siyasi hem de adli suçlardan dolayı çok defa tutuklandı. İlk cinayetini 15 yaşında işleyen Cantürk, 1984’de Babalar Operasyonu’nda gözaltına alınan en önemli isimdi. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı dışında annesinin etnik kökeni dolayısıyla Ermeni terör örgütü ASALA ile de ilişkisi olduğu da iddia ediliyordu. Cantürk, Özgür Ülke gazetesinin finansörlerinden birisiydi. PKK’ya yardım eden işadamları listesinde üst sıralarda yer aldığı ileri sürüldü (Yalçın, 2000).

Cantürk, 14 Ocak 1994 tarihinde, çelik zırhlı, kurşun geçirmez arabası ile iş yerinden evine dönerken Bağdat Caddesi’nde tepe lambalı sivil araçlardan inen “Polis” yelekli, otomatik kısa namlulu makinalı silahlı ve telsizli kişiler tarafından durduruldu. Cantürk’ün içinde bulunduğu ve Recep Kuzucu’nun kullandığı 34 HLP 08 plakalı otomobil ertesi gün Sakarya’nın Sapanca ilçesi Kırkpınar kasabası yakınlarında terkedilmiş bir dinlenme tesisi yakınlarında Cantürk ve şoförünün cesedi ile birlikte bulundu. Cantürk kafasından, şoförü Kuzucu kaçmaya çalışırken arkasından açılan ateş ile vurulmuştu. Cantürk 16 Ocak günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde kılınan cenaze namazı sonrasında Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Cenaze törenine yakınları dışında işadamları, sanatçılar, yeraltı ile ilişkili isimler, siyasetçiler katıldı.

Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu’na göre, Cantürk’ün devlete biat etmesi için kullanılan yasal yollar işe yaramayınca, devlet içinde bir grup tarafından Özgür Ülke bombalanmış, ancak istenilen sonuç yine elde edilmeyince ‘Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmişti’ (Savaş, 1998).

Ruhican TUL: (1965-1994)

Turkish Daily News gazetesi muhabiri Tul, 14 Ocak 1994 gecesi Ankara’dan Samsun’a gitmek amacıyla bindiği yolcu otobüsüne kimliği belirsiz kişilerce yerleştirilen bombanın Kırıkkale yakınlarında patlaması sonucu öldü. Bombalı saldırıyı PKK örgütü üstlendi. Tul’un cenazesi 16 Ocak günü doğum yeri olan Samsun’da toprağa verildi (TİHV, 1995).

 Nazım BABAOĞLU: (1975-1994)

Özgür Gündem gazetesi Şanlıurfa muhabirlerinden Babaoğlu, 12 Mart 1994 günü bir haber ile ilgili olarak Siverek’e gittikten sonra kayboldu. Kendisinden bir daha haber alınamayan Babaoğlu’nun DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak’a bağlı köy korucuları ve polis tarafından kaçırılıp öldürüldüğü iddia edildi (TİHV, 1995).

2011’de Erzurum Cezaevi’nde bulunan hükümlü Aydın Sevinç, Urfa Baro Başkanlığı’na gönderdiği mektupta 1993’te Urfa’da JİTEM için çalıştığını, 1994’te Nazım Babaoğlu’nun kaçırıldığını, öldürüldüğünü ve gömüldüğünü anlattı. Can güvenliğinin olmadığını, avukat tayin edilirse bildiklerini anlatacağını söyledi. Diyarbakır İnsan Hakları Derneği (İHD) yetkilileri Sevinç ile görüşmek için Erzurum’a gitti ancak görüşme sağlanamadı.

 Kamil KOŞAPINAR: (?-1994)

Zaman gazetesi Erzurum muhabiri Koşapınar, 19 Mart 1994 tarihinde fotoğraf yaptırmak üzere gittiği fotoğrafçıda, bir kaza kurşunu ile öldürüldü.

Erol AKGÜN: (1970-1994)

Devrimci Çözüm dergisi yazıişleri müdürü Akgün, 8 Eylül 1994 günü Gebze’de evinin önünde kimliği belirsiz kişilerce bıçaklanarak öldürüldü. Cinayetten sonra öğrenilen bilgilere göre, saldırının sebebi Devrimci Sol örgütünde yaşanan örgütsel ayrılıktı. Haziran 1994’de tutuklanan ve öldürülmesinden 3 gün önce serbest bırakılan Akgün, örgüt içerisinde yaşanan ayrılığın ardından Bedri Yağan Grubu içerisinde yer aldığı için Dursun Karataş Grubu tarafından öldürülmüştü (TİHV, 1995).

 Bahri IŞIK: (?-1994)

Bahri Işık Çağdaş Marmara gazetesi muhabiriydi. 17 Eylül 1994 tarihinde İstanbul’da öldürüldü.

Onat KUTLAR: (1935-1995)

Paris’te felsefe eğitimi aldıktan sonra Doğan Kardeş dergisinde çalışan Onat Kutlar, 1965’te Türk Sinematek Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. İstanbul Film Festivali Düzenleme Kurulu ve Kültür Bakanlığı İstanbul Sinema Yapım ve Gösterim Merkezi’nde görev alan Kutlar, denemeleri, çevirileri, şiirleri ve senaryolarının yanı sıra, dergi ve gazete yazıları kaleme alıyordu. Kutlar, edebiyattaki özgün yerini Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazanan “İshak” adlı kitabıyla aldı.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Kutlar, 30 Aralık 1994 günü İstanbul Taksim Meydanındaki Opera Pastanesi’nin vestiyerine kimliği belirsiz kişilerce bırakılan bombanın patlaması sonucu ağır yaralandı. Onat Kutlar, 11 Ocak 1995’te tedavi edilmekte olduğu hastanede öldü. Saldırıyı İBDA-C terör örgütü üstlendi (TİHV, 1995). 30 Nisan 1995 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden yapılan bir açıklama ile bombayı hazırlayan PKK militanlarının yakalandığı ileri sürüldü. Ancak İBDA-C örgütünün yayın organı polisin açıklamasının doğru olmadığını, eylemin kendileri tarafından gerçekleştirildiğini açıkladı.

