Sınırlı bir idrak kapasitesiyle lanetlenmişim. Beynimin çevremde olup bitenin çok az bir kısmını, yargı, inanç ve duygu süzgecimden geçirip işlediğini biliyorum. Bana ‘iyi’ geleni benimseyip gerisini reddediyorum çünkü gerisi bana huzursuzluk verecek, fikri konforumu bozacaktır diye korkuyorum. Benim doğru ama karşımdakinin yanlış olduğunu düşünmek beni duygusal olarak rahatlatıyor ve reel olarak çok mantıklı geliyor. Yine de yargı, inanç ve duygularımı bir tarafa koymadığım sürece etrafımda olup bitenin içinden seçerek görebildiğim şeyleri hilesiz ve olduğu gibi göremeyeceğimin farkındayım ama başka türlü yapamıyorum.
Bu problemli halimle devletin ve tanrının gölgesinde yaşanan yıkıcı deprem felaketini okumaya çalışırken şunları görüyorum. Görüyorum diyorum çünkü felaketin ardından yapılan her şey, benim gibi birinin bile göreceği şekilde selfiler eşliğinde, kameraların önünde, göstere göstere yapılıyor;
Felaketle birlikte ekseriyetimiz her zamanki gibi şirketinin, hizbinin, siyasi partisinin, cemaatinin, kavminin, meslek örgütünün, din ve mezhebinin etiket ve flamalarına sarılı yardım paketleriyle, samimiyetle yardım etmeye koştu. Erzak kutuları ve yardım torbalarıyla fotoğraflar çekildi. Cumhur ittifakı da sahadaydı, devletleşmiş politik güç olarak elbette. İktidarın itibarlıları da enkazın altındakileri yalnız bırakmadı. Koruma orduları eşliğinde felaket alanlarında fotoğraf çektirip, umutsuzca gözyaşı dökenleri duymamaya çalışarak, telefonlarına sarılıp, “ben yüce bir şahsiyet olarak buradaydım” paylaşımı yapıp gittiler.
Bir kısmımız borsadaki çimento şirketlerinin hisselerine saldırdı, suya, sabuna, battaniyeye, havluya, sargı bezine, ev kirasına zam yaptı. Yağmacılar, vurguncular, organ mafyası fırsat kolladı. Zihnimize işlenmiş sınırlar nedeniyle bu felaketi aynı derece ağır yaşayan sınır ötesindeki bizden olmayanların çığlıklarını duymadık. Bizden olmayan Charlie Hebdo gibi kimileri de çökmüş bina çizimleri üstüne “tank top göndermeye gerek kalmadı” yazarak ifade hürriyeti kapsamında fikir beyan etti. Geçmişte bizden olmayan kimileri de Van depreminde yardım diye taş paketleyip göndermişti. Oluyor böyle şeyler.
Yürek burkan sahneler servis ediliyor ve acı duyuyoruz ama sosyal ve ahlaki bir zaruret olarak duyduğumuz acının enkaz altında can çekişenlerin, canından haber bekleyenlerin, sevdiklerini ve her şeylerini kaybedenlerin acılarına benzemiyor. Çünkü biz acımızı dillendirip rahat bir uyku çekebiliyoruz. Her yıl 35-40 milyar lira harcanan (iktidar kontrolündeki siyasal bir aparat olmak dışında ne işe yaradığını asla anlamadığım) Diyanet bile boş durmadı, enkaz altında can çekişen insanların kurtuluş umutlarını yok etmek istercesine sala okuttu. Can kurtaran AFAD’ın 2.5 milyar lira, sala okutan diyanetin ise 36 milyar lira aldığını da bu vesileyle öğrenmiş oldum.
Yardıma koşan kimi kişi ve kurumlar, koordinasyon, güven ve itibar sorunu yaşadığını düşündükleri resmi kurumlar aracılığıyla değil, ihtiyaç sahiplerine doğrudan ulaşmak istediler ve devlet duvarına çarptılar. Devleti kutsal bilen toplulukların kudretli devletin böylesi felaket zamanlarında kudretsiz ve koordinasyonsuz olduğu, ayrımcılık yaptığı hissine kapılıp, “nerde bu devlet” diyerek devletin çaresizliğinden yakınması yeni bir şey değil. Bugün devlet olanlar da dün “nerde bu devlet” diye sitem ediyorlardı çünkü. Ama devlete edilen sitemler devlet yüceltilerek yapılıyor yine de. Ne de olsa gözüne kestirdiği yeri fethedeceğine inanıyoruz. Nitekim, kutsal devlete toz kondurmak istemeyen ünvanlı kimi şahsiyetler ölümlerden devletin değil, tanrının mesul olduğunu ilan ettiler çünkü tanrının suçlamalara itiraz edemeyeceğini biliyorlar. Devlet de çaresiz olmadığını ve her şeye hakim olduğunu olağanüstü hal ilan ederek gösterdi ve istenmeyen seslere karşı gerekli tedbirleri aldı haliyle.
Ama bunların hiçbiri felaketin teknik, sosyal ve siyasal sebeplerine dokunmadığı gibi felaketin yükünü hafifletmeye de enkaz altındaki sayısı belirsiz canları kurtarıp gerçek acıları dindirmeye de yetmiyor ve yaşadığımız felaket vesilesiyle kötülüğü ve kusuru başkasında bulmaya ayarlı, hep doğru noktada duran, kendine toz kondurmayan bu melek hallerimizin bundan sonra da felaketleri önlemeye ve sonuçlarını hafifletmeye yaramayacağını düşünerek irkiliyorum.
Ama biliyorum ki sizlerin bakışı benim bu bakışım gibi eksik, taraflı ve kusurlu değildir. Birbiriyle bağlantılı değilmiş gibi görünen meseleleri ilişkilendirip, duygusal yargıların, siyasi ve sosyal kabullerin ötesinde objektif olarak değerlendirebildiğinizden eminim. Lütfen bütün bu gözlemlerimde hatalı olduğumu söyleyin bana. Çünkü hatalı olduğumu söylemezseniz bu gözlemlerimden sonuçlar çıkarmaya kalkacağım.
- Lütfen Beni Hatalı Olduğuma İkna Edin - 8 Şubat 2023
- Bulantı - 22 Ekim 2021
- Heidegger’in Çekici, Sofi’nin Külahı Ve Öteki Ben - 13 Ekim 2021