12 Mart: Karşı-Devrime “Gladio” Aşısı

Bütün kıtaları kat eden devrimci dalga 1965-71 arasında Türkiye kıyılarını dövmeye baÅŸladığında, Genelkurmay ve Pentagon derin bir anlayış ve empatiyle birbirlerinin kollarına atıldılar. “Emperyalizm bir içsel olgu haline gel[irken]”,Türk karşı devrimciliÄŸi NATO standartlarına yükseliyordu.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971’de Süleyman Demirel hükümetini yönetime el koymakla tehdit ederek devirmesinin üzerinden yarım yüzyıl geçti, ama baÅŸka bir vesileyle söylediklerimi tekrar edersem 12 Mart’ın devrimci harekete karşı iÅŸlediÄŸi suçların ve yol açtığı kayıpların “içimizde yarattığı acı hala geçmedi. Ve geçmez de. Tıpkı yüzünüzdeki bıçak yarası gibi…”1

Olağanüstü rejimin insani maliyeti

12 Mart 1971’de açılan olaÄŸanüstü rejim dönemi 33 ay sonra CHP’nin yüzde 33 oyla birinci parti olduÄŸu 14 Ekim 1973 genel seçimleriyle kapandı. “26 Nisan 1971’de 11 ilde ilan edilen sıkıyönetim 26 Eylül 1973’te kaldırıldığında sıkıyönetim mahkemelerinde 1.584 kiÅŸi mahkûm edilmiÅŸti, en az iki bin kiÅŸinin yargılaması sürüyor ya da yargılanmayı bekliyorlardı.”2 Aralarında Dev-Genç’in de olduÄŸu 404 dernek sıkıyönetim komutanlıkları tarafından, Türkiye İşçi Partisi (TÄ°P) Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştı.

Deniz GezmiÅŸ, Hüseyin Ä°nan ve Yusuf Aslan idam edilmiÅŸler; aralarında Sinan Cemgil’in de olduÄŸu üç devrimci Nurhak’ta, Ä°brahim ÖztaÅŸ Ä°zmir’de, Hüseyin Cevahir ve UlaÅŸ Bardakçı Ä°stanbul’da, aralarında Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna’nın da bulunduÄŸu 10 devrimci Kızıldere’de, Ali Haydar Yıldız Tunceli’de silahlı çatışmalarda, Ä°brahim Kaypakkaya Diyarbakır’da ve Nurettin Öztürk Ankara’da iÅŸkencede öldürülmüşlerdi.

Ä°dam ve müebbet hapse mahkûm edilenler dışında kalanlar 1974’te 1803 sayılı “Genel Af” yasasıyla serbest bırakıldılar. Cezaları bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırıldı. Af, insanlık suçu iÅŸlemiÅŸ rejim görevlilerini, iÅŸkenceci ve katilleri de kapsıyordu. Yeni BaÅŸbakan Bülent Ecevit bunu “geçmiÅŸe sünger çekmek”olarak özetleyecekti.

Devletin sivil toplumu fethi

Ordunun partiler üstü “teknokratlar kabinesi”ne baÅŸbakan tayin ettiÄŸi Nihat Erim 2 Mayıs’ta, 1961 Anayasasının özgürlükçü hükümlerinin “Türkiye’nin kaldırması mümkün olmayan bir lüks”3 haline geldiÄŸini ilan etmiÅŸti. TBMM üyeleri, en baÅŸta Demirel’in Adalet Partisi (AP) milletvekilleri, elbirliÄŸiyle ordunun sipariÅŸlerini yerine getirmeye baÅŸladılar: Ãœniversite özerkliÄŸi daraltıldı. TRT’nin özerkliÄŸi kaldırıldı. Bakanlar kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verildi. Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) yetkileri geniÅŸletildi. Kamu çalışanlarının sendika kurma hakkı kaldırıldı. Askeri Yüksek Ä°dare Mahkemesi ve asker üyenin de yer aldığı, “devletekarşı suçlar”a bakacak “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” (DGM) kuruldu.