 Bekir KUTMANGİL: (1956-1995)

İstanbul’da doğan Kutmangil, Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, önce babasının kurduğu Kutman Ticaret Şirketi’nde demir ve hurda ticareti ile ilgilenirken, 1980 yılında madenciliğe başladı. 6 binin üzerinde çalışanı olan Kutman Ticaret madencilik, harfiyat, inşaat, ormancılık, turizm gibi çok farklı alanlarda faaliyet göstermekteydi. 1960’larda bir dönem Tercüman gazetesinin sahipliğini de yapan babası gibi Bekir Kutmangil de basın sektörüne ilgi gösterdi. Yeni GünaydınSüper Tan ve Ekonomik Bülten gazeteleri ile Günaydın FM radyo istasyonunun sahibi olan Kutmangil, 23 Mayıs 1995 günü gazetesindeki bürosuna giderken uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Polis tarafından yapılan araştırmanın ardından katilin, daha önce Kutmangil’in yanında koruma olarak çalışan ve sonradan adını çek senet tahsilatı ile duyuran ‘ülkücü kabadayı’ İbrahim Cici olduğu ortaya çıktı (Bakacak, 1995).

 Nail AYDIN: (1950-1995)

Giresun’da yayınlanan yerel Son Haber gazetesi sahibi işadamı Nail Aydın, ortak oldukları Gedikali Oteli’nde tartıştığı Cemil Aydeniz tarafından 28 Temmuz 1995 gecesi öldürüldü. (Kars, 1995).

 Seyfettin TEPE: (?-1995)

Batman’da 22 Ağustos 1995 tarihinde polis tarafından gözaltına alınan Yeni Politika gazetesi muhabiri Tepe, 29 Ağustos günü Bitlis Emniyet Müdürlüğü’nde öldü. Polis tarafından yapılan açıklamaya göre Tepe, kendisini fanilasıyla hücre kapısındaki yerden 1 metre yüksekliğindeki mazgala asmıştı. Bir basın toplantısı düzenleyen ailesi, Tepe’nin işkence ile öldürüldüğünü, daha sonra da cinayete intihar süsü verildiğini ileri sürdü (TİHV, 1997).

 Metin GÖKTEPE: (1969-1996)

Göktepe 10 Nisan 1968’de Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde doğdu. Gazeteciliğe 1992’de Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinde başladı. 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı.

8 Ocak 1996 günü Ümraniye cezaevinde öldürülen iki hükümlünün cenaze törenini izlemek üzere görevlendirilen Evrensel gazetesi muhabiri Göktepe, polis tarafından çok konuştuğu ve sarı basın kartı olmadığı gerekçesi ile gözaltına alındı. Gözaltına alınan 1052 kişi ile birlikte Eyüp Spor salonuna götürülen ve burada gazeteci olduğunu söylediği için polis tarafından dövülen Göktepe, durumunun ağırlaşması üzerine yine polis tarafından salondan çıkartıldı.

Akşam saat 20:00 sıralarında spor salonunun yakınlarında ölü olarak bulunan Göktepe, polis kayıtlarına göre hiç gözaltına alınmamış, oturduğu çay bahçesinde fenalaşmış ve üzerinde oturduğu bahçe duvarından yere düşerek kafasını çarpma sonucunda hayatını kaybetmişti.

Göktepe cinayetinin ardından 15 Şubat günü TBMM’de ‘Gazeteci Metin Göktepe Cinayetini Araştırma Komisyonu’ kuruldu. Olayı ‘keyfi bir cinayet’ olarak tanımlayan komisyon 19 Temmuz günü raporunu TBMM’ye sundu. 10 Ocak 1996 günü verilen dilekçe ve 3 Nisan 1996’da Danıştay’ın 48 polis memurunun yargılanabileceği şeklindeki kararı ile başlayan yargı sürecinde ilk duruşma 18 Ekim günü Aydın’da gerçekleştirildi.   4 Kasım 1996’da Afyon’a nakledilen davada ilk karar 19 Mart 1998 tarihinde verildi. Uzun bir süre yakalanamayan 5 polis memurunun her biri için kasti aşacak şekilde adam öldürmek suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi (TİHV, 1998). Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından 17 Temmuz 1998’de kararın usul yönünden bozulması üzerine, dava 20 Ağustos 1998 tarihinde Afyon’da yeniden görülmeye başladı. 6 Mayıs 1999 günü yapılan son duruşmada Göktepe’yi döverek öldürdükleri gerekçesi ile 6 polis memuruna 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 19 Aralık 2000’de yürürlüğe giren Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası ile mahkûm polisler cezalarını tamamlamadan serbest bırakıldı. Göktepe ailesinin vekilleri tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru ise halen sonuçlanmadı.

Selahattin Turgay DALOĞLU: (?-1996)

Daloğlu İstanbul’da, 9 Eylül 1996 günü evinde öldürüldü. Yıllarca Fatsa’da ve Ünye’de yaşamış, burada yerel gazetelerde yazarlık ve yöneticilik yapmış olan 12 Eylül öncesini ve sonrasını yaşamış insanlarla söyleşiler yapmış olan Daloğlu, Fatsa’da 5 Adam, Hamalın Dramı, 1915-1918 Ermeni Zulmü gibi kitapların da yazarıydı.

 Reşat AYDIN: (?-1997)

Muğla’nın Ortaca ilçesinde TRT ve Anadolu Ajansı muhabiri olarak çalışan Reşat Aydın, Ortanca Devlet Hastanesi Başhekimi Doktor Salih Karataban tarafından 20 Haziran 1997 günü öldürüldü. Başhekim Karataban’ın kavga ettiği eşi evini terk ettikten sonra aile dostları Reşat Aydın’ın evine gitmiş, eşinin orada olduğunu öğrenen Karataban ise evine gittiği ve tartışmaya başladığı Aydın’ı dövmüştü. Olaydan bir süre sonra Ortaca Polis Karakolu’nu telefonla arayan Aydın, kendisini döven Karataban’dan şikayetçi olduğunu bildirmiş ancak fenalaşarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmişti. Başhekim Karataban, çıkarıldığı nöbetçi mahkemece tutuklandı (Önkaş, 1997).

Ayşe SAĞLAM: (1972-1997)

TGC’nin Öldürülen Gazeteciler listesinde ‘Ayşe Sağlam Derince’ olarak anılan ancak ismi Ayşe Sağlam olan 25 yaşındaki radyocu kadın 6 yaşındaki kızı Nuray Sağlam, 3 Eylül 1997 günü Kocaeli’nin Derince ilçesinde yaşadığı evde ölü olarak bulundular. Üç katlı binada oturan Sağlam’ın komşuları silah sesi duymazken polis olayın kızını öldüren hamile spikerin intiharı olarak açıkladı (Kahrımanlı, 1997).

Abdullah DOĞAN: (1944-1997)

Konya’nın Akşehir ilçesinde yerel yayın yapan Candan FM isimli radyonun sahibi Abdullah Doğan, bir düğün salonunun arkasında kimliği belirlenemeyen kişilerce öldürüldü. Emekli Başçavuş olan Doğan ağır yaralı olarak, kaldırıldığı Akşehir Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti (Cumhuriyet, 1997).

Ünal MESUTOĞLU: (-1997)

TRT İzmir Bölge Seslendirme Dairesi Müdürü Ünal Mesutoğlu 8 Kasım 1997 tarihinde, Urla’daki yazlığının site bekçisi tarafından sekiz yerinden bıçaklanarak öldürüldü. 1,5 yıl yargılanan katil Celal Kuşçu, 26 yıl hapse mahkûm edildi (Hürriyet Ege, 2000).

Mehmet TOPALOĞLU: (?-1998)

28 Ocak 1998 günü Adana’nın Yüreğir ilçesinde DHKP-C militanlarına ait hücre evi olduğu bildirilen bir eve operasyon düzenleyen polis, çıkan çatışma sonucunda evde bulunan üç kişiyi ölü olarak ele geçirdi. Öldürülenlerden biri Kurtuluş dergisi Adana temsilcisi Mehmet Topaloğlu’ydu.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nun açıklandığı gün yapılan operasyon ve Topaloğlu’nun öldürülmesi basında çok yer bulmadı.

 Ahmet Taner KIŞLALI: (1939-1999)

Tokat’ın Zile ilçesinde doğan Kışlalı, Kabataş Erkek Lisesi’nin ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. 1967 yılında Paris Üniversitesi Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi Bölümünde doktora yapan Kışlalı, Türkiye’ye dönünce Hacettepe Üniversitesi ve SBF’de öğretim üyesi olarak çalıştı. 1972’de doçent unvanını alan Kışlalı, 1977 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden İzmir milletvekili seçildi. 1978’de kurulan CHP hükümetinde Kültür Bakanlığı yapan Kışlalı, 12 Eylül’ün ardından üniversiteye döndü. 1988’de profesör oldu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde sürdürdüğü akademik görevini emekli olduktan sonra da devam ettirdi. Beşi akademik çalışmalarını içeren dokuz kitabı yayınlanan Kışlalı, 1963 yılında henüz üniversite öğrencisi iken Yeni Gün gazetesinde çalışmaya başlamıştı. Ağabeyi Mehmet Ali Kışlalı’nın yönetimindeki Yankı ve Nokta dergisinde de çalışan Kışlalı, 1991 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Özellikle türban ve laiklik konularında yazdıkları ile dikkatleri çeken Kışlalı, İslamcı basın tarafından birçok kez hedef gösterilmişti.

21 Ekim 1999 günü Ankara’da evinin önündeki arabasına yerleştirilen bir bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Öğrencileri, okurları ve askerlerden oluşan kalabalık bir kitlenin katıldığı cenaze töreni ile toprağa verildi. 2000 yılında Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun villasına yapılan baskında elde edilen belgelerle polis Tevhit – Selam / Kudüs Ordusu adlı örgüte ulaştı. 11 Temmuz 2000’de Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Kışlalı cinayetlerini de içeren “Umut Davası”nda 15’i tutuklu, 17 sanık yargılanmaya başladı.

Yaşar Parlak (1956- 2004)

Silvan Mücadele gazetesi kurucusu Yaşar Parlak, 18 Ağustos 2004’te Silvan’da Selahaddin Eyyubi Camisi’nin avlusunda uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Diyarbakırlı Parlak, Silvan’da liseyi bitirdikten sonra 1973’te Günaydın gazetesinde muhabirliğe başladı. Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet, Yeni Haber, Günaydın, Bugün, Meydan ve Akşam‘da çalıştı. 17 Şubat 1988’den itibaren Silvan Mücadele gazetesini çıkardı. Parlak 1980’de “Silvan Tarihi”, 1997’de “Çeşitli Yönleri İle Silvan” kitaplarını kaleme aldı. 1988’de İran-Irak Savaşı sona erdiğinde Kürt lideri Mesut Barzani ve 1991’de Şemdin Sakık ile röportaj yaptı.

25 Nisan 1998’de “PKK’nın önde gelen isimlerinden Şemdin Sakık’ın itirafları” haberinde adı geçti. 31 Ekim 2000’de bu sürecin 28 Şubat 1997’deki post modern askeri darbesiyle alakalı olduğu anlaşılacaktı Sakık’ın sözde itiraflarının Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nde hazırlanan Güçlü Eylem Planı’nın parçası olduğu ve adı geçenlerin itibarsızlaştırılmasının hedeflendiği ortaya çıktı. Yaşar Parlak da gazetelere sızdırılan haberlerde “işbirlikçi” denilerek itibarsızlaştırılmak istenen gazeteciler arasındaydı.  Parlak 2004’te yayımladığı “Şehitler Şehri Silvan” kitabında 1990-2000’de bölgedeki faili meçhulleri anlattı, JİTEM’in ve Hizbullah’ın rolünü deşifre etti. Kitap yayımlandıktan üç ay sonra öldürüldü (Gülcan, 2012g).

Hrant DİNK: (1954-2007)

Hrant Dink, 1954 yılında Malatya’da doğdu. Yedi yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi.  Dink ve iki kardeşi anne ve babasının boşanmasıyla Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesi’nin çocuk yuvasına yerleştirildi. Dink,  ilkokulu kiliseye bağlı İncirdibi İlkokulu’nda; ortaokulu Becziyan’da tamamladı. Liseye Üsküdar’daki Surp Haç Tıbrevank yatılı okulunda başlayan Dink, yazlarını okulun Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nda geçirdi.