Sıkıyönetim yasakları, siyasal alanı dev bir arenaya dönüştürdü. 1965-71 arasında toplumsal ve demokratik açık sınıf mücadelelerinin tarafı olan 36 milyon yurttaÅŸ artık izleyiciydi. EndiÅŸe ve heyecan içinde demokrasi ile diktatörlük, devrim ile karşı devrim arasında süregiden hesaplaÅŸmanın sonucunu bekliyorlardı. “Muhtıra”nın birinci yılı dolmadan Türkiye, demokrasi ve çoÄŸulculuk yöneliÅŸinden uzaklaÅŸtırılmış, “milli güvenlik devleti”nin karanlık dehlizlerine sürüklenmeye baÅŸlamıştı. 1968’den beri gürül gürül akan enerjik gençlik hareketi, işçilerin kararlı mücadeleleri ve köylülerin inatçı direniÅŸleri apansız kriminalize edilmiÅŸ; canlı entelektüel yaÅŸam süngülerin ucunda dilsizleÅŸivermiÅŸti. Ä°ktidar yürütmenin elinde toplanırken ordu da on yıl aradan sonra yeniden yürütmenin tepesine tırmanıyor, hakim mevzileri iÅŸgal ediyordu.

1973’te sıkıyönetim kaldırıldığında kışlasına dönen ordunun gözü arkada deÄŸildi. Rejimin kilidi orduya teslim edilmiÅŸ; devletin baskı aygıtı orantısız bir güçle siyaset ve hukuk üzerinde vesayete kavuÅŸmuÅŸ ve toplumsal alanı sımsıkı kuÅŸatmıştı.

Tartışma

Sivil toplumun bu ölçüde devlet vesayeti altına düşmesine varan olaylar zincirini harekete geçiren bu dramatik deÄŸiÅŸikliÄŸin nedenleri o gün bugündür, her yeni darbeyle birlikte yeniden sorgulanıyor. Tartışma hem içeride hem dışarıda zaman zaman mazlumla zalimin, devlet ile devrimin yer deÄŸiÅŸtirdiÄŸi oynak bir 12 Mart tablosu üzerinde sürüp gidiyor.”12 Mart rejimi” kavramını siyaset sözlüğüne katan, dönemin merkez-sol Milliyet gazetesi köşe yazarı Ali Gevgilili’nin, çatışmanın iki ucunu da acımasızca eleÅŸtiren, 12 Mart’a ön gelen sürecin derinde yatan nedenlerindense, yüzeydeki ÅŸiddete odaklanmanın yol açabileceÄŸi yanılsamalar bakımından “parlak” bir örnek oluÅŸturan çözümlemeleri üzerinde durmaya deÄŸer. Gevgilili’ye göre, “12 Mart’ın giderek trajik bir 12 Mart Rejimi’ne dönüşümünün perde arkasında, tartışmasız var olan bütün dışsal dinamiklerin yanında, bir de özel ve özgül olarak Türkiye’nin resmi ideolojisiyle yeni sol uygulamalar arasında sıkışıp kalan bir küçük burjuvalar kuÅŸağının umut, bilgisizlik, acı ve çilesi de vardır.”4

Gevgilili ordunun bir olaÄŸanüstü rejim inÅŸasına kalkışmasını bu “küçük burjuvalar kuÅŸağının” temelsiz özgürlük tutkusuyla giriÅŸtiÄŸi eylemlerle iliÅŸkilendirirken “ÖzgürleÅŸme ya da demokratikleÅŸme, en sığ ve yetersiz koÅŸullarda bile varlığını sürdürür. Ancak onlar da her ÅŸeyden bağımsız birer olgu deÄŸildirler.” diyordu. “Özellikle modern sanayi toplumunun ileri, devrimci, demokratik dünya görüşünü ortaya koyan politik dinamiklerden yoksun kalınan bir siyasal ortamda, sıradan politikanın bunalım batağına saplanmak kaçınılmazdır.” ve ekliyordu: “Özgürlük fetiÅŸizmi bir baÅŸka çıkmaz sokaktır.”5

Ne var ki, olayların sırası, henüz nüve halindeki gerilla hareketlerinin açığa çıkmasıyla silahlı kuvvetlerin toplumsal mücadeleleri çökertmeye yönelik saldırıları arasında bulunduÄŸu varsayılan korelasyonu doÄŸrulamıyordu ve Gevgilili’nin yorumu aÅŸağıda göreceÄŸimiz gibi bir anakronizmle malûldü. Maddi tarihin 1969-73 arasındaki dört yıl içindeki seyrine bakınca Gevgilili’nin “Modern sanayi toplumunun ileri, devrimci, demokratik dünya görüşünü ortaya koyan politik dinamikler”in iÅŸleyiÅŸine baÄŸladığı demokratik dönüşüm beklentisinin biricik elle tutulur dayanağının, 12 büyük sermaye grubunun bir araya gelerek 2 Nisan 1971’de kurdukları Türk Sanayici ve Ä°ÅŸadamları DerneÄŸi (TÃœSÄ°AD) olabileceÄŸi anlaşılıyor. Ne var ki, 12 Mart’ın 50. yılında da tarih 12 Mart rejiminin geri çekiliÅŸinde TÃœSÄ°AD’ın “kelebeÄŸin kanat çırpışı” kadar olsun etkide bulunduÄŸuna dair bir emare sunmuyor.