Türkiye’de bu dönemde gelişmekte olan sol hareketten etkilenen ve bu nedenle lise son sınıfta okuldan atılan Dink, eğitimini Şişli Lisesi’nde tamamladı. İllegal TKP/ML örgütünde siyaset yaptığından, yakalandığında örgüt ile Ermeni cemaati ilişkilendirilmesin diye ismini mahkeme kararıyla Fırat olarak değiştirdi. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde zooloji eğitimi aldı. “Kişiliğime uymuyor” diyerek, zoolojiyi bırakıp felsefeye yöneldi; ancak bu kez de kavga edip okuldan ayrıldı. Dink, üniversite yıllarında yetimhanede tanıştıkları Rakel Yağbasan ile evlendi. Askerliğini Denizli Piyade Alayı’nda er olarak yaptı. Üç çocuk sahibi olan Dink, kardeşleriyle birlikte açtıkları yayınevi ve kırtasiye işlerini sürdürürken, eşi Rakel’le birlikte, Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Tuzla Kampı kuruluşundan 21 yıl sonra, devlet tarafından kapatıldı (Çandar, 2010).

Dink bu dönemde siyasal görüşleri nedeniyle ve değişik vesilelerle üç kez gözaltına alındı ve tutuklandı. 1990 yıllarından itibaren Türkiye Ermeni toplumu içindeki faal yaşantısına geri dönen Dink, Marmara gazetesinde “Çutak’ rumuzuyla Ermeni sorunuyla ilgili yayınlanan kitaplara ilişkin eleştiriler kaleme aldı. 1996’da birkaç arkadaşıyla birlikte ve dönemin Ermeni Patriği’nin de teşvikiyle Agos gazetesini kurdu. Gazetenin genel yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Dink, bu tarihten itibaren yazdığı yazılarla ve Türk ve yabancı basında dile getirdiği görüşlerle dikkat çekti. Agos dışında Zaman ve Birgün’de köşe yazarlığı yaptı.

Bir yazısından ötürü “Türklüğe hakaret” suçlamasıyla yargılandı, 6 ay hapis cezası aldı ancak cezası ertelendi. Dink, bu dava için AİHM’ye başvurmaya hazırlanmaktaydı.

Dink yazdıklarından ya da katıldığı toplantılarda söylediklerinden ötürü çok defa protesto edildi.  26 Şubat 2004’te gazetenin önünde toplanan bir grup bildiriler okuyarak, Dink’e yönelik sloganlar attı. Bu konuyla ilgili haberlerin ulusal basında yer alması Agos ve Dink isimlerinin birlikte anılmasına neden oldu. Zamanla her ikisi de popüler hale geldi.

19 Ocak 2007’de İstanbul Şişli’de, gündüz saatlerinde, gazete binasının önünde, yüzlerce insanın gözleri önünde öldürüldü. Katil zanlısı olarak, güvenlik kameralarından elde edilen görüntülerin yayınlanmasından sonra, babası tarafından polise ihbar edilen 17 yaşındaki tetikçi Ogün Samast, Samsun otogarında yakalandı. Samsun Terörle Mücadele Şubesi’nin çay ocağında jandarma ve polisler Samast ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti bayrağıyla “hatıra” fotoğrafı çektirdi. Dink öldürüldükten 4 gün sonra on binlerce insanın katılımıyla Balıklı Ermeni Mezarlığında toprağa verildi.

2 Temmuz 2007’de Ogün Samast, Yasin Hayal, Erhan Tuncel gibi isimlerin sanık sandalyesinde olduğu Hrant Dink Cinayeti davası başladı. Eylül 2010’da AİHM yapılan başvuru kapsamında Türkiye’yi yaşam hakkını ihlal ettiği gerekçesi ile mahkum etti. 17 Ocak 2012’de mahkeme ilk mahkumiyet kararını verdi. Yasin Hayal tasarlayarak insan öldürmeye azmettirmekten müebbet hapse mahkum edildi. Nisan 2012’de Ogün Samast yargılandığı Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinde tasarlayarak insan öldürmek suçlaması ile 22 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu süreçten sonra Yargıtay’ın mahkeme kararını bozması, Jandarma ve polislerden oluşan kamu görevlilerinin tutuklanıp daha önce yargılanıp mahkum edilen tetikçilerle beraber yargılanmasına devam ediliyor.

İsmail Cihan Hayırsevener (1956-2009)

Balıkesir’in Bandırma İlçesi’nde yayımlanan Güney Marmara’da Yaşam gazetesi genel yayın yönetmeni ve Marmara TV haber müdürü Cihan Hayırsevener, 18 Aralık 2009’da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Arkasından gelen saldırganın silah kabzasıyla başına vurarak yere düşürdüğü Hayırsevener, kurşunların bacağındaki atardamarı parçalaması üzerine aşırı kan kaybından hayatını kaybetmişti. Sağlık ekipleri tarafından hastaneye kaldırılırken kalbi duran gazeteciye üç kez kalp masajı uygulanmış ancak hayata tutunması mümkün olmamıştı.

İddialara göre Hayırsevener’in kurucusu olduğu Güney Marmara’da Yaşam gazetesinin Ekim 2009’da yapılan bir yolsuzluk operasyonunu gündeme getirilmesi Bandırma bölgesinde yayın yapan İlk Haber gazetesi sahipleri ile Hayırsevener’i karşı karşıya getirmişti. Bir yolsuzluk soruşturması ile ilgili olarak polis operasyonu ile İlk Haber gazetesi sahibi İhsan Kuruoğlu, kardeşi ve oğlu ile eski belediye başkan yardımcısı ve bazı memurlar tutuklanmış, Hayırsevener bu konuyu köşesinde gündeme getirip “Keser Döner, Sap Döner” başlıklı yazı kaleme almıştı. Hayırsevener’in yolsuzluk yazılarının yazdıktan kısa süre sonra tehditler almaya başlamış, gazetenin bulunduğu sokakta şüpheli şahısların dolaştığını Emniyete bildirmeleri üzerine özellikle bürodan çıkış saatlerinde polis önlem almıştı.

Hayırsevener’i öldürdüğü iddiasıyla gözaltına alınan cinayette kullandığı silahla birlikte yakalanan Serkan Erakkuş yargılama sonucu müebbet hapse mahkum olurken, tutuklu sanık İhsan Kuruoğlu cinayeti azmettirmekten 17 yıla, silahlı suç örgütü kurmak ve ihaleye fesat karıştırmaktan da 10 yıl hapse mahkum oldu.

Cevdet Kılıçlar (1972-2010)

Kayseri doğumlu gazeteci Kılıçlar, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Selam, Millî Gazete ve Vakit gazetelerinde çalıştı. Mart 2008’de Selahaddin Sınır Kapısı’nın Gazzeliler tarafından yıkılmasından sonra Mısır yönetiminin inşa edeceği yeni duvarı ilk kez görüntüleyen gazeteci olan Kılıçlar bu nedenle göz altına alınıp 4 saat sorgulandı. 2008 yılında İHH İnsani Yardım Vakfı internet sitesi sorumlusu olarak çalışmaya başladı.

İHH’nın Mayıs 2010’da İsrail ablukası altındaki Gazze’ye insani yardım göndermek amacıyla düzenlediği Gazze filosuna katılan Kılıçlar, 31 Mayıs 2010 gecesi MV Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrailli deniz komandolarının düzenlediği saldırıda fotoğraf çekerken alnından vurularak öldürüldü. Kılıçlar, 4 Haziran 2010’da Beyazıt Camii’nde cenaze namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi. Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi bir sokağın adını Kılıçlar’ın anısına “Şehit Cevdet Kılıçlar Sokağı” olarak değiştirdi.

Haydar Meriç (-2011)

Emekli öğretmen, Yetiştirme Yurdu Eski Müdürü ve Gazeteci Haydar Meriç 31 Mayıs 2011 gecesi kayboldu. 18 Haziran 2011’de, Düzce Akçakoca mahalli basınında çıkan bir haber ile bulundu. Haydar Meriç ölü olarak bulunduğunda elleri ve ayakları domuz bağı ile bağlanmıştı. Haltercilerin kullandıkları 10’ar kiloluk iki demire bağlı ve denize atılmış olarak bulunan Meriç’in cesedi bölgedeki balıkçılar tarafından fark edilmişti.

İddialara göre görev süresi boyunca 7 defa sürgün edilmiş, fakat bütün bunlardan aklanıp tekrardan görevine dönen Meriç, emekli olduktan sonra yazarlığa ve gazeteciliğe başlamıştı. Meriç ölümünden kısa süre önce Fethullah Gülen üzerine bir araştırmaya başlamış ve yakın çevresindekilere bunu açıklamıştı. Gülen’in Kırklareli’deki yıllarını konu alan çalışma hazırlığı içinde olan Meriç’in elinde, o dönemde Gülen’i tanıyanların ‘homoseksüel olduğuna dair’ açıklamalar yaptığı bir kaset olduğu da iddialar arasında.

İddiaya göre Meriç elindeki bu kaset ve kitap çalışması yüzünden emniyet tarafından illegal bir biçimde takibe alınmış, kitabı ele geçirmek için İstihbarat Daire Başkanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli özel ekipler Kırklareli’ne gitmişlerdi.

15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında gazetelerde yer alan haberlere göre gazeteci Haydar Meriç’i yazdığı kitap ile ilgili olarak kaçıran, ardından domuz bağı yöntemiyle işkence yaparak öldüren FETÖ’cü polisler, Meriç cinayetiyle ilgili bildiklerini amirlerine anlatmak isteyen dönemin Kırklareli İstihbarat Müdür Yardımcısı Salih Döğenci’yi de rehin alıp sorgulamış, Döğenci de korkusundan olayı kapatmıştı.

İktidara yakın medyanın ‘Paralel’in ilk cinayeti’ diyerek manşetlere taşıdığı gazeteci Haydar Meriç cinayeti karmaşıklığını sürdürdü. Haydar Meriç’in kardeşi Hikmet Meriç, ağabeyinin Gülen’le ilgili kitap yazdığından haberinin olmadığını söylerken, soruşturma kapsamında yapılan incelemede de Meriç’in Gülen’le ilgili kitap yazdığına dair tek bir somut delil bulunamadı. Haydar Meriç’in ortağı da emniyete verdiği ifadesinde Gülen hakkında kitap yazmayı düşündüklerini ancak delil

bulamadıkları için bundan vazgeçtiklerini söylemişti. (Güleç, 2016)

Deniz Fırat ( -2014)

IŞİD terör örgütünün 8 Ağustos 2014 günü Mahmur Mülteci kampına yönelik saldırıları sırasında, Kürt medyası çalışanı Türkiyeli gazeteci Deniz Fırat vücuduna isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle hayatını kaybetti.

Van doğumlu olan Deniz Fırat 6 yaşında ailesi ile birlikte göç ettiği Mahmur Mülteci Kampı’nda büyüdü. Gazetecilerin olmadığı yerlerde, Kürdistan’ın değişik bölgelerinde muhabirlik yaptı. Fırat, Sterk TV, Med NUÇE, Ronahi, Fırat Haber Ajansı‘na (ANF) haber geçiyordu.     

Rohat Aktaş (1997-2016)

1997 yılında İstanbul’da doğan Aktaş, Suruçlu bir ailenin çocuğuydu. Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 12 yaşında, Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesinin dağıtımını yapmaya başlamıştı. Aktaş, lise öğrenimini tamamladıktan sonra gazetede çalışmaya başlamış, sorumlu yazı işleri müdürü olduktan sonra da sahadaki ilk işinde haber takibi yapmak üzere Cizre’ye gitmişti.

Aktaş, Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşananları haberleştirirken 22 Ocak günü meydana gelen bir çatışmada kolundan yaralandı. Kendisiyle birkaç gün telefonla iletişim sağlanan, daha sonra haber alınamayan Aktaş’ın cesedi sığındığı bodrum katında tamamen yanmış olarak bulundu. Aktaş’ın cenazesi 24 Şubat 2016 günü Cizre’deki bodrumlardan çıkartılan yaklaşık 140 ceset arasından DNA testi ile tespit edilebildi.

Aktaş’ın, ölümünden aylar sonra, KHK ile kapatılan Azadiya Welat gazetesinin çeşitli sayısında ‘örgüt propagandası’ yapıldığı gerekçesi ile yedi buçuk yıla kadar hapisle cezalandırılması talebiyle yargılandığı ortaya çıktı. 