Mülk sahibi sınıflar blokunda kriz

Oysa, süreç geriye, henüz hiçbir gerilla grubunun esamesinin okunmadığı günlere sarıldığında ekonomik ve toplumsal düzenin krizinin 1969’da baÅŸlamış olduÄŸu görülüyor. Adalet Partisi (AP), Ekim 1969 genel seçimlerinden yüzde 46 oy ve 256 milletvekiliyle çıkmasına karşın tarımdan sanayiye sermaye transferi amacıyla büyük toprak sahiplerine getirdiÄŸi yeni vergi yükümlülükleri partiyi çatlatmış, hükümet 1970 bütçesini Meclisten geçirememiÅŸti. 27 Mayıs’ta idam edilen BaÅŸbakan Menderes’in oÄŸlu Yüksel Menderes ve TBMM BaÅŸkanı Ferruh Bozbeyli büyük toprak sahiplerinin sözcülüğünü üstlenerek Demokratik Parti’yi (DP) kurmuÅŸ ve Demirel’in “sağın birleÅŸtiriciliÄŸi” iddiasına son vermiÅŸlerdi. Ä°slamcı Prof. Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi (MNP) de mütedeyyin KOBÄ° sahiplerini kendi yörüngesine çekmeye baÅŸlıyordu. 1965 seçimlerinde AP çevresinde kümelenen mülk sahibi sınıflar blokunda kocaman bir yarık açılmıştı.

ABD ile anlaşmazlık

Demirel, 1970’lere doÄŸru Washington’dan özerkleÅŸen OrtadoÄŸu politikası yüzünden ABD ile de anlaÅŸmazlığa düşmüştü. ABD’nin haÅŸhaÅŸ tarımını sınırlama taleplerine ayak direyiÅŸi ve halk arasında ve ordu alt kademelerindeki yaygın Amerikan karşıtlığını kontrol altına alamayışı Demirel’in ABD yönetiminin güvenini yitirmesine yol açınca vergilerden sonra bütçedeki ikinci büyük gelir kalemi olan ABD ekonomik yardımı da kesildi. Demirel kapıya dayanan ekonomik darboÄŸaz karşısında elindeki sınırlı seçeneklerin tümüne yüklenmeye baÅŸladı: Avrupa TopluluÄŸu’yla (AT -bugünkü AB’nin önceli-) ekonomik iÅŸ birliÄŸi hacmini geniÅŸletmeye yöneldi. SoÄŸuk Savaşın ortasında Sovyetler BirliÄŸi’yle (SSCB) sanayi iÅŸ birliÄŸine giriÅŸti. SSCB ortaklığıyla Ä°skenderun Demir Çelik Ä°ÅŸletmeleri, AliaÄŸa Petrol Rafinerisi ve SeydiÅŸehir Alüminyum Tesisi’nin temelleri 1969-1971 arasında atıldı. Vergi gelirlerini ikiye katlamak hedefiyle yeni vergi yasaları çıkartıldı ve ihracat gelirleriyle işçi dövizi giriÅŸlerinin maksimizasyonu beklentisiyle TL yüzde 30 devalüe edildi. Önlemler aydınlar, işçiler, küçük üreticiler ve asker, polis ve memurlar da dahil olmak üzere bütün kamu çalışanlarını hep birlikte ayaÄŸa kaldırdı.

Gladio harekete geçiyor

Demirel, 1969’dan baÅŸlayarak yükselen muhalefeti bastırma ihtiyacıyla Anayasanın güvencesindeki toplantı ve gösteri özgürlükleri arasına sıkışmıştı. Güvenlik danışmanlarının ve İçiÅŸleri Bakanı’nın tavsiyelerine uydu. DoÄŸu despotizminin klasik yöntemine -“iti ite kırdırmak”- sığındı. Alpaslan TürkeÅŸ’in Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) örgütleyip eÄŸittiÄŸi ultra-faÅŸist sivil çetelerin -“komandolar”- önünü açtı. “NATO’nun Gizli Orduları: Gladio Operasyonu ve Batı Avrupa’da Terörizm”6 kitabının yazarı Daniele Ganser’e göre, TürkeÅŸ NATO’nun antikomünist “perde gerisi” (stay behind) operasyonunun Türkiye’deki başıydı. Ä°talya BaÅŸbakanı Giulio Andreotti’nin 1990’da ifÅŸa ettiÄŸine göre “Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasında ABD Merkezi Haberalma TeÅŸkilatı (CIA) ile Britanya Gizli Ä°stihbarat TeÅŸkilatı (MI6 veya SIS) tarafından NATO’nun bir kolu olarak kurulan bir gizli ordu iÅŸ başındaydı.” Bu ordunun Ä°talya’daki kod adı “Gladio”ydu.