Gülşen Yıldız (1984-2016)

17 Şubat 2016 günü Ankara’da İnönü Bulvarı’nı Dikmen Caddesi’ne bağlayan Merasim Sokak’ta, askeri servis araçlarının geçişi sırasında meydana gelen bombalı saldırı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında yaklaşık 4 yıldır gazeteci olarak çalışan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu Gülşen Yıldız’ın da ölümüne sebep oldu.

28 kişinin öldüğü 61 kişinin yaralandığı patlamada bakanlığa ait servis aracında bulunduğu sırada ağır şekilde yaralanan Tarım TV muhabiri Yıldız, ambulansla hastaneye kaldırıldı ancak tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi. Kahramanmaraşlı olan Gülşen Yıldız’ın cenazesi, Elbistan’da defnedildi (Gazeteciler.com, 2016).

Mustafa Cambaz (1963- 2016)

Yeni Şafak gazetesi çalışanı fotoğrafçı Mustafa Cambaz, 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe girişimi sırasında Çengelköy’de, darbeci askerlerin açtığı ateş sonucunda hayatını kaybetti.

Darbe girişimi açığa çıkınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan halka “sokağa çıkın” çağrısı yapmış, Cambaz da Twitter hesabından “Başkomutan Erdoğan’ın isteği ve emriyle sokağa çıkıyoruz.” mesajını paylaştıktan sonra Çengelköy’e gitmişti.

Gümülcüne’de doğan Cambaz, “Yunan için askerlik yapmam” diyerek İstanbul’a gelmiş ve Yunanistan vatandaşlığından çıkarılmış ancak Türkiye’de ‘haymatlos’ olarak kimliksiz şekilde yaşamaya başlamıştı. Türkiye’deki önemli camilerin tamamının fotoğrafını çeken Cambaz’ın bu çalışması ölümünden kısa süre önce Türkiye Ulu Camileri adıyla Başbakanlık Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığınca basılmıştı. Cambaz, hayatını kaybettikten sonra Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığına alındı. Cambaz’ın hatırasını yaşatmak isteyen İETT, çalıştığı Yeni Şafak binası yakınındaki Topkapı Metrobüs durağının ismini Şehit Mustafa Cambaz olarak değiştirdi.

Vedat Hasan Ali (1988-2016)

1988 yılında Hakkari’de doğan Vedat Hasan Ali, 1991’de ailesi ile birlikte Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne göçtü ve Dohuk’ta büyüdü.

Hewlêr Üniversitesinde eğitim gören Hasan Ali, RojNews Haber Ajansı’nda muhabirliğe başladı. 2,5 aydır muhabirlik yapan Hasan Ali yaptığı haberler ile dikkat çekmiş, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin iç güvenlik birimi olan Parastin tarafından gözaltına alınmış, tehdit edilmişti Ali, 13 Ağustos 2016’da kullandığı araçtan indirilerek kaçırıldı, aynı gün Duhok yakınlarında öldürülmüş halde bulundu.

Bülent Tellan

[Bu çalışma Korkmaz Alemdar’ın editörlüğü’nde, (Ankara) Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayınlanan Türkiye’de Kitle İletişimi (Dün – Bugün -Yarın) isimli kitabın Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş İkinci Baskısının 1. ve 2. cildinde yer alması için iki bölüm halinde (1905-1980 ve 1980-2017) hazırlandı.

Yayıncının yayın politikası gerekçesi ile Editör tarafından çalışmada yer alan isimlerin bir kısmı listeden çıkartılarak basılan makalenin, sansürsüz, iki bölümün birleştirilmiş olduğu ilk halini paylaşıyorum.]


Kaynaklar:

    • Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu (2009) Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar Etrafında Müterake Yıllarında İstanbul, Kitabevi: İstanbul.
    • Ahmet Demirel (1996) Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesi, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Ahmet Refik Altınay (2010) İki Komite, İki Kıtal Kafkas Yollarında, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul.
    • Alpay Kabacalı (1993) Türkiye’de Siyasal Cinayetler, Altın Kitaplar Yayınevi: İstanbul.
    • Anaide Ter Minassian (1992) Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm 1887-1912, (çev.) Mete Tunçay, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Ankara Gazeteciler Cemiyeti (1975) Adem Yavuz, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: Ankara.
    • Asım Bezirci (1987) Sabahattin Ali, Genişletilmiş 3. baskı, Amaç Yayınları: İstanbul.
    • Ayın Tarihi (1979), Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ankara, Şubat 1979.
    • Ayşe Hür (2012) Öteki Tarih (Abdülmecid’den İttihat Terakki’ye), Cilt 1, Profil Yayıncılık: İstanbul
    • Ayşe Hür (2013) Öteki Tarih (Mondoros’tan İzmir Suikasti Davası’na), Cilt 2, Profil Yayıncılık: İstanbul
    • BYGM(1977) Türk Basınında Kim Kimdir, Ayyıldız Matbaası: Ankara.
    • Celal Başlangıç (2002) “Gazetecinin ölümü film oluyor”, Radikal, 23 Eylül, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=50988.
    • Celal Bayar (1997) Ben de Yazdım (Milli Mücadeleye Giriş), Cilt 6, Sabah Kitapları: İstanbul.
    • Cumhuriyet (1976) “Öğrenci Çobanoğlu’nu Öldürmekten Sanık 9 Kişi Tutuklandı”, 25 Temmuz.
    • Cumhuriyet (1978) “Elazığ’da çıkan olaylarda 4 kişi öldürüldü”,5 Aralık.
    • Cumhuriyet (1979) “Gaziantep, Ünye ve İstanbul’da 5 Kişi Öldürüldü”, 27 Mart.
    • Cumhuriyet (1980) “11 Kişi öldürüldü”, 9 Temmuz.
    • Cumhuriyet (1980) “Erzurum, Erzincan ve Karsta 11 Örgütten 86 Eylemci Tutuklandı”, 12 Nisan.
    • Cumhuriyet (1980) “İstanbul’da bir reklam ajansı sahibi öldürüldü”, 22 Ocak.
    • Dadrian Vahakn ve Akçam Taner (2008) “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-i Örfî Zabıtları, İttihad ve Terakki’nin Yargılanması (1919-1922), Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul.
    • Sefer Berzeg (1995) Kafkas Diasporasında Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü, Kafkasya Gerçeği Yayınevi: Samsun.
    • Ebubekir Akkaymak (1994) Ali Kemal’in Kimliği ve Siyasi Faaliyetleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi: Ankara.
    • Emrah Cilesun (2008) Mustafa Suphi’yle Yoldaşlarını Kim Öldürdü?, Agora Kitaplığı: İstanbul.
    • Enver Behnan Şapolyo (1971) Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönüyle Basın, Güven Matbaası: Ankara.
    • Ercan Dolapçı (2015) “Kontrgerillanın hedef aldığı genç Aydınlıkçı”, Aydınlık, 7 Aralık.
    • Ercüment İşleyen (1999) “12 Eylül’ü haber veren cinayet”, Milliyet, 29 Ocak.
    • Erdoğan Tatlav (1988)”Geçmişten Geleceğe Geçici Bir Köprü: Çayan Sempatizanları”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 8, ss.6-7, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Ergin Konuksever (2009) “Ergin Konuksever’in objektifinden Kıbrıs Barış Harekâtı-IV:
    • Şehit gazeteci Adem Yavuz”, Türk Solu, Sayı: 250, Ağustos.
    • Erhan Akyıldız ve Tutan Türenç (1986) Gazeteci, Milliyet Yayınları: İstanbul.
    • Feroz Ahmad ve Bedia Turgat Ahmad (1976) Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, Bilgi Yayınevi: Ankara.
    • Ferudun Ata (2005) İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları: Ankara.
    • Hasan Basri Gürses (der.) (1992) Mustafa Suphi: Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, Sosyalist Yayınlar: İstanbul.
    • Hasan Mert (2010) “İzmir’in Karagünü: 15 Mayıs 1919”, Kuva-yı Milliye’nin 90. Yılında İzmir ve Batı Anadolu Uluslararası Sempozyumu (6-8 Eylül 2009)
    • Bildiriler Kitabı, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları: İzmir.
    • Hıfzı Topuz (1973) 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınları: İstanbul.
    • Hıfzı Topuz (1996) 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Yeniden Yazılmış İkinci Baskı, Gerçek Yayınları: İstanbul.
    • Hıfzı Topuz (2000) Eski Dostlar, Remzi Kitapevi: İstanbul.
    • Hıfzı Topuz (2003) İkinci Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Yayınları: İstanbul.
    • Hürriyet (1998) “Adı Hürriyet”, 1 Mayıs, www.hurriyet.com.tr/adi-hurriyet-39016781.
    • Hüsrev Tökin (1963) Basın Ansiklopedisi, Kulen Basımevi: İstanbul.
    • İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal (2000) Son Asır Türk Şairleri, (haz.) Kayahan Özgül, cilt II, AKM Yayınları: Ankara.
    • Mehmet Korkmaz (2008) “Gazeteci Aziz Korkmaz’ı Ergenekon Öldürdü”, Yeni Aktüel, 30 Ağustos, sayı 163, http://www.yeniaktuel.com.tr/hft-21000601128,163@2100.html
    • Mehmet Ö. Alkan (1990) “Bir ittihat ve Terakki Muhalifi Olarak Bir Liberal-Sosyalist Hilmi”, Tarih ve Toplum, sayı 81.
    • Mete Tuncay (2005) Eleştirel Tarih Yazıları, Liberte Yayınları: Ankara.
    • Mete Tunçay (1991) Türkiye’de Sol Akımlar (1908-1925), Cilt 1, 3. Baskı, BDS Yayınları: İstanbul.
    • Mevlüt Çelebi (2010) “İtalyan Arşiv Belgelerinde İşgal Döneminde İzmir Basını”, Kuvayı Milliye’nin 90. Yılında İzmir ve Batı Anadolu Uluslararası
    • Sempozyumu (6-8 Eylül 2009) Bildiriler Kitabı, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları: İzmir.
    • Milliyet (1978) “Kars’ta, tartışan 2 kişiyi ayırmak isteyen bir gazeteci kaza kurşunuyla öldü”, 15 Mayıs.
    • Milliyet (1979) “Anarşik olaylarda 7 ölü var”, 4 Aralık.
    • Milliyet (1980) “9 İlde 10 Kişi Öldürüldü”, 25 Temmuz.
    • Nail Moralı (2002) Mütarekede İzmir, Önceleri ve Sonraları, Yayınevi : İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı: İzmir.
    • Nesim Ovadya İzrail (2011) 1915 Bir Ölüm Yolculuğu – Krikor Zohrab, Pencere Yayınları: İstanbul.
    • Nesim Ovadya İzrail (2013) 24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Nurdoğan Taçalan (1998) Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken Hasan Tahsin, Aksoy Yayıncılık: İstanbul.
    • Osman Özsoy (1997) Gazeteci’nin İnfazı, Timaş Yayınları: İstanbul.