TürkeÅŸ ve “Komandolar”ı

Ganser, ABD’nin Türkiye’yi NATO’ya sıkıca baÄŸlamak üzere kökleri Ä°kinci Dünya Savaşı öncesinde yatan Pantürkist hareketin antikomünist eÄŸilimlerinden yararlanma yoluna gittiÄŸini anlatıyor: “ABD istihbarat stratejisinin Türkiye’nin istihbarat ve savunma yapılarını NATO’nun antikomünist misyonuna entegre etmek için Pantürkizmin rızasına ne kadar ihtiyacı varsa Pantürkist hareketin de Türkiye’nin NATO üyeliÄŸinden avantaj saÄŸlamaya o kadar ihtiyacı vardı.”7

Ganser’in tespitlerine göre Ä°kinci Dünya Savaşı sırasında Pantürkist genç bir teÄŸmen olan TürkeÅŸ antikomünist faaliyetleri sırasında bir Nazi temas unsuru haline gelmiÅŸti. SavaÅŸ sonrasında Türkiye’yle ABD arasındaki baÄŸlar güçlendikçe, “görev gereÄŸi” sık sık iki ülke arasında gidip gelmeye baÅŸlamış, 1948’de bir eÄŸitim programı çerçevesinde Pentagon ve CIA ile temasa girmiÅŸ ve Türkiye’de perde gerisinde gizli bir antikomünist ordu kurmaya baÅŸlamıştı.8 TürkeÅŸ, 1960 darbesi sonrası cunta içindeki iktidar mücadelesini kaybedip ordudan atılmasının ardından MHP’nin başına geçecek; klasik faÅŸist modeldeki gibi o da Duçe ya da Führer’in eÅŸdeÄŸeri olan “BaÅŸbuÄŸ” lakabını benimseyecekti.

Gladio’nun muhtemel Sovyet istilası simülasyonlarına göre “NATO komutası altındaki gizli Gladio askerleri güya düşman hatları arkasında […] perde gerisi ÅŸebekeler oluÅŸturacaklardı […] Ama Washington ve Londra’daki kurmaylara göre gerçek ve yakın tehlike daha çok Batı Avrupa demokrasilerinde büyük toplumsal desteÄŸi olan komünist partiler [ya da Türkiye’deki gibi devrimci hareketlerdi]. Böylece Sovyet istilası diye bir ÅŸey olmadığı halde ÅŸebeke, sol güçlere karşı kendi özel savaşını yürütüyordu. Gizli ordular giriÅŸtikleri terörist saldırıları ya da insan hakları ihlallerini seçimlerde oy kaybetsinler diye komünistlerin üzerine atıyorlardı [Ä°talya]; hasımlarına iÅŸkence ediyor [Türkiye] ya da saÄŸcı darbelere destek veriyorlardı [Türkiye ve Yunanistan].”9

TürkeÅŸ’in “komandolar”ı böylece, ABD ordusunun sahra talimnamesi FM 31-15’ten tercüme “Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi – ST 31-15″te öngörüldüğü ÅŸekilde “vatansever güçler” kapsamında, özel kamplarda “suikast, bombalama, silahlı soygun, iÅŸkence, saldırı, adam kaçırma, tehdit, provokasyon, milis eÄŸitimi, rehin alma, kundaklama, sabotaj, propaganda, dezenformasyon, ÅŸiddet ve soygun” eÄŸitimine tabitutulmuÅŸlardı.10 Bu “gizli” ordu sıkıyönetim ilanına kadar, elbette Demirel’in polisinin daimi koruması altında, üniversitelere saldırarak, devrimcileri kaçırıp iÅŸkence ederek, infaz mangaları oluÅŸturarak ve öğrencilere pusular kurarak “görev” yaptı.11 MHP “komandolar”la solu “öz savunma”ya zorlarken, bir yandan da “Silahı Bırak” kampanyaları düzenliyordu. 1969-71 arasında çoÄŸu solcu çok sayıda öğrenci silahlı saldırı ve çatışmalarda hayatını kaybetti. Ãœniversite kampüsleri “komandolar”ın ve devrimcilerin nüfuz bölgeleri halinde ayrıştı. Özerk üniversitelerde daha çok devrimciler, yüksek okullarda daha çok “komandolar”egemendiler. “Ä°ti ite kırdırma” siyaseti devrimcilere kayıplar verdirmiÅŸti ama bu kanlı Gladio operasyonu Demirel’i içine düştüğü açmazdan çıkartamadığı gibi, darbecilere bir “olaÄŸanüstü rejim” gerekçesi -“kardeÅŸ kavgası”- sunmaktan, karşıtlarının eline kendisine karşı kullanacakları bir koz vermekten baÅŸka bir iÅŸe yaramayacaktı. Türkiye bizzat Demirel’in “ithal ikameci” ekonomik politikalarının derinleÅŸtirdiÄŸi sınıf eÅŸitsizlikleri nedeniyle kaynamaya devam ediyordu.

Uzun sıcak yaz

1970’in “uzun sıcak yazı” boyunca Türkiye’nin baÅŸlıca sanayi havzaları, tarım bölgeleri ve kamu kuruluÅŸlarında direniÅŸler sürdü. Çiftçiler, öğrenciler, işçiler, astsubay aileleri, öğretmen ve hemÅŸireler, hatta “toplum polisleri” sokaklardaydılar. Boykotlar, grevler, yürüyüşler, büyük mitingler ve gösteriler isyan havasını besliyordu. Demirel, asker ve polisleri maaÅŸ zamlarıyla yatıştırmaya çabalasa da işçilerin taleplerini bastırmakta kararlıydı. BaÅŸbakanlığı döneminde yükselen ve 12 Mart’ın ardından TÃœSÄ°AD’da kümelenecek olan finans-kapital fraksiyonunun desteÄŸini koruması ve yatırımlarını sürdürmesi, hükümetin iÅŸ gücü maliyetlerini baskı altında tutmasına baÄŸlıydı. Demirel Haziran’da işçilerin kitleler halinde akmaya baÅŸladıkları Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DÄ°SK) önünü kesmek ve işçileri, devlet sendikası Türk-Ä°ÅŸ’e yönlendirmek üzere TBMM’ye bir yasa tasarısı sevk etti.

15-16 Haziran

DÄ°SK ve işçiler hükümet tasarılarına karşı harekete geçtiler. 15-16 Haziran 1970’te 100 bini aÅŸkın işçi Ä°stanbul ve Ä°zmit’in büyük sanayi kuruluÅŸlarının dizildiÄŸi “Ankara Asfaltı” ve sanayi havzalarını kent merkezlerine baÄŸlayan yollar üzerinde Türkiye tarihinin en büyük direniÅŸine çıktılar. Asker ve polisin silahlı müdahalelerinin yol açtığı çatışmalarda üç işçi ve bir polis hayatını kaybetti. Karayolları ve Kadıköy Kaymakamlığı işçilerce iÅŸgal edildi. DireniÅŸin ikinci günü biterken Ä°stanbul ve Ä°zmit’te sıkıyönetim ilan edilmiÅŸ, işçi önderleri tutuklanmaya baÅŸlamıştı.

İşçi sınıfı, hükümetin ve burjuvazinin sunduÄŸu “kapitalizmle uyumlu geliÅŸme” modelini eylemli olarak reddetmiÅŸti. Küçük üreticiler de üretim maliyetlerini yükseltirken taban fiyatlarını aÅŸağı çeken ekonomi politikalarını reddediyor, fındık, ay çiçeÄŸi, tütün, soÄŸan, sarımsak, domates, ÅŸeker pancarı ve akla gelebilecek bütün ürünlerin üreticileri öfkeyle yollara dökülüyorlardı.

Kriz

1970 yazında Lenin’in “devrimci durum” kriterlerinin tamamının deÄŸilse de “ilk belirtisi”nin dışa vurulduÄŸu yeni bir durum doÄŸmuÅŸtu: “Egemen sınıfların egemenliklerini bir deÄŸiÅŸiklik olmaksızın sürdüremeyecekleri; […] Egemen sınıfın politikasında, içinden ezilen sınıfların hoÅŸnutsuzluk ve öfkesinin fışkırdığı bir çatlaÄŸa yol açan bir kriz baÅŸ göster[miÅŸti].”12

Henüz ulusal ölçekte TV yayını baÅŸlamamıştı ve radyo yayınları TRT tekelindeydi ama dönemin biricik çok sesli ulusal tartışma ortamı olan gazete ve dergilerde bir “olaÄŸanüstü rejim” gerekliliÄŸi, askerin yönetime el koymasının artıları ve eksileri açıkça yazılıp çizilmeye baÅŸlamış, fısıltı gazetesi de harekete geçmiÅŸti.