    • Oya Baydar (1988) “İştirakçi Hilmi”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 6, ss.1822-1823, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Ömer Faruk Huyugüzel (2000) İzmir fikir ve sanat adamları (1850-1950), T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: Ankara.
    • Pars Tuğlacı (2004) Tarih Boyunca Batı Ermenileri (1891-1922), cilt 3, Pars Yayın Ticaret: İstanbul.
    • Ragıp Zarakolu (2008) “Ermeni edebiyatı ya da yeni bir dünya ile buluşma”, Evrensel, 7 Eylül.
    • Robert Koptaş (2008) “Siverekli Rupen Zartaryan’dan kalan”, Agos, 22 Ağustos.
    • Robert Koptaş (2009) “Bir otodidakt: Ardaşes Harutyunyan”, Agos, 4 Eylül
    • Selçuk Gürsoy (2013) Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Yayınları, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Seraceddin Zıddıoğlu (1979) “Kartal’da MHP’li gazete sahibi öldürüldü”, Milliyet, 20 Şubat.
    • Sina Akşin (2001) Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi: Ankara.
    • Taner Akçam (2010) “Dr. Rupen Sevag Çilingiryan Cinayeti”, 1915 yazıları, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Tarık Zafer Tunaya (1998) Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 1, İletişim Yayınları:
    • İstanbul.
    • Tarık Zafer Tunaya (2000) Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 3, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Tayfun Mater (1989) 12 Eylül Öncesi ve Sonrası: Devrimci Yol Savunması, Simge Yayınevi: İstanbul.
    • Teodik (Teodoros Lapcinciyan) (2010) 11 Nisan Anıtı, (ilk baskısı 1919), Belge Yayınları: İstanbul.
    • Teoman Öztürk (1977) “Zeki Erginbay Yolumuzu Aydınlatıyor” Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Bülteni, Sayı: 116, Şubat 1977.
    • Uğur Mumcu (1993) Papa, Mafya, Ağca, 11. Basım, UM:AG Araştımacı Gazetecilik Vakfı Yayınları.
    • Ümit Sezgin (1987) Aydınlanmamış Cinayetler, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Ünal Sakman (2004) “Kayan Yıldız”, Halka ve Olaylara Tercüman, 21 Mart 2004.
    • Yahya Koçoğlu (1993) Kurşunla Sansür: Gazeteci Cinayetleri, Ozan Yayıncılık: İstanbul.
    • Yakup Kadri Karaosmanoğlu (2016) Hüküm Gecesi, 18. Baskı, İletişim Yayınları: İstanbul.
    • Yalçın Küçük (1985) Aydın Üzerine Tezler, cilt 2, Tekin Yayınevi: Ankara.
    • Yalçın Küçük (2004) Sırlar, İthaki Yayınları: İstanbul.
    • Yalçın Küçük (2006) Gizli Tarih, Salyangoz Yayınları: İstanbul.
    • Zakarya Mildanoğlu (2014) Ermenice Süreli Yayınlar 1794-2000, Aras Yayıncılık: İstanbul.
    • Zeki Arıkan (1988) “İşgal Dönemi İzmir Basını”, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi, Sayı 13, Cilt: V, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları: Ankara.
    • Zeynel Kozanoğlu (1972) Anıt Adam: Osman Nevres, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: İzmir.
    • Aybey Kahrımanlı (1997) “Hamile spiker ve kızı ölü bulundu”, Milliyet, 4 Eylül.
    • Cumhuriyet (1997) “Yerel radyo sahibi öldürüldü”, 14 Temmuz.
    • Emel Gülcan (2012) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Cengiz Altun Cinayeti”, org, 22 Kasım.
    • Emel Gülcan (2012b) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Çetin Abayay Cinayeti”, org, 5 Aralık.
    • Emel Gülcan (2012c) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Mehmet Sait Erten Cinayeti”, org, 29 Kasım.
    • Emel Gülcan (2012d) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Namık Tarancı Cinayeti”, org, 21 Kasım.
    • Emel Gülcan (2012e) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Kemal Kılıç Cinayeti”, org, 27 Kasım.
    • Emel Gülcan (2012f) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Mehmet İhsan Karakuş Cinayeti”, org, 2 Aralık.
    • Emel Gülcan (2012g) “Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Yaşar Parlak Cinayeti”, org, 6 Aralık.
    • Fuat Kars (1995) “Giresun’da gazeteci cinayeti”, Milliyet, 30 Temmuz. com (2016) “Ankara Patlaması genç gazetecinin yaşamına mal oldu”, 18 Şubat, http://www.gazeteciler.com/haber/ankara-patlamas-gen-gazetecinin -yaamna-mal-oldu/252125
    • Hasan Önkaş (1997) “Başhekim, AA muhabirini öldürdü”, Milliyet, 21 Haziran.
    • Hıfzı Topuz (2003) İkinci Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi
    • Yayınları: İstanbul.
    • Hürriyet Ege (2000) “Savcı arada kaldı”, 10 Aralık.
    • Kutlu Savaş (1998) Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun Susurluk Raporu, Radikal Gazetesi Eki.
    • Metin Aksoy, Cengiz Kuşçuoğlu, Veli Özdemir, Ali Tartanoğlu (1994) Uğur Mumcu’ya Armağan, ÇGD Yayınları: Ankara.
    • Mevlüt Yüksel (2011) “Zeki Sincar: Aşiret ağamız Cemal Sincar daha önce MİT için
    • çalıştı”, Takvim, 11 Kasım
    • Milliyet (1991) “Gazetecinin katil zanlısı yakalandı”, 25 Eylül.
    • Musa Anter (1999) Hatıralarım (1-2), Avesta Yayınları, İstanbul.
    • Mustafa Bakacak (1995) “Katilin izi bulundu”, Milliyet, 24 Mayıs.
    • Onur Akhan ve Mesut Demirbilek (2014) Cinayet Sohbetleri, Doğan Kitap: İstanbul.
    • Sadık Güleç (2016) “Gülen’in ‘bülbül evi’nden cinayet çıkacak mı?” Gazete Duvar, 7 Ağustos, http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2016/08/07/cinayettegulenin-bulbul-evi-suphesi/
    • Soner Yalçın (2000) BECO: Behçet Cantürk’ün Anıları, Su Yayınları: İstanbul.
    • TİHV (1993) Türkiye İnsan Hakları Raporu-1992, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları: Ankara.
    • TİHV (1994) Türkiye İnsan Hakları Raporu-1993, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları: Ankara.
    • TİHV (1995) Türkiye İnsan Hakları Raporu-1994, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları: Ankara.
    • TİHV (1997) Türkiye İnsan Hakları Raporu-1995, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları: Ankara.
    • TİHV (1998) Türkiye İnsan Hakları Raporu-1996, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları: Ankara.
    • Tûba Çandar (2010) Hrant, Everest Yayınları: İstanbul.
    • Tuncay Özkan (1994) Öldürün O Gazeteciyi, Ümit Yayıncılık: Ankara.
    • Tuncay Özkan ve Evren Değer (1996) Suikast Raporu 93/96 Uğur Mumcu Cinayeti Soruşturması Sorgulanıyor, um:ag Yayınları: Ankara.
    • Uğur Balık ve Timur Şahan (2004) İtirafçı: Bir JİTEM’ci anlattı…, Aram Yayıncılık: İstanbul.
    • Yahya Koçoğlu (1993) Kurşunla Sansür: Gazeteci Cinayetleri, Ozan Yayıncılık: İstanbul.