Ordu “tartışma”ya katılıyor

“Toplumsal sorun” yüksek komuta kademesinin “güvenlik gündemi”ndeydi. Genelkurmay baÅŸkanı Orgeneral Memduh TaÄŸmaç, AÄŸustos 1970’teki bir MGK toplantısı çıkışında sonradan “toplumsal uyanış ekonomik geliÅŸmeyi aÅŸtı” diye ünlenecek olan demeciyle komutanların “ekonomik geliÅŸmenin çok ilerisine geçen sosyal hak arama cereyanları”dan13 duyduÄŸu hoÅŸnutsuzluÄŸu açığa vurmuÅŸtu. “Gerilla savaşı” henüz devrimci hareketlerin ufkunda belirmemiÅŸken bile komutanların oyun sahasını işçi sınıfı aleyhine düzenleme kararlılığında oldukları açıktı. Silahlı kuvvetler, baÅŸkomutanının aÄŸzından siyasetin artık konvansiyonel usullerle sürdürülemeyeceÄŸini ima ediyor; işçilerin hak arama özgürlüğüne meydan okuyordu. Olayların akışının tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkla gösterdiÄŸi gibi, olaÄŸanüstü rejimin kapısını devrimcilerin “özgürlük fetiÅŸizmi” deÄŸil, generallerin “zapturapt” fetiÅŸizmi açıyordu.

TaÄŸmaç henüz işçiler kitle halinde sokaÄŸa dökülmüş deÄŸilken de komutanların zihnine sosyalist devrim korkusu sokmakla meÅŸguldü. 24 Nisan 1970’teki MGK toplantısında alt kademelerin desteÄŸiyle bir “sol” darbe olasılığını tartışmaya açmıştı.14 Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, anılarında TaÄŸmaç’ın çizdiÄŸi panoramayı özetliyordu: “[…] Solcu gençlik, orduya karşı cephe almış vaziyettedir. Bu ortam içinde ‘Silahlı Kuvvetler bir ihtilal yapmaz’ diye kimse garanti veremez. Bu seferki ihtilal 27 Mayıs’a benzemez, 1917 Rus Ä°htilaline benzer. Anayasa, Ãœniversiteve TRT yasalarında derhal deÄŸiÅŸiklik yapılması gerekir.”15

SoÄŸuk savaşın “bipolar” dünyası

Bütün kanıtlar ve ipuçlarının gösterdiÄŸi ÅŸekilde 12 Mart 1970 öncesinde ordu üst kademesinin merkezi ilgisi silahlı kuvvetleri de çatlatabilecek bir toplumsal devrimi önlemeye odaklanmıştı. Generaller bu olasılığı bertaraf etmek üzere, aralarındaki ihtilafları bir yana bırakma pazarlığındaydılar. Oysa somut durum, 12 Mart rejimi öncesinde ve sırasında Türkiye’de ordunun “durumdan vazife çıkartma”sını gerektirecek hiçbir gerçek savunma ve güvenlik krizinin olmadığını gösteriyor. 1971 Türkiye’sinde komünistlerin öncülüğünde olsun olmasın bir devrim varoluÅŸsal bir tehdit deÄŸil, gelip geçen hükümetlerin 50 yıldır saÄŸlayabilmiÅŸ olmadığı özgürlük ve refaha ulaÅŸmanın mümkün seçeneklerinden biriydi; tartışılması sermaye seçeneklerininki kadar meÅŸruydu. Ama SoÄŸuk Savaşın iki kutuplu -sözcüğün psikiyatrik anlamında da “bipolar”- ve paranoid dünyasında bir devrimi ima eden herhangi bir toplumsal protesto ya da halk hareketi Türkiye’nin faÅŸist ve ultra-milliyetçi statükosunun ve Gladio’nun tehdit algısında bir “Sovyet gambiti”, bir “beka riski” olarak okunuyordu. “Kontrgerilla” operasyonu, 25 Mayıs 1964’te Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın emriyle ve Orgeneral Ali Keskiner’in imzasıyla baÅŸlatılmıştı.16

Karşı devrim mirası

50 yılın deneyiminin ışığında deÄŸerlendirildiÄŸinde Türkiye’nin modern tarihi, devletin, yurttaÅŸların sınıfsal ve etnik çokluÄŸu ve çoÄŸulluÄŸuna karşı giriÅŸtiÄŸi müzmin savaşı; her bir halkası monolitik Türk “ulus devlet”i ilkesini pekiÅŸtirmeye özgülenmiÅŸ bir karşı devrimler zinciri olarak okunabilir. Bu baÄŸlamda 12 Mart rejiminde ordunun “kontrgerilla” kimliÄŸiyle giriÅŸtiÄŸi “gayri nizami savaÅŸ” uygulamalarının ne kadarının”Gladio” kaynaklı ne kadarının devletin kendi emperyalist ve otoriter geçmiÅŸinin mirası olarak envanterinde kayıtlı olduÄŸu açık uçlu bir soru olarak karşımızda duruyor.

Anadolu’da modern devrimci praksis bir faciayla -Ermeni devriminin yenilgisi ve 1914-19 soykırımıyla- baÅŸlamış ve bitmiÅŸti. Bu süreç Türklerin ve Ermenilerin kolektif hafızasında bir baÅŸka devrimle daÄŸlanmadıkça iyileÅŸmeyecek derin yaralar açmakla kalmadı. Devrimi bir kıyamla, yakın tarihin bildiÄŸi en büyük insanlık suçlarından birini iÅŸleyerek bastırmak üzere kurulmuÅŸ olan özel örgüt -“TeÅŸkilatı Mahsusa”- hiçbir etkin soruÅŸturma ve cezalandırmaya uÄŸramaksızın uÄŸursuz mirasını yeni devlete aktarmıştı.17 Bu özel örgüt, Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde SSCB’yle ittifak halinde süren kurtuluÅŸ savaşının ortasında, Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını boÄŸazlamakta tereddüt etmemiÅŸti. TBMM BaÅŸkanı Mustafa Kemal PaÅŸa 22 Ocak 1921’deki gizli meclis oturumunda Mustafa Suphi ve arkadaÅŸlarını şöyle suçlamıştı: “[…] Bunların yaptıkları teÅŸebbüs Rus bolÅŸevizmini muhtelif kanallardan memleket dahiline sokmak olmuÅŸtur. Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya baÅŸlanmıştır.”18 Sadece bir hafta sonra, 28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve yoldaÅŸları Karadeniz’e açılan bir teknede, bölgedeki Pontus Soykırımı’nın19 cellatlarından kayıkçı kahyası Yahya ve çetesinin bıçak darbeleriyle can verdiler. Katliam Ankara’da kimse için sürpriz olmadı, kimseyi üzmedi.

Derin devlet kardeÅŸliÄŸi

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “ulus-devlet” halinde inÅŸası sürecinin ilk 15 yılı boyunca sürüp giden Kürt katliamları, bu soykırım zihniyeti ve geleneÄŸinin yeniden doÄŸuÅŸunun kozasıydı.20 Güçsüz, ödlek, ufuksuz Türk burjuvazisi, Osmanlı Devleti’nden arta kalan son topraklarda “72 millet”in “halklar bahçesi”ni kurmaya deÄŸil, devlet zoruyla “tek millet” yaratma “ülküsü”ne baÄŸlanmıştı. Devlet ile toplum arasında yarım yüzyıl boyunca süre gitmiÅŸ olan bu örtük iç savaÅŸ, Gladio’nun 1970’lerde Türkçülerin sırtına binerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hiç yabancılık çekmeden nüfuz ediÅŸi için de en elveriÅŸli iklimdi.

1960’larda bütün kıtaları kat eden devrimci dalga 1965-71 arasında Türkiye kıyılarını büyük bir güçle dövmeye baÅŸladığında, 1968’in büyük gençlik isyanı işçilerin ve köylülerin isyanıyla buluÅŸtuÄŸunda, Genelkurmay ve Pentagon derin bir anlayış ve empatiyle birbirlerinin kollarına atıldılar. Pentagon’un “Sahra Talimnamesi”yle Ankara’nın imparatorluktan devraldığı ayaklanma bastırma hafızasına “Gladio” aşısı yapılmış, karşı devrimin küresel meÅŸruiyet belgesi milli savaÅŸ doktrinine içerilmiÅŸti. Türk Silahlı Kuvvetleri artık “tek erin kendi memleketinin vatandaÅŸlarına karşı savaÅŸma”sını21 yüzü kızarmadan bütün dünyaya anlatabilirdi. “Emperyalizm bir içsel olgu haline gel[irken]”,22 Türk karşı devrimciliÄŸi NATO standartlarına yükseliyordu.

Toplumsal Tarih Dergisinin 12 Mart’ın 50 yılı vesilesiyle yayınladığı Nisan 2021 baskısından iktibas edilmiÅŸtir


DÄ°PNOTLAR

  1. ErtuÄŸrul Kürkçü, “Yüzümüzdeki Bıçak Yarası:6 Mayıs 1972”, https://m.bianet.org/bianet/siyaset/121827-yuzumuzdeki-bicak-yarasi-6-mayis-1972.

  2. The Rule of Law in Turkey and The European Convention on Human Rights, A Staff Study by The International Commission of Jurists, page 15; https://www.icj.org/wp-content/uploads/2013/06/Turkey-rule-of-law-and-ECHR-thematic-report-1973-eng.pdf.

  3. “Erim: Bugünkü anayasa Türkiye için lükstür,”Milliyet, 2 Mayıs 1971.

  4. Ali Gevgilili; Türkiye’de 1971 Rejimi, MilliyetYayınları 1973’ten aktaran Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 7, 1988, Ä°letiÅŸimYayınları, Ä°stanbul, s. 2174.

  5. Age, s. 2174.

  6. Daniele Ganser; NATO’s Secret Armies, OperationGladio and Terrorism in Western Europe, Taylor and Francis, 2005, London. p.1 (Türkçe baskısı, NATO’nun Gizli Orduları/Gladio Operasyonları,Terörizm ve Avrupa Güvenlik Ä°lkeleri, Güncel Yayınları, 2005.)

  7. Age, s. 225.

  8. Age, s. 226.

  9. Age, s. 2.

  10. ErtuÄŸrul Kürkçü; “X Örgütü”, https://m.bianet.org/bianet/diger/119164-x-orgutu

  11. Aslında 12 Mart, “komandolar”ın NATO’nun GüneydoÄŸu kanadındaki “misyon”unun sonu deÄŸil baÅŸlangıcıydı. 1977-80 dönemindeki yarı-içsavaÅŸta binlerce can kaybına neden olduktan sonra, 1990’larda “SoÄŸuk SavaÅŸ”ın sona ermesini takiben patlak veren “Kürt savaşı”nın baÅŸlıca bileÅŸenlerinden biri haline geldiler, “kontrgerilla” ve JÄ°TEM emrinde istihdam edildiler. Bkz., ErtuÄŸrul Kürkçü, “Trapped in A Web of Covert Killers,” Covert Action Quarterly(CAQ), Summer 1997, No. 61, pp. 6-12., WashingtonD.C.; http://mediafilter.org/CAQ/caq61/CAQ61turkey.html

  12. Lenin, “The Collapse of the Second International”, Collected Works, cilt 21: AÄŸustos 1914-Aralık 1915, Moskova, Progress Publishers, 1964, ss. 213-214.

  13. “TaÄŸmaç, anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi istiyor,” Milliyet, 4 AÄŸustos 1970

  14. Ümit Cizre; AP-Ordu İlişkileri Bir İkilemin Anatomisi,İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2002, s.49.

  15. Muhsin Batur; Anılar ve Görüşler “Üç Dönemin Perde Arkası” Milliyet Yayınları 3. Baskı, Ä°stanbul 1985, s. 189.

  16. Talat Turhan, Özel SavaÅŸ, Terör ve Kontrgerilla,Tümzamanlar Yayıncılık, Ä°stanbul 1992, s. 45’ten aktaran ErtuÄŸrul Kürkçü, “X Örgütü”, https://m.bianet.org/bianet/diger/119164-x-orgutu.

  17. Taner Akçam; The Young Turks’ Crime Against Humanity: The Armenian Genocide and Ethnic Cleansing in the Ottoman Empire, Princeton University Press, 2012

  18. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 1. s. 333. (https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT01/gcz01001136.pdf)

  19. I. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarında hükûmetin İstanbul dışında, özellikle Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum nüfusa uyguladığı etnik temizlik.

  20. Bu dönem 1937-38’de, Dersim ve havalisinde yaÅŸayan KızılbaÅŸ Kürtlere “isyan bastırma” gerekçesiyle uygulanan soykırımla kapandı. BaÅŸbakan Tayyip ErdoÄŸan’ın 23 Kasım 2011’de, devletin gizli raporlarına dayanarak TBMM’de verdiÄŸi bilgiye göre soykırımda çoÄŸu kadın ve çocuk 13 bin 806 insan Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından öldürülmüştü.

  21. Turhan, age s. 56’dan aktaran ErtuÄŸrul Kürkçü,”X Örgütü”, https://m.bianet.org/bianet/diger/119164-x-orgutu)

  22. Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III, Bütün Yazılar,Eriş Yayınları, 2003, s. 270.